Uzun süreden beri İslam’ın kutsal kitabına yönelik çirkin saldırılara ev sahipliği yapan İsveç’e yönelik tepkilerin artması ve İsveç ürünlerinin boykot edilmesi yönündeki çağrıların yükselmesi üzerine bu iğrenç eylemlerin yeniden Danimarka’ya doğru kaydırılması ve bu ülkenin başkenti Kopenhag’da polis himayesinde Kur’an yakma eylemleri gerçekleştirilmesi dikkat çekiyor.
İsveç Başbakanı Ulf Kristersson da güya Kur’an yakma eylemlerinden rahatsız olduğunu, bu eylemlerin kendilerini bölmek ve İslam dünyasıyla aralarının bozulmasına sebep olmak isteyenler tarafından düzenlendiğini ileri süren açıklamalarda bulundu. Açıklamalarda eylemlere izin verilmesi işine kendisinin değil polisin karar verdiği iddiasında bulunarak sorumluluğu üzerinden atmaya çalıştı.
Kristersson’un açıklamaları gerçekçi olmaktan son derece uzaktır ve şimdiye kadar onun ülkesinin Kur’an’a yönelik çirkin saldırıların bir merkezi olarak kullanılmasına fırsat verilmesi hakim sistemin, rejim güçlerinin izlediği politikayla ve bazı küresel güçlerin bu konuda kendilerine yüklediği görevle çok yakından ilgisi bulunmaktadır. İnsanların kutsal değerlerine çirkin şekilde hakaret edilmesi tarzındaki saldırı eylemlerinin düşünce özgürlüğüyle ilişkilendirilmesinin hiçbir tutarlı yanının olamayacağına daha önce de dikkat çekmiştik.
Söz konusu eylemlere fırsat verenlerin ve eylemcileri himaye edenlerin düşünce özgürlüğüyle hiçbir ilgilerinin olmadığını, Kopenhag’daki bir Kur’an yakma eylemine itiraz ederek, yakılması istenen mushafı alan bir kadına polislerin vahşice, canavarca saldırmaları, ona karşı çok çirkin bir şekilde şiddet uygulamaları, onu darp etmeleri ve mushafı zorla elinden alıp iğrenç eylemi düzenleyenlere vermeleri de çok açık bir şekilde gözler önüne sermiştir. Bu vahşi saldırı onların dertlerinin özgürlük değil İslam’a karşı savaş olduğunun çok açık ispatıdır.
Ancak burada söz konusu iğrenç eylemlerin merkezinin yeniden Danimarka’ya doğru kaydırılması üzerinde biraz durmak gerekir. Bunun sadece eylemcilerin tercihlerinden kaynaklanmadığını, sistemli, planlı ve organize bir şekilde sürdürülen savaşın stratejik boyutuyla doğrudan ilgisinin olduğunu sanıyoruz.
Bilindiği üzere Danimarka daha önce de bu tür çirkin saldırıların merkezi olarak kullanılıyordu. Ancak yükselen tepkiler ve özellikle Danimarka’nın önemli miktarda ürün pazarladığı Arap dünyasında gittikçe yaygınlık kazanan boykot dalgası üzerine Kopenhag yönetimi bu tür eylemlere artık izin vermeme ihtiyacı duymaya başlamıştı.
Bunun üzerine saldırıların merkezi İsveç’e kaydırıldı. Danimarka’da faaliyet yürüten aşırı ırkçı ve İslam düşmanı Sıkı Yön Partisi’nin lideri Rasmus Paludan bile kendi ülkesinden Kur’an yakma eylemleri için izin alamadığından bu eylemler için İsveç’in başkenti Stockholm’a gitme ihtiyacı duyuyordu. Danimarka’nın izin vermediği bu adama İsveç rahatça izin veriyordu.
Son dönemde İsveç’e karşı tepkilerin artması, yeniden boykot çağrılarının yükselmesi, özellikle de Irak’ın başkenti Bağdat’ta yaşanan olaylar ve Irak hükümetinin İsveç büyükelçisini kovması üzerine bu ülkenin başbakanı, kendilerinin aslında hadiselerden rahatsız oldukları yönünde açıklamalar yaparken eylemler de yeniden Danimarka’nın başkenti Kopenhag’a doğru kaydırılmaya başlandı. Yani İslam’a ve Müslümanların kutsal kitaplarına, değerlerine yönelik savaşın durdurulması düşünülmediğinden cephe ve nöbet değişimine ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor.
Bu şekilde stratejik hesaplar ve nöbet değişimi yapılması düşünce özgürlüğü hikayesinin gerçekçi olmadığı, gelişmelerin siyasi tavırlarla ve şartlarla çok yakından ilgisi olduğu konusunda da yeterince fikir vermektedir.
Bu savaş aslında Avrupa’da İslam’a yönelik meylin önünün kesilmesi ve İslam’ın temel kaynağı durumundaki Kur’an-ı Kerim’in doğrudan hedefe yerleştirilmesi, zihinlerde ona karşı bir ön yargı oluşturulması ve özellikle genç zihinlerin ona ilgi duymalarının engellenmesi amacına yönelik stratejik bir savaştır.