Ölümü tefekkür etmek ve geçen ömrümüzün muhasebesini yapmak zamanın kıymetini bilmeyi sağlayacaktır. Bu şekilde kişi, daima hayırlı işlerle meşgul olacağı, boş konuşmayacağı, daima ahireti, hesabı, Allah Azze ve Celle’nin rızasını düşüneceği için kalbi temizlenecek, bakışı berraklaşacak, ciddiyeti artacaktır.
İslam, hayatın her alanına nüfuz eden, nüfuz ettiği her alanı da dengeli hükümleriyle ve kazandırdığı bakış açısıyla düzenleyen bir dindir. Bu anlamda müntesiplerine genel bir bakış açısı kazandırmakta, artık olaylara ve eşyaya kazandırdığı bu bakış açısıyla baktırmaktadır.
Kur’an’da Ömür
İslam nazarıyla dünyaya, dünya nimetlerine, bizlere verilen her türlü nimete bakmayı öğrendiğimizde bir denge kazanmış olacağız, bu denge ile istikamet üzere olabilmeyi başaracağız inşallah. Dengeyi tutturmamız gereken önemli bir konuda dünyadaki hayatımız (ömür sermayemiz) ve bu hayatı nasıl değerlendirdiğimizdir. Aynı zamanda bu konu maneviyatımızın gelişmesi veya gerilemesi ile doğru orantılıdır. İnsan genellikle doğum gününde (yaş gününde) veya yeni bir yıla girdiğinde ömründen bir yılın daha geçtiğini, sermayesinin tükenmekte olduğunu hatırlayabiliyor. Oysa bu durumu bir yıl gibi uzun bir sürede değil de daha kısa zaman aralıklarında hatırlaması, daha sık muhasebe yapmasını ve varsa yanlışlarını düzeltmesini sağlar. Ömür, Arapça olarak “el-umuru, el-amru”olarak ifade edilir, bununla doğumdan ölüme kadar geçen zaman, yaşama veya var olma süresi kastedilir.1 Bu kelime Kur’an’da ondan fazla yerde geçer.
Kur’an, insana verilen sürenin (dünya hayatının) geçiciliğini, buna mukâbil âhiret hayatının ise bâki (kalıcı) olduğunu vurgular. Bununla ömrümüzün bir süresi olduğu ve dünyanın fani olduğunu bilmemizi, bu sebeple burada kalıcı gibi değil de bir yolcu gibi davranmamızı sağlar. Asıl hayatın bu duraktan sonra geldiğini, orasının son durak olduğunu, ona göre yolculuğa hazırlık gerektiğini değişik şekillerde önümüze serer. İnsanların en çok bu noktada gaflet içerisinde olduğunu da söyler. “İnsanların hesap vakti (kıyamet günü) yaklaştı. Fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler.”2 Kur’an durumu ne güzel özetliyor. İnsanoğlu elindeki sermayesi her gün tükenen ve iflası kaçınılmaz bir tüccar gibi olduğu halde gaflet içinde hâlâ gününü gün ediyor, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam ediyor. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, dünyadaki zaman karşısında insanın durumunu anlatırken “Dünya benim neyime? Dünyada ben, bir ağaç altında gölgelenen, sonra da onu terk edip giden bir yolcu gibiyim”3 buyuruyor. Yani yolcu olan bizlerin dünyaya bu şekilde bakmamız ve asıl hedef olan âhirete odaklanmamız gerektiğini hatırlatıyor. Ruhlar âleminde başlayan yaratılış yolculuğumuz dünya denilen imtihan sahasında mola vermekte ancak son durak olan âhirete doğru hızla akıp gitmektedir.
Ölümü Tefekkür Etmek
İnsanın ömrünü değerlendirebilmesi, muhasebesini yapabilmesi ölüm ve ötesine olan inancına ve bu inancını sağlamlaştıran bilgilere bağlıdır. Bu inancı ne kadar kuvvetli ise muhasebesi de o oranda sürekli olacaktır. Bu inancı ne kadar zayıfsa, muhasebe yapmadığı gibi ona hazırlık da yapmayacak, hatta ölüm ve ötesinin gündeme gelmesinden bile rahatsız olacaktır. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Akıllı kimse odur ki nefsini hesaba çekmiş ve ölümden sonrası için çalışmıştır”4 buyurarak ölüm gerçeğini hatırlamanın, ona göre hayat yaşamanın önemine dikkat çekmiştir.
İnsanlar toplantılarda, arkadaş ortamlarında ölüm bahsinin açılmasını genellikle istemezler. Bu durum, kendilerini ölmeye hazır hissetmemeleri, hazırlık yapmamaları ve dünyayı alabildiğine sevmelerinden kaynaklanmaktadır. Yine dünyalarını deyim yerindeyse beş yıldızlı yaşamaları ve bunun için her şeylerini feda etmeleri, bunun yanı sıra âhireti ve oradaki hayatı ihmal etmelerinden kaynaklanmaktadır. Emevi halifelerinden Süleyman bin Abdulmelik Medine kadısı Seleme İbn Dînar’a (Ebu Hazim El-A’rec) soruyor: “Ey Ebu Hazim! Biz niçin ölmek istemiyoruz?”, Ebu Hazim cevaben diyor ki: “Çünkü biz dünyamızı imar ettik, ahiretimizi de harap ettik. Böyle olunca, mâmur olandan harap olana gitmek istemiyoruz.”5 Durumumuz bundan ibarettir.
Ölüm gerçeğini akıldan çıkarmamak, çoğu zaman hatırlamak, hatırlatıcı ortamlarda bulunmak gerekmektedir. Mezarlıklar, hastanelerin acilleri-yoğun bakım üniteleri-kanserden yatan hasta servisleri, yaşlıların bakım evleri gibi yerler insan hayatının fâni olduğunu en bariz şekilde hatırlatan ortamlardır. Bu ortamların ara sıra ziyaret edilmeleri insanın bir yönüyle dünya nimetlerine bakışını (lezzetlerini kırması yönünden) değiştirir, bir yönüyle de ömür sermayesini boşa geçirmemesini öğütler. İmtihanda olan talebe nasıl soruları çözerken zamanın kıymetini bilirse, o zamanı boşa harcamanın kendi geleceği açısından nasıl tehlike arz edeceğini anlarsa, bundan kat kat fazlasını insan âhireti için hissetmelidir. Okul hayatındaki sınavların telafisi mümkünse de dünya hayatındaki sınavın telafisi (bütünlemesi) yoktur. Kur’an bize âhirette azabı hak edenlerin pişmanlık içinde “Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, salih amel işleyelim”6 diyeceklerini ve bu isteklerinin asla gerçekleşmeyeceğini haber vermektedir. Onlara “Öyleyse bu (azab) gününüzle karşılaşmayı unutmanıza karşılık azabı tadın…”7 denilecek.
Ölüm Gerçeği
Ölüm gerçeğini Kur’an’dan ve hadislerden okumak ve öğrenmek de onu anlamaya, kişiyi onun için hazırlık yapmaya sevk eder. Bu ömrün bir hesabı olduğunu, sonucun cennet veya cehennem olduğunu, başka bir ihtimalin ve ölüm gerçeğinden kaçışın olmadığını bilmek kişiyi dünya hayatına daha ciddi bakmaya sevk eder. Hz. Âişe Radıyallahu Anha’nın kalbinin katılığından şikâyet eden bir kadına ölümü çokça zikretmesini, böylece kalbinin rikkate (yumuşak ve hassas olması) geleceğini öğütlemesi de gösteriyor ki ölümü hatırlamanın daha pek çok faydası vardır. Ölüm, kabir hayatı, ba’su ba’del mevt (yeniden diriliş), mahşer, mizan, cennet ve güzellikleri, cehennem ve azabına dair sahih bilgiler insanı ömür sermayesi konusunda uyarıyor, hazırlık yapma yönünde teşvik ediyor.
Kanser olduğunu ve doktorlarının deyimiyle az bir zamanının kaldığını (doğrusunu elbette Allah bilir) öğrenen hasta nasıl bir ruh haline bürünür? Günlerinin sayılı olduğunu yakinen hissetmeye başlar, gözünde dünyanın süsü, çekiciliği kalmaz, hatta yemeden içmeden kesilip zayıflar. Pek çoğumuz etrafımızda veya yakınlarımızda bu durumu müşahede etmişizdir. Oysa ki ecel hâdisesi kişiye bundan daha yakındır, her an soluğu insanın ensesindedir. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Ben uyarıcıyım, ölüm yakalayıcı, kıyamet ise va’dedilen vakittir”8 buyuruyor.
Zamanın Kıymetini Bilmek
Ömrün muhasebesini iyi yapabilmenin bir yolu da zamanın bir nimet olduğunu, bunu boşa geçirmenin, heba etmenin vebal olduğunu bilmektir. Âlimlerimizin hayatına baktığımızda gördüğümüz manzara şudur: Öyle kitaplar yazmışlar, öyle eserler ortaya koymuşlar ki çoğunun hayatını ve yazdıkları eserlerin sayfasını göz önüne getirdiğimizde; bu kadarcık bir zaman diliminde nasıl yazılabilir sorusu akla geliyor. Sonra onların zamanı nasıl değerlendirdiklerine baktığımızda (Allah Celle Celaluhu’nun da yardımıyla) bunun mümkün olabileceğine kanaat getiriyoruz. Adeta zamanla yarışırcasına hareket etmişler, Allah rızası için ilim elde etme ve sonraki nesillere aktarma yolunda o kadar mücadele etmişler ki, Allah Azze ve Celle’nin izniyle zamanları bereketlenmiştir. İmam İbni Cerir et-Taberî Rahimehullah’ın talebeleri buluğ çağından itibaren ölümüne kadar ömrünü hesap etmişler, sonra yazdıklarının sayfasını hesap etmişler ve her güne 28 sayfa yazı düştüğünü görmüşlerdir. 72 yılı güne çevirip 28 sayfa ile çarptığımızda 735 bin sayfa yapmaktadır. Bu durum Allah Azze ve Celle’nin yardımıyla ancak açıklanabilir. Mısırlı bir Şair’in dediği gibi: “Kalp atışları insana şöyle der, hayat dakikalar ve saniyelerdir.”9 İnsan zamana bu şekilde akıp giden dakikalar ve saniyeler gibi bakabilse, hayatını planlar, boşa zaman geçirmez, vaktini hayırlı ve gerekli işlere ayırır. Yaratılış gayesine uygun ameller/emeller peşinde koşar. Dünyaya dair uzun emel beslemez, kanaatkâr olur.
Dünya Müslümanlarının halini düşünmek, onların bu durumdan kurtulması için çare aramak da insanı ömrün/zamanın muhasebesini yapmaya iten vesilelerdendir. Toplumumuzda yaşanan gayri İslami ve gayri ahlaki yaşantıların değişebilmesi, yeryüzündeki zulümlerin ve fesadın bitmesi ancak İslam Medeniyeti’nin hâkim olması ile mümkündür. Bu büyük hedef yolunda adım atılmasının farz olduğuna dair delilleri bilmek, mücadelenin ve fedakârlığın da aynı oranda fazla olması gerektiğini idrak etmek kişiyi harekete geçirir, vaktini planlamasını sağlar. Planlama yaptığında işlerin çokluğunun yanında vaktinin ne kadar da az olduğunu görecektir. Üniversite sınavına hazırlanan talebenin koca bir yılı düşündüğünde daha önümde uzun bir zaman var deyip de sonrasında her bir ders için ayırması gereken zamanı hesaplayıp planlama yaptığında aslında boşa geçirecek vaktinin olmadığını anlaması gibi… Hayatımızı/vaktimizi planlamadığımız için, atılması gereken adımları, yapılması gereken işleri tam tespit etmediğimiz için vaktimizin çok olduğunu zannediyor ve aldanıyoruz.
İnsan İçin Ahiretten Daha Önemli Ne Olabilir?
Sonuç olarak ömrün muhasebesini yapmak için zamanın kıymetini bilmek, ölüm ve ötesini tefekkür etmek kişiyi boş işlerden alıkoyacaktır. Kişi daima hayırlı işlerle meşgul olacağı, boş konuşmayacağı, daima ahireti, hesabı, Allah Azze ve Celle’nin rızasını düşüneceği için kalbi temizlenecek, bakışı berraklaşacak, ciddiyeti artacaktır. İnsan için âkıbetin cennet veya cehennem olmasından daha mühim ne olabilir? Allah Azze ve Celle’nin cenneti-cehennemi olmasaydı da yine de insana düşen elbette O’na layık bir kul olmak için mücadele etmesiydi. Ancak insanların genelini düşündüğümüzde azap ve mükâfat önemli bir caydırıcı unsurdur. O sebeple Kur’an’da bunun üzerinde sık sık durmaktadır.
Rabbim, ömrünün muhasebesini yapanlardan ve ömür sermayesini en iyi şekilde kullananlardan olmayı nasip etsin.
Kaynak
1) Rağıb el-İsfehânî, el-Müfredâtü Elfâzi’l-Kur’ân, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007, s.1049. 2) Enbiya, 1. 3) Tirmizî, Zühd 44. 4) Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 124; İbn Mace, Zühd 31. 5) Sahabe Hayatından Tablolar, Abdurrahman Re’fet El-Bâşâ, II. Cilt, s. 356. 6) Secde, 12. 7) Secde, 14. 8) İbni Ebi Dünya, İ. Gazzali, İhyâ-u Ulumu’d-Din, 4. Cilt, s.973. 9) Abdulfettah Ebu Gudde, Zamanın Kıymeti, s.95.