Feminizm; temelleri 18. Yüzyıla dayanan, kadın haklarını, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve aynı zamanda kadının özgürlüğünü savunan akımın adıdır.
Masum bir tanımlama ile ortaya konulan bu akım, aslında kadını bozmanın kamuflajı olmaktan öteye geçmemiştir. Bir kavramın amacını sorgulamak için, öncelikle o kavramın nereden çıktığına, kimler tarafından çıkarıldığına ve o kavramı kimlerin sahiplendiğine bakmak yeterli olacaktır. Feminizm’in beşiği de, diğer beşeri ideolojilerde olduğu gibi Avrupa’dır. Bu akımın 18.yüzyılda ve Avrupa’da çıkması kesinlikle tesadüfî değildir. Dinin safsata gibi görülüp materyalizmin revaç bulduğu ‘Aydınlanma Çağı’ denilen o karanlık dönemde, böyle bir düşünce akımı türetilmiştir. Bu akımı sahiplenenler de yayanlar da o dönemin, dinsizliği savunan materyalist zihniyeti olmuştur. (Dinsiz-Materyalist mantığın ortaya çıkışında, Hrıstiyanlığın akla mantığa ters akidesi, gayr-ı fıtrî esasları ve bilime aykırı tespitleri elbette etkili olmuştur. Ancak konumuz bu olmadığı için, konuyu bu açıdan değerlendirmeyeceğiz.)
Bugüne baktığımızda Feminizm’in ideolojik mirasını sahiplenenler, geçmişte olduğu gibi, materyalist hayat tarzını benimseyen zihniyettir. Feminizm, sosyalist-materyalist düşünceye sahip olanların dillendirdiği bir akım olarak popülaritesini bugün de artırmakta ve pratikte de yaşanan bir hayat tarzı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aslında böyle bir yazıyı kaleme almamızın sebebi, bu sosyalist- feminist azınlığın varlığı veya içinde yaşadığı problemli hayat tarzı değil. Bizim bu ideolojiyi tanıma ve tanıtmaya dönük çabamız, bulaşıcı bir illetle karşı karşıya olduğumuzun farkında olmamızdır.
Feminizm illeti bize bulaştı mı? Bulaştıysa hangi sebeplerden dolayı bulaştı? Bulaşan bu illet Müslüman kadının bünyesini ne derecede bozdu? Ve bu bozukluğun bir hal çaresi var mıdır? Maalesef bu illet, bizim cenaha da bulaşmış durumdadır. Okullarda empoze edilen feminist düşünce ve yıllar içerisinde bu eğitimden geçmiş insanların oluşturduğu kültürel birikim, bizi bu hastalıkla karşı karşıya getirmiştir.
Hastalığın tespiti yapılırken, yukarıdaki sebeplerin yanı sıra, Müslüman kadının Feminizm’den etkilenmesine bir takım ‘sözde İslamî yaklaşımlar’ da sebep olmuş mudur? sorusu ister istemez aklımıza gelmektedir. Bu soruya ‘olmadı’ desek realiyete aykırı, problemi sadece dış kaynaklı görüp, dahili sebepleri göz ardı etmeyi marifet sayan, bildik zihniyetten pek de farkımız kalmaz.
İslamî cenahın içerisinde, Allah’ın kadına verdiği hakları ve vazifeleri içine sindiremeyenler mevcuttur… Kadını haklarından ve dahi vazifelerinden mahrum edenler vardır… Tüm bu meşru hakları engellenen bazı kadınların: ‘Gel de feminist olma’ dediğini duymuşluğumuz da olmuştur.
İşte, yapılan haksızlık durumlarında dahi kadınımızın Feminizm’in çare değil aksine, ‘yağmurdan kaçarken doluya tutulma; Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma’ durumunu yaşatacağını bilmesi zorunludur. Yani kadına yapılan haksızlıkların sorumlusu İslammış gibi, çözümü İslam’ın dışında aramak, İslam’a ve kadına yapılacak en büyük haksızlıktır. Çünkü çare zannedilen Feminizm, sorunu daha da derinleştirecek ve kaybeden yine kadın olacaktır.
İslam’ın Eşitlik Konusuna Bakışı
Aslında İslam dini, bazı istisnai durumlar hariç kadınla erkeğe paralel görevler vermiştir. İbni Rüşd: “Kadın-erkek temelde birdir. Fakat aralarında şer’an bir kısım farklılıklar vardır” der. “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidir (destekçisidir.) İyiliği emrederler, kötülükten nehyederler…”(Tevbe 71) “Erkek veya kadın, mümin olarak kim yararlı işler yaparsa, işte onlar cennete girerler.”(Nisa 124) “Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır.”(Nisa 32)
Yukarıdaki ayetlerden Allah Azze ve Celle’nin, fıtrat farklılığından kaynaklı bazı durumlar hariç, kadınla erkeğin vazifelerinin benzer olduğunu ortaya koyduğunu anlıyoruz.
İslam, erkek veya kadın olmanın üstünlük sebebi olmadığını, başka ayetlerde de çok net bir şekilde hükme bağlamaktadır. “En üstününüz, takvaca üstün olanınızdır”(Hucurat 13) ayeti veya “İnsanlar bir tarağın dişleri gibidir (eşittir)” hadisinde bildirildiği gibi… Müslümanlar nedense bu ayet ve hadisleri sadece ırkların eşitliği olarak algılamaktadırlar. Oysa kural genel bir kuraldır. Ve bu genel kuralla ırk, soy, cinsiyet ayrımı reddedilmektedir.
İslam’ın Kadının Özgürlüğüne Bakışı
Kadını esaretten kurtarıp özgürleştirmeyi hedefleyen Feminizm, özgürlüğün tanımını yanlış yapmış ve özgürlüğün yolunu yanlış mecralarda aramıştır. Feminizm’de özgürlük, kadının Allah’a, fıtrata ve eşine rağmen dilediğini yapması şeklinde anlaşılmaktadır. İslam bu özgürlük anlayışını reddederken, bunun hakikatte başıboşluk, serkeşlik, hatta nefsin esaretine girmekten kaynaklı gerçek bir kölelik olduğunu söyler. Kadının da erkeğin de özgürlüğünün yolu, teslimiyetten geçer. Allah’a kul olduğunun farkında olan kadın, nefsine, dünyaya veya insanlara kulluk yapmayarak, özgürlüğü gerçek anlamda yaşar. Oysa Feminizm ile kadına vaat edilen, sahte özgürlükten başka bir şey değildir.
İslam, kadının bir birey olduğunu, onun da ‘Allahın halifesi’ olarak vazifeli olduğunu bize bildirir. Tahrim suresinde 3 kadından bahsedilir: Hazreti Asiye örnek verilir. “Allah mümine kadınlara Firavun’un karısını (Asiye) örnek gösterdi…” Hz. Asiye kimdir? Dünyanın bir numaralı diktatörünün karısı… Kur’an’ın mesajı açıktır: İnanmış bir kadını, bir diktatör erkek dahi yolundan- davasından vazgeçiremez! Tahrim suresi anlatmaya devam eder: “Allah kâfire kadınlara Nuh’un ve Lut’un karısını örnek gösterdi…” Ne yaptı bu kadınlar? Kendi hayatlarına kendileri karar verdi. Kendi tercihlerini kendileri yaptı. Mesaj yine açıktır: ‘Sen bir bireysin ve hayatına kendin karar vereceksin. Kocan diktatör olsa da mümine olabilmeyi başarabilirsin; kocan Peygamber olsa da kafire olmayı başarabilirsin(!) Kocan, mazeretin olamaz. Kararı hür iradenle kendin vereceksin!
İslam’ın, Kadının Kendi Haklarını Savunmasına Bakışı
Evde veyahut da dışarıda yapılan bir haksızlık karşısında, kadının konuşmaya, hakkını savunmaya hakkı yok mudur? Elbette vardır. Ona bu hakkı Allah vermektedir. Bu savunmalardaki temel problem, kadının hakkını savunmasından ziyade, savunma şekli ve üslubudur. Evin reisi olan beye karşı hak savunması yaparken, edebi-adabı, üslup güzelliğini ve mülâyemeti elden bırakmamak şarttır. Bir de evin reisine karşı bilmişlik taslamak, reisin en nefret ettiği, hatta çıldırdığı hadisedir. Özellikle hizmette belli görevlerde olanlar -farkında olmadan- bu konumu eve taşımaktadırlar. Evde de bu konum sökmeyince, kavgalar, tartışmalar kaçınılmaz olarak yaşanmaktadır. Yetkili olana karşı -haklı bile olsak- hak savunmasının adabı ve kuralı vardır. Evde yetkili olan da erkektir.
İdealinde İslam’ın hâkimiyeti olan İslamcı kadının, bu davaya dair üzerine düşen vazifeler hususunda topluma karşı savunmaları da olacaktır. Çünkü toplum; davadan, davanın yüklediği vazifelerden bihaberdir. Toplumun cehaletinin farkında olmak, cehaletten kaynaklı tüm laflara, sözlere ve engellemelere rağmen görevlerimize dört elle sarılmak mecburiyetindeyiz. Onların cehaleti bizim mazeretimiz olamaz. Onlar, toplumun yarısını teşkil eden kadın kitlenin, irşadının ve harekete geçmesinin önemini bilmiyorlar; ama biz biliyoruz. Kadınları eğitim kadınların işidir. Kadınları irşad vazifesini yüklenenlerin, engellemelere karşı savunmaya geçmeleri, birileri tarafından dik başlılık veya feminist damar olarak nitelendirilebiliyor. Bunun Feminizm’den etkilenme veya ‘İslamcı feminist’ olma gibi bir durumla alakası yoktur. Hakkını savunmak veya Allah’ın verdiği vazifeyi ifaya çalışmak, neden feminist bir yaklaşım olsun? Oysa Müslüman kadın, Feminizm’den ve feministlerden hiç de haz etmeyen kadındır.
Ancak, ‘Başörtülülerin başörtüsünü çıkar, altından feminist çıkar’ sözlerini haklı çıkaracak durumlar yaşanmıyor mu? Elbette yaşanıyor. Yazımızın başında, ‘biz bu illetten ne derecede etkilendik’ sorusunu sorarak, etkilenmişliği itiraf etmiştik. Ancak sapla samanı birbirine karıştırmanın da gereği yoktur. Üslubunca, Allah’ın verdiği hakkı savunmak, feministlik olamaz.
Feminist Zihniyetin Handikapları
Feminizm’i savunan kadınların hiçbir zaman Müslüman kadınların hakkını (başörtüsü hakkı gibi) savunmaması, bu zihniyetin niyetini daha net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bunların kadınlara özgürlük talebi sadece ahlâksızlık, açık-saçıklık hususunda olmuştur. Bunlara göre bir kadın, hür iradesiyle örtünemez; başörtüsü örten her kadına, bunu baskıyla yaptıran bir erkek vardır. Feministlerdeki bu anlayış, kadının aklıyla, tercihleriyle, kişiliğiyle alay etmektir.
Modayla, şehvetle, parayla ve de kadın olmaktan çıkarılıp erkekleştirilerek, düşünme yeteneği dumûra uğratılan kadın, Feminizm’in sloganik yaldızlı sözleriyle uyutulmaktadır. Feminizm’in eşitlik anlayışıyla erkekler gibi çalıştırılan, ekonomik hayatın içine sürüklenen kadın, erkek gibi güçlü ve dayanıklı olamamakta, ama kadın olarak da kalamamaktadır. Fıtratı, psikolojisi, aklı ve bedeni yıpranan kadın, feminist kadın ve erkeklerin rüzgârında, oradan oraya savrulmaktadır.
Feminizm’in eşitlik anlayışı kadına ne adalet, ne de mutluluk getirdi. Feminizm’in eşitlik anlayışı, kadına sadece zulüm, hüzün ve gücünün üzerinde yük getirdi.
Sahi bu kadın denen varlık… Üzerinde bu kadar tartışılan, oyunlar oynanan, hor görülen, göğe çıkarılan, şiddete maruz bırakılan, özgürlük teraneleriyle köleleştirilen varlık neyin nesi? KADIN; ALLAH’IN HALİFESİ… Aynı erkek gibi… ALLAH’IN KULU… Eşrefü mahlûkat.
Ve kadınıyla erkeğiyle daim mazlumun yanında olan mustazafların Rabbi meydan okuyor! Haydi, siz de kadına, Kur’an’ın getirdiği gibi ulvî, fıtrî ve şerefli bir hayat tarzı getirin! Haydi, siz de kadına, Kur’an’ın getirdiği gibi huzuru, adaleti, mutluluğu getirin! Getiremediniz! Getiremeyeceksiniz! Ey feministler! Siz de cehennemin ateşine hazır olun!