Neyin bedelini ödüyoruz?

İktidar 2023’teki genel seçimlerin ardından Mehmet Şimşek’i ekonominin başına getirerek başta kamu maliyesi ve hazine olmak üzere ekonomiyi toparlamaya karar verdi. Şimşek’in göreve getirilmesi bir yanda bir iyi niyet gösterse de ilk günden beri sorulan iki soru vardı. Birincisi, Erdoğan Şimşek’e ne kadar tahammül edecek? Özellikle yabancı yatırımcılar açısından Şimşek’in kalıcı olacağına inanmak kolay olmadı. … Neyin bedelini ödüyoruz? Devamı »

Eklenme Tarihi: 27 Haz 2024
4 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 27 Haz 2024
Neyin bedelini ödüyoruz?

İktidar 2023’teki genel seçimlerin ardından Mehmet Şimşek’i ekonominin başına getirerek başta kamu maliyesi ve hazine olmak üzere ekonomiyi toparlamaya karar verdi.

Şimşek’in göreve getirilmesi bir yanda bir iyi niyet gösterse de ilk günden beri sorulan iki soru vardı. Birincisi, Erdoğan Şimşek’e ne kadar tahammül edecek? Özellikle yabancı yatırımcılar açısından Şimşek’in kalıcı olacağına inanmak kolay olmadı.

31 Mart seçimleri yaklaşırken Erdoğan kasada zaten para kalmadığı için ya da harcanacak para olsa bile bunun sonucu değiştirmeye yetmeyeceği için bu sefer genel seçimler öncesindeki gibi kamu maliyesini yerle yeksan edecek adımlardan kaçındı.

Yerel seçimlerdeki mağlubiyet tünelin ucunda görününce kısık sesle ifade edilmeye başlanan, seçim sonuçları ile de yüksek sesle telaffuz edilen ‘Bunun faturası Şimşek’e kesilir mi?’ sorusuna ise daha seçim akşamı Erdoğan ekonomik programa bağlıyız mesajı ile cevap verdi.

Bugün itibarıyla Şimşek’in kalıcı olacağına dair bir soru yok gibi. Tabii Erdoğan’ın siyaset tarzında yarın ne olacağını kestirmek kolay olmayabilir.

Şimdiki mesele ise Şimşek’in, o koltukta otursa bile istediklerini ne kadar yapabileceği. Bilahare Merkez Bankası Başkanlığı’ndan ayrılan Hafize Gaye Erkan’dan Şahap Kavcıoğlu’nun BDDK başkanlığına kadar Şimşek’in elinin istediği kadar rahat olmadığı zaten biliniyordu.

Son vergi paketi tartışmalarında Şimşek’in doğal sınırları da daha ciddi şekilde test ediliyor.

2023’teki ikinci soru ise iktidar durumu düzeltme çabasına ekonominin nefesinin ne kadar yeteceği idi? Bu soruya elbette acı reçetenin getirdiği başka bir soru da eşlik etti: Siyasetin nefesi, iktidarın gücü gerçek bir acı reçeteyi taşımaya kâfi gelir mi?

Bu sorular bugün itibariyle hala cari. Şimşek’in iyi niyetle hazırladığından pek kimsenin şüphe etmediği tasarruf paketine ve yeni vergilere dair içerik tartışmaları ise temel bir noktayı ya ıskalıyor ya da örtüyor.

Tasarruf paketinde Şimşek’in uzun uzun anlattığı atılacak adımlar aslında an itibariyle 22 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın nasıl israf ettiğini listeliyordu.

Bu paketin dar gelirliler mecburen en hayati giderlerinden tasarruf ederken devletin de ‘lütfen’ tasarruf yaptığının ilanının ötesinde bir anlamı var mı tartışılır. Devletin toplum hayatındaki ve ekonomideki yerinin kalıcı olarak sorgulamayan kozmetik önlemlerin ne kadar iyi niyetle olursa olsun sahici, kalıcı ve yapısal bir sonuç üretmesi mümkün değil.

Vergi paketi ile getirilmek istenenlerin eleştirilmesinin altında ise paketin unsurlarının teknik özelliklerinin ötesinde daha derin itirazlar var.

Bugün devletle toplum arasındaki adil vergi sözleşmesinin karşılıklı olarak bozulmuş durumda. Vergi modern devletin, demokratik denetleme mekanizmaların en başat unsuru. Vergiyi çıkardığınızda modern devletten geriye neredeyse bir şey kalmıyor. Çünkü verginin sistemli, kurallı ve öngörülebilir şekilde toplanmadığı bir ortamda modern devletin işlevlerinin yerine getirme ihtimali yok.

Bugün Türkiye’de toplanan vergilerin adil, verimli, hakkaniyetli bir şekilde kullanıldığına dair algı kaybolmuş durumda. Bu da vergi vermekle ilgili zaten zor tesis edilen kamu onayını büyük ölçüde zedeliyor.

Vatandaş ödediği vergilerin gerektiği gibi harcanmadığını düşündüğü için vergi vermekte gönülsüz. En basit örneği, eğitim bütçeden büyük pay alırken yani vergilerin önemli kısmı eğitime ayrılırken orta ve orta üst kesim çocuklarını özel okula gönderiyor ve kamu eğitiminden neredeyse hiç yararlanmıyor. Kamu eğitimini kullanan kesimin ise bu eğitimden istediği sonucu alması çok zor. Benzeri sağlık sistemi için de söylenebilir.

Kamunun aldığı vergiler sebebiyle ücretsiz ya da düşük ücretli temin etmesi gereken eğitimden sağlığa, güvenlikten temel iletişim hizmetlerine kadar kaliteli hizmet için aile bütçelerinden ayrı bir bütçe ayrılması gerekiyor.

Üstüne de çok kazananın az, az kazananın bütçesine göre çok vergi verdiği bir sistem var. Bir de genel kabul haline gelen yolsuzluk algısını ekleyelim.

Böylesi adaletsiz ve verimsiz bir sistem karşısında da vatandaş devlete vergi vermemek için her türlü imkânı kullanıyor. Vatandaşlar doğrudan vergi vermemenin yolunu buldukça da dolaylı vergiler üzerimize kâbus gibi çöküyor.

Tüm bu çabanın amacı da günün sonunda depremle ya da pandemi ile hiç ilgisi olmayan Merkez Bankası’nın boşalan kasasını doldurmak, 50 milyar dolarlık KKM maliyetini karşılamak, KKM ile mukayese edince küçük kalan ama uzun vadeli olarak tüm çalışan-emekli rasyolarını bozan EYT ödemelerini yapabilmek, gemiyi yüzdürmek için korkunç faizlerle alınan borçları ödeyebilmek.

Ödediğimiz ve ödeyeceğimiz bedelin sebepleri bir daha tekrar etmeyecek şekilde ortadan kalkmadan da bu paketler ekonomiyi yaşatsa bile vasata mahkumiyetten kurtulmamız pek kolay görünmüyor.

Siz gelin bu ortamda insanları daha fazla vergi vermeye, ekonominin düzelmesi için acı ilaç içmeye ikna edin.