Post-Osmanlı Ortadoğu’sunda, hep savaş durumu yaşanıyor. Önce işgallere karşı ulusal kurtuluş savaşları verildi. Arkasından darbeler geldi. Nasırcı ve Baasçı rejimler doğdu. Yeni devletler Arap Milliyetçi Sosyalizmi etrafında ve savaşçı komutanlar önderliğinde kuruldu. Saddam, Nasır, Kaddafi, Esad böyledir. Arap-İsrail Savaşları ortaya çıktı. Yıllar sürdü. İsrail, artık savaşın ana aktörlerinin başında yer almaya başladı.
1979 yılında İran İslam İnkılabı sonrasında Saddam’ın devrim dalgasını durdurma adına Batı desteği ile Arap ve Fars, Şii ve Sünni temelde yeni bir savaşa geçildi. İlk mezhep savaşları asırlar sonrasında Ortadoğu’da yeniden doğdu. Irak fiilen üçe bölündü. Şii Araplar, Sünni Araplar ve Kürtler. Saddam rejimi hem İran’a karşı savaştı hem de kendi ülkesinin halkı olan Kürtlerle savaştı. Kimyasal bombalar kullandı. Yüzbinlerce insan göçe zorlandı.
ABD, Irak’a müdahale etti. Emperyalist güç önderliğinde bölge savaş alanına döndü. Arkasından Arap Baharı doğdu. Büyük bir umut! Savaşlara son verecek, demokratik düzenlere geçilecek ve muhalefetin içinde yer aldığı yeni bir düzen kurulacaktı. Diktatörler Çağı bitip Demokrasi Çağına geçilecekti. Ancak İsrail’in savaşçı kimliği dengeleri belirlemede ağır bastı. İsrail, Ortadoğu savaşlarının ana dinamiğidir.
İsrail, savaşla kurulan bir devlet. Önce çete savaşlarıyla başlar. Filistinlilere ait köy ve kasabalar basılır, toplu katliamlar yapılır. İsrail Devletinin ilk yöneticileri de bu savaştan yükselen kimseler. 1948 yılında, İsrail devlet olduğunda da savaşçı ruhunu sürdürdü. Hem İsrail sınırlarında bu savaşçı ruhunu sürdürdü hem de dışarıya karşı. Suriye, Mısır ve Irak birleşiminde oluşan Arap Koalisyonuyla yıllarca savaştı. Sonra sık sık İran topraklarında ve Suriye’de çeşitli bombalama eylemlerinde bulundu. Lübnan’a yıllarca savaşçı dişlerini geçirdi. İçerde ise Hamas, Hizbullah ve FKÖ gibi çeşitli teşkilatlarla savaştı. Bunlarla da yetinmedi. Sık sık Filistin yerleşimlerine bomba yağdırdı, evlerini başlarına yıktı, toplu katliamlar yaptı.
İsrail, savaşla besleniyor ve savaşla ayakta kalıyor. Bunun da farkında. Bundan dolayı her zaman çatışma halinde. Filistinliler de yüzyıla yakındır bunu yaşıyor. Artık onlar da son savaşlarını Hamas üzerinden ortaya koyuyorlar. İsrail, buna karşı ahlaksız savaş pratiklerinin hepsini devreye sokuyor. Zevkle katlediyor. Soykırım işliyor. Uluslararası Adalet Divanına İsrail’in soykırım işlediğini götüren heyette yer alan İrlandalı avukat Blinne Ni Ghralaigh’in de dediği gibi “tarihte ilk defa canlı yayın soykırım yapıyor”.
Şimdi ABD ve İngiltere devletleri Yemene saldırdılar. Yemen ve Suriye’de zaten savaşlar devam ediyor. Bütün Ortadoğu savaş halinde. Batılı ve Kuzeyli emperyalistler de bu savaşa bazen doğrudan bazen de milis güçleriyle katılıyorlar. Yerel dinamikleri kullanıyorlar. Milis savaşçılardan geçilmiyor. Haşdi Şab’i, IŞİD, El-Kaide, PYD… Ortadoğu gün geçtikçe daha fazla savaşa batıyor.
Ortadoğu, artık bir Savaş Toplumu haline dönmüş durumda. Büyük göçler, toplu katliamlar, yıkılan şehirler. Bunlarla beraber insanların bilinci savaşçı hale geliyor. Sivil toplum liderleri birer savaş komutanına dönüşüyor. Devletler, savaşçı ya da güvenlikçi politikalarıyla öne çıkıyorlar. Diktatörlükler daha da güçleniyor, otoriterlik artıyor. Halk kitleleri normal hayat akışlarından çıkarak kaygı, öfke ve karşıt duygularla dolup taşıyor.
Ortadoğu Savaşları Çağından geçiyoruz. Yüzyıldır devam ediyor. Her taraf yangın, kan ve ateşe bulaşıyor. Kuzeyin, Doğunun ve Batının emperyalist güçleri sadece İsrail ve petrol hesaplarını yapıyor. Dünyanın beş egemen gücü içerisinde Ortadoğu yok. Bu nedenle kendisi ile alınan kararları ya seyrediyor ya da ona boyun eğiyor. Bu iradesizlik durumunda isyan hareketleri boşluğu doldurmak üzere meydana çıkıyor, böyle giderse yine çıkacaklar.