Geleceği kimse bilemez…
(Ey Rasûlüm), de ki: “- Göklerde ve yerde olan kimse gaybı bilmez; ancak Allah bilir.” Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. De ki: “Allah’tan başka, göklerdeki ve yerdeki hiç kimse, gaybı (gizli olan şeyleri) bilemez. Ve ne zaman dirileceklerini de bilemezler.
Geleceği kimse bilemeyeceğine göre, gelecek ile ilgili bilimsel öngörüleri dikkate almayacak mıyız? Örneğin deprem olacak mı? Olacaksa ne zaman olacak?
Evet, depremin ne zaman olacağını bilim insanları bilemiyor ama belirli bir zaman aralığı verebiliyorlar. Hatta yaklaşık olarak deprem bölgelerini de gayet net belirtiyorlar.
Aynı şey ekonomide de söz konusudur. Alınan kararların sonraki zaman diliminde neye yol açacağı veya ne gibi gelişmeler olacağı tahmin edilebilir.
Mesela parasal genişleme yaptığınızda bunun bir süre sonra enflasyonu artıracağı bellidir. Veya faizleri enflasyonun düşmesinden önce negatife çekerseniz bunun talebi artırarak yine enflasyonu artıracağı kestirilebilir.
Sebep-sonuç ilişkileri aslında bütün hayatımızda vardır. Mesela okul okumazsanız doktor olamazsınız… Olsanız da bu doktorluk bazı kişilerin ölmemesi gereken hastalıktan ölmesine yol açabilir. Yanlış teşhis yanlış tedaviyi ve yanlış tedavi de yanlış ölümü beraberinde getirir.
Aslında benzer durum ülke yönetimlerinde de söz konusudur. Mesela baskıcı yönetimlerin tek elden şovmen kararları ülkelerde ilk aşamada yalancı baharlar estirir. Ama yıllar sonra bu kararların acı faturası ile herkes yüzleşmek zorunda kalır.
Ya da tek elden yönetim sisteminin kurumları ve kuralları bozması ile ülkeler görüntüde uçuyormuş gibi gösterilen yönetim tarzında aslında yıkım süreçleri ile karşılaşmak zorunda kalırlar. Çünkü kurallar ve kurumlar çalışmaz ise devlet kültürü yok olur… Devlet kültürü yıkıldıkça da herkes enkaz altında kalır. Bütün mesele şudur: Süreci okuyabilenler açısından sonuç hiç sürpriz olmayacaktır. Lakin süreci okuyamazsanız sonucu ‘kader planı’ diyerek ilahi güce yıkarsınız.
Ülkeler açısından süreci okumak toplumun büyük kesimi tarafından beklenemez. Özellikle YAPISAL YIKIM öyle nerede ise hiç anlaşılmaz. Hatta yapısal yıkımdan bahsedenler uçuk fikirli birer saçmalama gibi de görülebilir.
Mesela eğitim sisteminin çöküşü, sınıflar arası geçişkenliğin zorlaştırılması birer yapısal çöküş yoludur. Ücretlerin asgaride buluşturulması okuma isteğini ve eğitimin kalitesini düşürür.
Ya da eğitimli kesimin kaybedilip, onların yerine eğitimsiz göç almak aslında bir ülkeye vurulabilecek en büyük darbelerden bir başkasıdır.
Ekonomik krize karşı sert tepki veren toplum, anlaşılması güç olduğundan dolayı yapısal yıkımlara tepki bile veremez… Ya da çok küçük bir kesimden gelir bu tepki.
Bugün ne zaman ne olacağını az çok uzmanlar tahmin etmektedir. Bilim dünyası sebep-sonuç ilişkisinden olsun, diğer yöntemlerden olsun zamanla ne olacağını az çok tahmin edebilmektedir.
Mesela depremlerin nerelerde ve ne şiddetle olacağını yaklaşık olarak söyleyebilmektedirler. Aynı şekilde ekonomide de önümüzdeki dönemin ne olacağını, nasıl bir ekonomik seyrin bizi beklediğini uzmanlar görebilmektedir. Ama bunun anlam ifade edebilmesi için toplumun kahir ekseriyetinin de bu görüşe değer vermesi gerekir.
Aksi halde enkazların başında ağlamaktan başka çaremiz kalmaz… Yıkılan sadece binalar değil değerlerimizidir. Ölenler sadece insanlarımız değil, ortak değer yargılarımızdır.
Gerekli tepkiyi vermediğinizde ya da süreci öylece seyrettiğinizde sonuç sadece ağlamakla geçmez. Önemli olan yıkılmadan önlem almaktır. Önemli olan sonuca katlanmak değil, sürece önem vermektir. Kader planı da aslında bir bakıma budur…