Sosyal psikoloji alanındaki araştırmalar on yıllardır ön yargıların nereden geldiği ve nasıl oluştuğu sorusuyla ilgileniyor. Ön yargı kavramına yönelik tanımlar ise, ön yargıların belirli grup aidiyetlerine atfedilen olumsuz yönelimler olduğunu gösteriyor. Bu tanımlara göre kişi, bir birey olarak değil, -çoğunlukla- olumsuz özelliklerin atfedildiği bir grubun üyesi olarak görülüyor.
Bu nedenle, ön yargının ön koşulu, ortak özellikleri paylaşan insanların sınıflandırılması ve dolayısıyla sosyal açıdan kategorileştirilmeleri oluyor. Peki, insanlar neden sosyal çevrelerini ve aslında karşılaştıkları her şeyi kategorize ediyor?
Bilişsel Bir Beceri Olarak Kategorik Düşünme
Kategorik düşünme, temel bilişsel becerilerimizden biri. Kategorilerle, nesneleri veya olayları benzerliklerine göre sınıflar hâlinde gruplandırırız. Bu durum kategoriler hakkındaki bilgilerimizi yeni, güncel deneyimler için kullanmamıza izin verir. Kategoriler algılamamızda, eylemlerimizi planlamamızda, öğrenme ve düşünme süreçlerimizde merkezî bir rol oynar.
Bazı teorisyenler, kalıp yargıların ve ön yargıların kökeninde insan beyninin kategorik düşünme özelliği olduğunu ve bu nedenle bu yargıların kaçınılmaz olduğunu öne sürmüşlerdir. Kategorik düşünme, beyinde gerçekleşen hızlı ve otomatik bir süreç. İnsan beyni karmaşık bilgileri anlamlandırmak için doğal olarak kategorilere yönelir ve bu, bilgiyi daha etkili ve hızlı bir şekilde işlememizi sağlar. Ancak, bu süreç bazen hatalı ve olumsuz sonuçlara da yol açabilir.
Kalıp Yargı, Ön Yargı ve Ayrımcılık
Kalıp yargılar, bilgi işlem sürecini basitleştirmeye hizmet eden mekanizmanın bir yan ürünü olmakla birlikte, zihnimizde dış dünyayı modellememize yardımcı olan bir örüntüye işaret eder ve duruma ilişkin ayrıntılı bilgiler içermeseler de belirsizliği azaltma işlevi görürler. Bu şekilde kişi, hayatta kalma şansını artırmak için yeni durumla ilgili tüm gerçekleri göz önünde bulundurmadan genelleştirilmiş tutumlar geliştirebilir. Bu anlayışa göre tutumların bilişsel kısmını kalıp yargılar (stereotipler) oluştururken, duygusal kısmını ise ön yargılar oluşturur. Bu kalıp yargı ve ön yargıların davranış alanına yansıması ile de ayrımcılık ortaya çıkar.
Her ne kadar bu kavramlar birbiriyle ilişkili olsa da birbirlerinden bağımsız olarak da varlıklarını sürdürebilirler. Örneğin kalıp yargıya sahip olan birinin belirli bir gruba karşı ön yargı sahibi olması gerekmediği gibi, ön yargı sahibi kişiler de ayrımcı tutumlar göstermeyebilirler. Bu durum bilhassa otomatik süreçler sonucu ortaya çıkan kalıp yargıların, ayrımcı tutum ve davranışlardan ayrıştırılması ve otomatik gerçekleşen süreçler karşısında çaresiz olmadığımızı göstermesi açısından önemlidir.
Ön Yargıların Oluşumu
Ön yargıların gelişimini açıklamak için birçok teori ortaya atılmıştır. Sosyal kimlik teorisi de ön yargıların gelişimini açıklamak için bize uygun bir zemin sağlar. Bu teoriye göre her bir birey, aidiyet hissettiği gruba bağlı olarak kendine yönelik bir kimlik geliştirir. Evrimsel açıdan, her insan hayatta kalma şansını artırmak için sosyal olmaya, yani diğer insanlarla bağlantı hâlinde olmaya ihtiyaç duyar. Kişinin içinde bulunduğu gruba aidiyetine yönelik deneyimlediği tehdit ve gruptan dışlanma durumu sosyal bir acı olarak algılanır. Öyle ki beyin bu acıyı fiziksel acıya benzer bir şekilde işler. İnsanlar özellikle tehdit durumlarında kendi grupları ile yabancı grupları hızlı bir şekilde ayırt etmek için kategoriler oluşturur. Buna “öz sınıflandırma” denir. Tam da burada kendimizi ve diğerlerini hangi kategori ve gruba atadığımız, kendimizi ve başkalarını algılama biçimimizi etkiler. Bir kişi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan onu belli bir gruba atayarak, o kişiye o grubun tipik özelliklerini atfederiz. Bu özellikleri olumsuz olarak değerlendirdiğimizde ise ön yargılar oluşur.
Aynı zamanda ailemizden, çevremizden ve medyadan bu tür değer, tutum, beklenti ve davranış biçimlerini görür, benimser ve en nihayetinde içselleştiririz. Böylelikle gruplara ve insanlara farklı özellikler ve dolayısıyla belirli bir sosyal değer atfetmeyi öğreniriz.
Öte yandan, gruplar veya bireyler arasındaki gerçek bir çatışma veya rekabet de ön yargıya yol açabilir. Farklı grupların amaçları, ilgi alanları, düşünme ve davranış biçimleri birbiriyle uyumlu olmayabilir. Örneğin savaş veya kıtlık durumunda gıdanın dağılımı söz konusu olduğunda grupların çıkarları birbirleriyle uyum içinde olmayabilir. Bu gibi durumlarda insanlar, olumlu bir sosyal kimlik deneyimlemek için kendi grubunu diğerlerinden daha iyi olarak ayrıştırır ve kendi lehine olacak şekilde bir tutum sergiler. Buna “grup içi kayırmacılık” denir.
Bireyin içsel çatışmaları da ön yargıların gelişimine yönelik bir diğer açıklama olarak gösterilebilir. Örneğin, kişi başvurduğu iş yerinden olumlu yanıt alamazsa bu durum kişinin kendisini başarısız ve değersiz hissetmesine yol açabilir. Ret ile sonuçlanan iş başvurusubeg kişinin ihtiyaç duyduğu iyi benlik saygısı/duygusu ile çelişir. Almanya’da yaşayan birisi için “Mülteciler Almanların işlerini elinden alıyor” şeklindeki can sıkıcı tavır, kişinin öfkesini ve hayal kırıklığını mültecilere yöneltmesine olanak tanır. Kişi artık başarısızlığın nedenini kendinde görmez ve bunun sonucunda kendini daha iyi ve rahatlamış hisseder. Dış grup üyelerine olumsuz özellikler atfetmek ve saldırgan, düşmanca tutumlar yönlendirmek, kişinin iç çatışmasının dışa doğru yer değiştirmesinin bir sonucudur. Kişinin kendi iç çatışmasını çözmeye yönelik bu girişimi bu bağlamda ön yargılara yol açabilir.
Ayrımcılığa Karşı Adım Atmak, Ama Nasıl?
Zihinsel süreçlerimizin bir çıktısı olan kalıp yargılar üzerinde çalışmanın davranış değişikliğine yol açıp açmadığı belirsiz. Alanda yapılan araştırmalar birbirinden farklı sonuçlar gösteriyor. Bu bağlamda kalıp yargılarla savaşmak yerine farkındalığımızı artırmak yani kendi içimize bakıp, sahip olduğumuz ön yargılarımızı tanıyarak, ayrımcılığa karşı adım atmamız mümkün olabilir.
Bunun yanı sıra, gruplar arasındaki ön yargıları azaltmaya yönelik elimizdeki en güçlü koz temastır. Temas hipotezi, diğer grupların üyeleriyle teması artırmanın onlara karşı ön yargılarımızı azalttığını savunur. Bu bağlamda diğer sosyal gruplara atadığımız insanları yakından tanımak büyük önem taşır. Fakat temasın yalnızca doğru koşullar altında işe yaradığını, bu koşulların oluşmadığı durumlarda tam tersi etkilerin de gözlemlenebileceği unutulmamalıdır.
Temas hipotezi üzerine yapılan birçok araştırma olumlu temas deneyimlerinin ön yargıları azalttığını gösteriyordu. Bu araştırmalar, olumsuz temas deneyimlerinin olumlulara kıyasla daha nadir gerçekleştiğini gösterse de şunu da ekliyordu: Olumsuz temas deneyimleri ön yargıları olumlu temas deneyimlerinin azalttığından daha fazla güçlendiriyor. Bu bağlamda temasın da doğru koşullar altında ortaya çıkması büyük önem taşımakta.
Eylemlerimizde ve aldığımız kararlarda ön yargıların rolünü belirlemek pek mümkün olmasa da her bir birey kendi üzerinde çalışarak bilinçli bir şekilde, herhangi bir iç gücün insafına kalmadan hareket edebilir. Her ne kadar ön yargıların ve neden olabileceği ayrımcı davranışların azalması için sosyal değişim şart olsa da önyargılarını fark etme, sorgulama ve değiştirme potansiyeline sahip varlıklar olarak bu noktada kendi üzerimize düşeni yaparak toplumun değişimine olumlu yönde katkı sağlayabiliriz.
Sonuç olarak, önyargıların azaltılması ve ayrımcılığın ve dahası ırkçı düşüncelerin oluşumunun önüne geçilmesi için bireysel ve toplumsal düzeyde farkındalığın artırılması, gruplar arası temasın desteklenmesi, eşitlikçi değerlerin teşvik edilmesi ve ön yargıların kökenini anlama çabaları büyük önem taşır. Bu adımların bir araya gelmesiyle daha adil, hoşgörülü ve kapsayıcı bir toplum oluşabilir.
Kaynak: Perspektif