İşte Furkan Nesli Dergisi’nde yer alan ‘Musibetleri Fırsata Çevirmeye Var Mısın?’ başlıklı yazı;
İmtihanlarla çepeçevre olan bu dünyada bir de güçlülerin(!) saltanatını temelinden sarsacak İslam davasına gönül verdiysen, zalimin karşısında, mazlum yanında oluyor ve korkusuzca hakkı söylüyorsan bela ve musibetin hayatının bir parçası olması kaçınılmazdır. Madem çilesiz olmuyor o halde dertlere bakışını değiştirip, musibetleri fırsata çevirmeye var mısın?
İslam’ı dava edinmiş bir dava adamı yoluna çıkan zorluklardan hayıflanmamalı, işin bir gereği olarak görmeli ve daha büyük başarılar için bir temrin saymalıdır. Zorluklarla mücadeleyi yeteneklerini geliştirmek için bir fırsat bilmelidir. Her zorluğu aşmanın mutlaka bir çaresini olduğunu unutmamalıdır. Atalar: “Dağ ne kadar yüksek olursa olsun yol onun üstünden geçer” derken bu düşünceye işaret etmişlerdir.
Kelebek kozasından çıkan larvayı seyreden adam bin bir zorlukla nasıl kozasını yırtıp çıktığını belli temrinlerle yürüyüp kanadını hareket ettirdiğini görüyor. Diğer bir larva aynı zorlukları çekmesin diye koza içinde hareketlenince kozayı yırtıyor. Larva kozadan rahat çıkıyor ama kanatları yerde. Sanki felç olmuş. Kanatlarını yere sürüyor ama hareket ettiremiyor. Adam anlamış ki larva kendi tabii gelişimini ve kozadaki mücadelesini sürdürmeli ki kanat kasları gelişsin, uçabilsin.
İslam’ı bir dava olarak kabul etmek sıkıntıları eziyet ve işkenceleri göze almaktır. Eziyet ve işkenceleri göze almak davaya sadakatin, vefanın gereğidir. İmanın, Allah’a bağlılığın gereğidir. Istıraplar insanı pişirip Allah’a yakınlaştırır. Dava eri musibetler karşısında mağlup olmaz. Hadiseler karşısında, eğilmeden, yılmadan yoluna devam eder. Bu tavrı onun davasına saygısını, sadakat ve vefasını gösterir.
Büyük âlim Seyyid Kutub’a, idam edilmeden önce, devrin başkanı Nasır’dan özür dilemesi istenildiği ve bunu yaptığı takdirde bağışlanacağını söylediklerinde, Seyyid Kutup: “Eğer bu idam kararı hak ise, ben bu hakka razı oluyorum. Yok, eğer batıl ise, ben batıldan özür dileyecek kadar alçalmam” cevabını vererek bir dava adamı olduğunu gösteriyor.
Din büyükleri bela ve musibetler altında davalarına hizmet ettiler. Ahmed bin Hambel, görüşlerinden dolayı 28 yıllık hapse mahkûm edildi. “Allah yolunda beni kırbaçlayanlara Allah’tan hidayet diliyorum” dedi. ‘Müsned’ adlı eserini hapisteyken yazdı.
Seranhisi, bir kör kuyuya hapsedildi. Kuyunun başına gelen talebelerine kuyunun dibinde ders yaptı. 30 ciltlik ‘Mesbut’ adlı eserini kuyuda yazdı.
İmam Gazali, Emeviyye Camisinin minaresinin altındaki bir odada 11 yıl münzevi hayat yaşadı.
Bediüzzaman Hazretleri, sarsılmaz bir ruh hali ile ve çilekeş hayatı ile bir dava adamı nasıl olmalıdır, sorusunun örneğini gösterdi ve şöyle diyordu:
“Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir cani gibi muamele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan [görüşme ] menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman doldu ki, hayattan bin defa ziyade, ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said, topraklar altında çürümüş gitmişti.
Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve şehamet-i İslamiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle men eder. Böyle bir vaziyete düşünce, karşımda kim olursa olsun, isterse en zalim bir cebbar, en hunhar bir düşman kumandanı olsa tezellül etmem. Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım.
Beni zindana atar yahut idam sehpasına götürür; hiç ehemmiyeti yoktur. Nitekim öyle oldu. Bunların hepsini gördüm. Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdanı, zulüm kârlığa dayanabilseydi, Said bugün asılmış ve masumlar zümresine iltihak etmiş olacaktı.
İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felaket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selameti yolunda ve nefsimi, dünyamı feda ettim; HELAL OLSUN. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin yahut birkaç milyon kişinin-adedini bilmiyorum ya, öyle diyorlar. -Afyon Savcısı beş yüz bin demişti- Belki daha ziyade imanı kurtarmaya vesile oldu.
Ölmekle, yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatle tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamdolsun”
Allah’ın musibetlerle kulunun makamını yükselttiği ifade ediliyor. Bazen Allah, kulun ahiretteki makamını yükseltmek için musibet veriri. Kul için Allah katında öyle bir makam vardır ki kul yaptıkları ile ona erişemez. Ancak Allah, kulunu bir musibetle imtihan ederek onu bu makama eriştirir.
Dava adamı yoluna çıkacak tehlikeleri göze alır, her türlü sıkıntıyı göğüsler. Dünyada başına gelen bela ve musibetlerden dolayı üzülenler, cennette üzüntülerinin karşılığı olarak cennet meyvelerinin verildiğini görünce: “Keşke üzüntü ve kederimiz daha çok olsaydı” derler.
Hele yeni nesli yetiştirme yolunda çekilen çileler, meyveleri görünce unutulur, tatlı birer hatıraya döner.
*Bu metin İbrahim Özgüleç’in ‘Dava Adamı Olmak’ adlı eserinden alıntı yapılarak hazırlanmıştır.