Ortadoğu Gerçeği ve Ümmetimizin Doğum Sancısı-7

Eklenme Tarihi: 08 Eyl 2016
6 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Ortadoğu Gerçeği ve Ümmetimizin Doğum Sancısı-7

Hamd; bize gönderdiği kitabıyla güçlü bir ümmet olmanın yolunu ve stratejisini gösteren, buna rağmen hatalar yapıp çöktüğümüzde bizi yeniden uyandıran Allah’a, Salât-u Selam; hidayetimiz için gece-gündüz mücadele eden ve hayatıyla mücadelenin yöntemini öğreten Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam ise ümmetin halini dert edinen ve yeniden diriltme gayreti içinde olan tüm kardeşlerime olsun. Önceki sayılarda Suriyeli muhaliflerin silahlı mücadeleye başlamadan önce düşünmek ve hesaba katmak zorunda oldukları ama kesinlikle düşünmedikleri 6 önemli hususu anlatmıştım. Hesaba katılmayan diğer önemli maddelerle devam ediyorum. 7- Devrimler tarihi incelendiğinde başarılı olan halk devrimlerinin büyük çoğunluğunun, uzun yıllar zulme uğramış ve geniş halk kitlelerinin gözünde mazlum duruma düşmüş hareketler tarafından gerçekleştirilmiş olduğu görülecektir. Halklar önce diktatörlere karşı sessiz kalmakta, haklarını arayamamakta ve bir araya gelemedikleri için zulme karşı koyamamaktadırlar. Bunun üzerine diktatörler genellikle şımarmakta ve daha da zorbalaşmaktadırlar. Onlar zulümlerini arttırınca muhalefet ruhuna sahip cesur insanlar yavaş yavaş bir araya gelmekte ve devrim hareketi başlamaktadır. Çünkü artık zulüm çoğalmış, şiddetlenmiş, herkesi kapsamış ve zulme uğramayan neredeyse kalmamıştır. Onun için başlatılan harekete hak verenler ve katılanlar çoğalır. Durumdan rahatsız bu insanları yönlendirebilecek bir liderlik ve kadro oluşabilir, disiplinli bir çalışma başlatılabilir, taze bir iman meydana getirilebilir, zamanlamada hata yapılmaz ve gerekli tüm şartlar gerçekleştirilirse hareket başarıya ulaşır. Muhalif hareketin başarıya ulaşmasında en önemli âmillerden biri de şüphesiz ki halkın yapılan zulmü açıkça görür hale gelmesidir. Muhaliflerin, zulmün halk tarafından görülür hale gelinceye kadar sabretmesi gerekir. Kendilerinin yapılan zulüm, sömürü ve haksızlıkları görüyor olmalarının çok bir önemi yoktur. Önemli olan bunların halk tarafından görülebilecek boyutlara gelmesi ya da bunların halka gösterilebilmesidir. Zulme uğrayanlar sabreder ve misillemede bulunmazlarsa hem olgunlaşır ve pişerler hem de halkın sempatisini kazanır ve taraftarlarını çoğaltırlar. Sabretmez ve misillemede bulunmaya kalkarlarsa intikamcı bir harekete dönüşürler ve halkın gözünde mevcut zalim rejimden bir farkları kalmaz. Mekke döneminde Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yapılan tüm zulümlere karşı sabrettiğini ve sabrı emrettiğini görüyoruz. İşkence altında inleyen Ammar b. Yasir’in yaşlı anne – babasına bile, şehit olmalarından önce “Sabredin Ey Yasir Ailesi. Size Cennet var.” diyor başka da bir şey demiyordu. Mekkeli müşrikler Müslümanlara 3 yıl ambargo koyuyor, onlara yiyecek – içecek vermiyor, kız alış – verişi ve her türlü insanî ilişkiler yasaklanıyordu. Müslümanlar çok zor durumlara düşüyor hatta bazıları şehit oluyordu. Buna rağmen Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Sizden önceki ümmetlerin başına daha ağır şeyler geldi. Vücutları demirden taraklarla taranır, etleri kemiklerinden ayrılırdı. Başları testerelerle ikiye biçilirdi yine de imanlarından dönmez ve sabrederlerdi”1 buyuruyor ve sabrı tavsiye ediyordu. Bu ne korkudandı ne de pasiflikten. Sayıca az olmaları gibi, tebliğ ve davet ortamının devam edebilmesi için çatışma ortamından kaçınmak gibi, yarınlarda iman edecek olanlarla bugünden karşı karşıya gelmemek gibi sebepleri vardı elbette. Ama onlar kadar önemli olan bir sebep de Müslümanların müşrik kitleler gözünde mazlum duruma düşmesi, müşriklerden insanlığını tamamen kaybetmemiş olanların merhamet duygularının canlandırılması ve İslam’ı dinlemeye, düşünmeye ve anlamaya hazır hale getirilmeleriydi. Kendileri gibi müşrik olan mevcut otoriteden nefret etmelerini sağlamak ve ittifaklarını dağıtmak içindi. Suriye’de başlayan bu hareket hiçbir şeyi düşünmediği gibi bunu da düşünmedi. Evet, 1970 den beri diktatör bir sistem vardı ve bazı kimselere zulmediyordu. Özellikle Beşşar Esed’ın babası Hafız Esed 1982’de Hama kenti ve çevresinde büyük bir zulüm ve katliam yapmış ve yaklaşık 60 bin insanı katletmişti. Ama bu büyük katliamı kendi kamuoyundan saklayabildiği kadar saklamıştı ve birçok Suriyeli olanları ya eksik ya yanlış duymuş ya da hiç duymamıştı. Hatta 1982’de olan bu büyük katliamı 1995’lerde Mısır’da ilk defa bizden duyan Suriyeli talebeler olmuştu. Çünkü Suriye’de tek bir medya vardır o da devletin medyasıdır. Durum böyle olunca rejimin zalimliğini birçok insan ya bilmemekte ya da kendisi zulme uğramamış olduğu için konuyla ilgilenmemekteydi. 1982’de olanları bilenlerin birçoğu geçen 30 sene içinde ya öldü ya yurt dışına kaçtı. Bir kısmı da sustu ve unutmaya çalıştı. Bugün yaşı 40 ve daha aşağı olanlar o günün zulümlerini bilmemekte ve normal bir şekilde hayatını sürdürmekteydi. Suriye’de zaten 30 yıldır ne cemaat ne de faaliyet olmadığı için onlara dönük büyük bir zulüm de olmamaktaydı. Onun için toplumun büyük bir kesimi olanlara bir mana veremedi. Hatta bir çokları rejim muhaliflerini âsi ve haksız gördü. Çünkü onlar zulme uğramamışlardı ve ortada özellikle son yıllarda büyük bir zulüm yoktu. Aksine Beşşar Esed son yıllarda bir kısım açılımlar yapmış, bir kısmı için de söz vermiş ve maaşları da yükseltmişti. Bütün bunlar muhaliflerin anlaşılmamasına ve harekete katılımın düşük olmasına sebep oldu. Yukarıda da belirttiğim gibi diktatörlüğün, zulmün ve yolsuzlukların sadece devrimci muhalifler tarafından biliniyor olması yeterli değildir. Bunların büyük halk kitleleri tarafından anlaşılacak hale gelmesi gerekmektedir. Haklı olmak yetmemekte, haklılığınızı ispat gerekmektedir. Mazlum duruma düşmeyi ve kitlelerin gönlünü kazanmayı bilmek ve buna sabretmek gerekmektedir. Bu, rejim güçlerinin, ordusunun, emniyetinin ve istihbaratının az da olsa desteğini alabilmek ya da en azından bu güçlerin bölünmesini sağlamak için de gereklidir. Güzel bir strateji izlenilmiş ve sabırlı davranılmış olsaydı belki de ordu ve emniyette bölünme olabilir ve rejim zayıflayabilirdi. Muhalifler ve Türkiye Hükümeti bunu bekliyordu ama olmadı. Çünkü bu güçler olayların bu hale gelmesinin sebebi olarak muhalifleri gördüler. Kısacası Suriyeli muhalifler başlangıçta mazlum duruma gelmeden veya en azından halk, ordu ve emniyet güçlerinin gözünde bu duruma düşmeden harekete geçtiler ve yalnız kaldılar. Rejim bunu kullandı ve muhalifleri âsi, kendini ise mazlum göstermeyi başardı. Hem de bütün zulmüne rağmen. Siyaset bilmeyenlerin siyaset bilenlerle mücadele etmesi ne kadar da zor. 8- Suriyeli muhaliflerin bu mücadeleye başlarken düşünmeleri gereken diğer bir hususta kendi yaptıklarını da rejimin yaptıklarını da tüm dünyaya ilan edebilecek bir medya gücüne ulaşıp ulaşmadıklarıydı. Yaşadığımız asırda medyanın ne büyük bir silah olduğu malumdur. Bu silaha sahip olan karayı ak, akı da kara olarak gösterebilmektedir. Suriye’de hemen hemen bütün medya devletin tekelinde olduğu ve basın özgürlüğü olmadığı bilindiğine göre muhalifler seslerini nasıl duyurabilirlerdi? Hem halklarını eğitebilmek hem kamuoyu meydana getirebilmek hem de dünyaya gerçekleri duyurabilmek için gerekirse yurt dışında alternatif bir medya oluşturmaları, bunun çaresini bulmaları gerekmez miydi? Bir lider, kadro, görev taksimatı ve planlama olmayınca bunlar da düşünülemedi ve dolayısıyla hiçbir haber alma ve bilgilendirme kaynağı oluşturulmadan harekete geçildi. Beşşar Esed rejimi muhaliflerin elinde hiçbir medya gücünün olmadığını bilmekte ve kendi elindeki medya ile halkını istediği şekilde yönlendirebilmektedir. Siyaset bilmeyenlerin siyaset bilenlerle mücadele etmesi çok zor olduğu gibi planlama yapmayı ve öncelikleri tespit etmeyi bilmeyenlerin de planlama yapmayı ve öncelikleri tespit etmeyi bilenlerle mücadele etmesi neredeyse imkânsız. Planlamayı bilenler birde büyük imkânlara sahip iseler bu mücadelenin sonucu belli değil midir? Güçlüler plansız çalışabilir ve hata yapabilirler ama güçsüzlerin plansız çalışma ve hata yapma lüksü yoktur. Çünkü güçlüler güçleriyle ve ellerindeki medya ile büyük hatalarını bile örtbas etme imkânına sahiptirler. Güçsüzler ise daha küçük hatalar bile yapsalar örtbas edemezler. Yaptıkları hata bellerini kıracak bir hata ise tekrar ayağa kalkamayabilirler ve hiçbir zaman yeni bir şansları olmayabilir. Bu unutulmamalıdır. Gelecek sayıda konuyu bitirmek temennisiyle Allah’a emanet olun.

(Furkan Nesli Dergisi Başyazarı Alparslan Kuytul Hocaefendi)