Bu yazıda direkt olarak bizden değil ama bizim cenahın insanlarından bahsedeceğim…
Bir zamanlar, İslami kesim olarak ideallerimiz vardı… Bir zamanlar, her ne kadar aramızda ihtilaflı mevzular olsa da, kardeş olduğumuzun nispeten farkındaydık… Bir zamanlar, Amerika ‘büyük şeytan,’ İsrail kadim düşmanımızdı ve ‘Filistin’ diye bir davamız-derdimiz vardı… Bir zamanlar, toplumun değişmesine dair, devletin dönüşmesine dair hayallerimiz vardı… Bir zamanlar laikliği dinsizlik, demokrasiyi aldatmaca olarak görür, alabildiğine eleştirirdik… Bir zamanlar İslamcı idik, muhaliftik… Savrulduk… Bugün gelinen noktada dünkü söylemlerin, ideallerin hiçbirisi kalmadı. Tüm bunların yerini devletçi, menfaatçi, düşmanla işbirlikçi, ilkesiz; İslam’ı bir ideal olarak değil de, bir göz boyama veya taraftar toplama aracı olarak gören, çok aşağılık bir zihniyet aldı.
Bizim kesimin büyük bir kısmı, nasıl bu hale geldi? Aslında bugünkü vahim durumu anlamak için dünü, geçmişi iyi tahlil etmek gerekiyor. İslami söylemleri ve idealleri olan bu kesim, temel noktalarda, aslında baştan beri problemliydi. Baştan beri tevhid söylemi net anlaşılmadı, net anlatılmadı ve tevhidin hâkimiyeti gibi bir niyet hiçbir zaman taşınmadı. Söylemler, hedefler her ne kadar İslami olsa da, sathi meselelerden öteye geçmedi, temelli ve köktenci olmadı. Türkiye’nin kalkınmasını önceleyen söylemler, İslami söylemlerle harmanlanarak toplumdan destek istendi. Bu söylemlerden etkilenen halk desteğini verse de, bu destek veriş halkın İslami anlamda değişmesini, şuur kazanmasını sağlamadı. Aslında sadece taraftar olan ve eğitilmeyen halk, onların da işine geliyordu. Çünkü eğitimsiz bir halkı yönlendirmek çok daha kolay olacaktı. Bugün gelinen noktada, bu konuda ne kadar isabetli olduklarını görüyoruz. Bilinçli bir şekilde, eğitimsiz ve bilinçsiz bırakılan halk, adeta koyun gibi güdülür hale getirildi. Ülkede neler oluyor neler, bu bilinçsiz halk kitlesi, sanki hiçbir şey olmamış gibi rahat bir şekilde hayatına devam edebiliyor. İnsanların bu hali, ülkesi için kaygılanan insanlara, akla zarar bir durum yaşatıyor. Maalesef bu insanlar, yapılan ikazlara kulak asmıyorlar; anlatılan zulümleri tınmıyorlar; ortaya konulan gayr-ı İslami uygulamaları ‘vardır bir hikmeti’ diyerek tevil edebiliyorlar… İşte işin zor tarafı, meselelere böyle bakan, adeta uyuşturulmuş gibi duyarsızlaşan bir halkı, uyandırmaya çalışmak.
Böyle mi olmalıydı?
Bugün dünyada bir şeylerin düzelmesi için, neredeyse denenmedik beşeri reçete kalmadı. Defalarca denenmiş, yetersiz ve çaresizliği ortaya çıkmış beşer kanunlarına isyan eden insanların, kimi zaman aleni kimi zaman da gizliden gizliye var olan şeriat istekleri, Müslümanların yaşattığı hayal kırıklıkları sebebiyle törpülenmiştir. İnsanlar her ne kadar İslam’dan ürktüklerini söyleseler de veya insanlara ‘İslamofobi/şeriatfobi’ verilmeye çalışılsa da, akılların bir köşesinde ‘belki de Müslümanlar geldiğinde bir şeyler değişebilir’ düşüncesi vardı. İslami kesimin zaten en büyük iddiası buydu. ‘Biz gelirsek her şey düzelecek’ diyorduk. Ve gün geldi, bizimkiler iktidar oldu. Ancak durum, hiç de iddia edilen gibi olmadı. Memleketin başına Müslümanlar, namaz kılanlar geçti ancak memlekete adalet gelmedi. Müslümanlar iktidar oldu ancak, memlekette ahlaksızlık düzelmedi; terör bitmedi; cinayetler, intiharlar azalmadı; toplumsal huzur, barış gerçekleşmedi… Hatta Müslümanların iktidara gelmesiyle tüm bu sorunlar azalmak bir yana, artarak devam etti. Yaşanılan bu durumlardan dolayı, İslam’dan medet uman insanlar, çok büyük hayal kırıklıkları yaşadı. Bu insanlara, bu hayal kırıklığını yaşatmak büyük bir vebaldir. Çünkü hayal kırıklıkları ümitsizliği, ümitsizlik de inanılan değerler uğrunda çalışma isteğini yok eder.
Nerede hata yapıldı?
Bizim cenahın iktidara gelenleri hemen her konuda hata yaptı. Onların arkasından giden bir çok kesim, zenginiyle fakiriyle, âlimiyle aydınıyla, yapılan hatalara destek vererek veya sessiz kalarak onların vebaline ortak oldu.
Cumartesi yasağını çiğneyenlerin anlatıldığı kıssadaki 3 sınıf1 insan oluştu: Günahı işleyenler, günaha sessiz kalanlar ve günahkârları uyaranlar… İşte biz bu günahkârları, en yüksek perdeden uyaran o grubuz (inşallah.) Bize: ‘Siz ne yapabilirsiniz ki, sayınız ve gücünüz bu kadar azken neyi düzeltebilirsiniz?’diye soranlara, 3 cevabımız var: 1- Bütün Peygamberler, sayılarının ve güçlerinin az olmasına rağmen anlatmaya, mücadele etmeye devam etmişlerdir. Bizler de eğer, Peygamberlerin yolundan gitmek istiyorsak, onlar gibi, azimle, cesaretle hakkı/hakikati anlatmaya devam etmek zorundayız. 2- Rabbimiz Teala : “Öğüt ver, çünkü öğüt mü’mine fayda verir”2 buyurmaktadır. Rabbimizin bu düsturuna kulak verip, kalbinde zerre kadar da olsa iman olan kardeşlerimize ikaz ve uyarının fayda vereceğini ümit ederek, anlatmaya devam etmek zorundayız. 3- Tıpkı Cumartesi yasağını çiğneyenleri ikaz edenlerin dediği gibi “(Kıyamet günü) Rabbimize mazeretimiz olsun diye,” yani “biz uyardık; onlar dinlemedi” diyebilmek için anlatmak zorundayız. Bu günahkâr güruh, İslam’ın prensiplerini hem kendi hayatlarında hem de devlet yönetiminde defalarca çiğnedi. Haramlara girdiler, haramlara imzalar attılar. Devleti İslamlaştırmak bir yana, laik sistemin savunucusu hatta bekçisi, hamisi durumuna geldiler.
Bu güruh kendi menfaatlerini İslam’ın ve de halkın menfaatlerinin önüne geçirdi. Elde ettikleri makamları kullanarak kendilerini ve ailelerini zengin ettiler. Yaşam tarzı olarak da görgüsüz ve lüks yaşantıları toplumda bir mide bulantısı oluşturdu.
Bu güruh, dost-düşman ayrımını yapamadı. Gerek kendi yol arkadaşlarını, davadaşlarını, gerekse de kendilerine destek olmasalar da aynı cenahın insanı olan din kardeşlerini düşman ilan ettiler. Hakiki düşmanlarını ise, dost ilan edip, onları kollamaya, desteklemeye, makamlara getirmeye başladılar. Din/dindar düşmanları, memleketin karar mercii haline getirildi. Bunlar da ilk icraat olarak cemaatlere savaş ilan etti.
Dış politikada da bu ayrım bir türlü becerilemedi. Bunların ağzından ‘Müttefikimiz Amerika’, ‘Dostum Obama’, ‘Dostumuz İsrail’ ifadelerini sıklıkla duymaya başladık. Dost-düşman ayrımı konusunda kafaları o kadar karıştı ki, dün; ‘Kardeşim Esad’, ‘Dostum Putin’ dediklerine bir süre sonra; ‘Eeey Esad! Eeey Rusya! Eeey Putin!’ diye seslenmeye başladılar. Bugün ise yeniden; ‘Dostum Putin’, ‘Kardeşim Esad’ demeye hazırlanıyorlar.
Bu güruh, memlekette zaten olmayan adalet anlayışının daha da dibe vurmasını sağladı.Bunların döneminde, toplumun adalete güveni %20 oranının dahi altına geriledi. Biz bunlardan İslam’ın adalet anlayışını getirmelerini beklemedik. Onlardan bunu beklemek safdilliğin ötesinde, ahmaklık olurdu. Ancak, dinin de aklın da kabul edeceği temel hukuk kuralları, haklı-haksız, suçlu-suçsuz ayrımı yerle yeksan oldu.
Daha burada yazamayacağımız kadar çok hata yapıldı. Tüm bunların sonucunda, yapılan tüm yanlışlar İslam’a mâl edilmeye başlandı. Dünyada var olan haksızlıklara yıllarca, ‘çözüm İslam’da’ diye haykıranlar, kendi elleriyle haksızlıklar yapmaya başladı… Yapılan zulümlere yıllarca karşı çıkan ve ‘mazlumun yanında, zalimin karşısındayız’ diyenler, kendi elleriyle zulümler yapmaya başladı… Yapılan adaletsizliklere yıllarca ‘adalet-hakkaniyet İslam’da’ diyenler, kendi elleriyle adaletin terazisiyle oynadılar…
İslami kesimin şuurluları ve ideallerinden asla vazgeçmeyenleri olarak, bizim cenahın içinden çıkan ancak artık bizden olmaktan fersah fersah uzaklaşmış bu insanlardan beri olduğumuzu ve onlardan utandığımızı ilan ediyoruz. Evet, utanıyoruz, bunlar bizim içimizden çıktı. Bizim insanımızı bir taraftan; ‘Artık İslam’ın hakimiyetine ihtiyaç yok,’ ‘laiklik çok da kötü bir şey değil’ noktasına getiren, diğer taraftan lüks yaşantıya özendiren, menfaatperest yapan bu zihniyetten utanıyoruz. İslami kesimin değer ve ideallerini altüst edenlere, bunca yılın bilinçlendirme çabasını, emeğini çar çur edenlere hakkımızı helal etmiyoruz. Ancak sadece utanmanın veya öfkelenmenin yeterli olmadığının da farkındayız. Bundan dolayı, İslam’a verilen zararları anlatmaya devam edeceğiz… Bundan dolayı, İslamcılık anlayışını yozlaştıran bu zihniyet hakkında Müslüman halkımızı uyarmaya devam edeceğiz… Bundan dolayı, Tevhid davasını hakim kılmaya çalışan hareketimize yapılan engellemeleri her fırsatta haykırmaya devam edeceğiz…
1- Bakara, Nisa, Araf 2- Zariyat 55