Suudi Arabistan ile İran arasındaki bu anlaşmanın Çin’in arabuluculuğuyla gerçekleşmesini sağlayan üç tarafın motivasyonları neler?
6-10 Mart tarihleri arasında Çin’in himayesinde yürütülen müzakerelerin ardından 10 Mart Cuma günü Suudi Arabistan-İran anlaşmasının duyurulması, zamanlaması ve anlaşmanın tarafları ile dünyayı şaşırttı.
Şaşkınlığın nedenlerinden biri, Suudi Arabistan ile İran arasındaki müzakerelerin Bağdat ve Umman’da düzenlendiği, dolayısıyla iki taraf arasında bir anlaşmaya varılması durumunda duyurunun Bağdat veya Umman’dan yapılacağının ve imzaların orada atılacağının varsayılmasıydı.
Pekin’den duyurulacağı kimsenin aklına gelmemişti.
Ne tesadüftür ki 10 Mart Cuma günü, anlaşmanın imzalanmasına Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 5 yıllık bir süre için üçüncü kez devlet başkanı olarak yeniden seçilmesi eşlik etti.
Bu, Çin Devlet Başkanının yeni döneminde iki taraf arasında imzalanan anlaşmanın şartlarını korumaya ve sürdürmeye yönelik
bir garanti anlamına geliyor.
Peki, bu ne demek?
Geriye dönüp hafızamızı yokladığımızda, Eski ABD Başkanı Baba Bush’un 1991’de uluslararası ilişkilerde tek kutupluluğun temellerini atan kişi olduğunu görürüz.
Birinci Körfez Savaşı’nda Kuveyt’i özgürleştirmesi Bush’a, ABD’nin Ortadoğu üzerindeki nüfuzunu genişletmesini, Saddam Hüseyin rejimine karşı yürüttüğü operasyonda yanında yer alan Arap koalisyonuna verdiği söz gereğince, Arap-İsrail çatışmasının tarafları arasında Madrid’de bir toplantı düzenlemesini sağladı.
Bush, bu başarının Ortadoğu’daki Amerikan nüfuzunu genişletmeye katkıda bulunabileceğine ve ikinci dönem başkanlık için yürüttüğü seçim kampanyasını destekleyebileceğine inanıyordu.
Ama bu beklentisinin tam aksi oldu. Başkan Bill Clinton’ın zaferiyle seçimleri kaybetti.
Daha da kötüsü, ABD’nin 2003 yılında Oğul Bush döneminde Irak’ı işgal etmesi, savaş ve işgalin sadece Irak değil, genel olarak Arap ulusal güvenliği üzerindeki feci sonuçları nedeniyle Washington’ın Arap kamuoyundaki itibarı giderek aşındı.
Nitekim işgalin üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen etkileri şimdi bile devam ediyor.
İşte Çin bilgeliği, her zaman Ortadoğu’nun sürekli çatışmalar içindeki istikrarsız bir bölge olduğu, ona ilgisinin azalmasının, hatta ondan çekilmeye çalışmasının, Çin’i çevrelemek için doğuya yönelmesinin, Çin ve Rusya etkisinin arttığı kara Afrika’da genişleme arayışına girmesinin nedeninin de bu olduğu propagandasını yapan Amerikan deneyiminden ders aldı.
Uluslararası birincilik konumu için büyük dünya güçleri arasında dönen rekabet sahnesinde, bu rekabet ile Suudi Arabistan-İran anlaşması arasındaki bağlantı ve onu imzalayanların çıkarları nedir?
Pekin tarafından yayınlanan ve Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılmasına, büyükelçiliklerin karşılıklı olarak 2 ay içinde yeniden açılmalarına karar verildiğini belirten üçlü ortak bildiri, Pekin’de yaşananlarla daha önce hem Irak’ta hem de Umman Sultanlığı’nda yaşananlar arasındaki farkı gösterdi.
Bildiri, Suudi Arabistan ve İran taraflarının “2021- 2022 yıllarında iki taraf arasında gerçekleştirilen (diyalog turlarına) ev sahipliği yaptıkları için Irak ve Umman Sultanlığı’na takdir ve teşekkürlerini ifade ettikleri” ifadesiyle başladı.
İki taraf ayrıca (müzakerelere) ev sahipliği ve sponsorluk yapma, onları başarıya ulaştırma çabaları için Çin liderliğine ve hükümetine takdirlerini ve teşekkürlerini de ifade ettiler.
Bu, geçmişte yapılanların sadece diyalog turları olduğu, Pekin’de ise müzakerelerin organize edildiği anlamına geliyor.
Bir diğer fark, örneğin Bağdat’ta eski başbakan Mustafa El-Kazimi arabuluculuğunda gerçekleştirilen 5 tur iki taraflıydı.
Pekin Anlaşması ise Çin anlaşmanın sadece himayecisi değil, aynı zamanda üçüncü tarafını temsil ettiği için üç taraflı sayılıyor, bu yüzden kendi açımdan anlaşmayı “Pekin+ Anlaşması” diye adlandırıyorum.
Yayımlanan üçlü ortak bildiride; “Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in Suudi Arabistan ile İran arasında iyi komşuluk ilişkilerini Pekin’in desteğiyle geliştirme girişimine, Suudi Arabistan ile İran arasındaki müzakerelere Çin’in ev sahipliği yapması ve himaye etmesi konusunda, Başkan Şi Cinping ile Suudi Arabistan ve İran liderlikleri arasında varılan mutabakata, iki tarafın aralarındaki anlaşmazlıkları diyalog ve diplomasi yoluyla çözme arzusuna karşılık olarak anlaşmaya varıldığı” kaydedildi.
Bildiride ayrıca “Üç ülkenin, Suudi Arabistan ile İran arasında diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması ve büyükelçiliklerinin en fazla iki ay içinde yeniden açılması, bunu hayata geçirmek ve karşılıklı büyükelçi atamalarını düzenlemek için iki ülke dışişleri bakanlarının bir araya gelmesi konusunda mutabakata vardığı” duyuruldu.
Bildiri metni, “Üç ülkenin her biri, bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliği geliştirmek için her türlü çabayı göstermeye istekli olduklarını ifade ediyor” ibaresiyle sona erdi.
İki ülke arasındaki diyalog turları ağırlıklı olarak güvenlik konularına değindi. Buna karşılık “Pekin+ Anlaşması” iki ülke “arasında 17 Nisan 2001’de imzalanan güvenlik iş birliği anlaşmasının etkinleştirilmesine” değinmesinin yanı sıra ekonomi, ticaret ve yatırım alanlarındaki iş birliğini de ele aldı.
Ancak anlaşmanın iki ülke dışişleri bakanları tarafından değil de her iki ülkenin güvenlik yetkilileri tarafından imzalanması dikkat çekiciydi.
Anlaşmayı, Suudi Arabistan adına Devlet Bakanı, Bakanlar Kurulu Üyesi ve Suudi Ulusal Güvenlik Danışmanı Dr. Musaid el-Ayban, İran adına Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Amiral Ali Şemhani imzaladı.
Ortalarında da Çin Dışişleri Bakanı vardı. Son olarak, iki ülke arasında büyükelçilik ve konsoloslukların yeniden açılmasının zeminini hazırlamak için Ramazan ayı münasebetiyle, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Farhan ile İranlı mevkidaşı Hüseyin Emir Abdullahiyan arasında yakında ikili bir görüşme yapılması konusunda anlaşmaya varıldığı belirtildi.
Burada soru şu;
Suudi Arabistan ile İran arasındaki bu anlaşmanın Çin’in arabuluculuğuyla gerçekleşmesini sağlayan üç tarafın motivasyonları nedir?
Varsayımsal olarak, neden dünyanın iki ana kutbu olan ABD ve Rusya aynı girişimde bulunmadılar da onların yerine Çin bunu yaptı?
Kısaca Çin’in Ortadoğu ülkeleriyle olan ilişkilerinde benimsediği yaklaşımın ekonomik boyutu öncelik olarak tesis ettiği söylenebilir.
Buna karşılık Rusya’nın Suriye’ye girişi askeri bir boyut taşıyordu. Birçok Batılı ülke ile birlikte ABD’ye gelince, nükleer dosya, Ortadoğu’nun ve her şeyden önce İsrail’in güvenliğini sağlamak için İran’ın nükleer silah edinmesini ve gelişmiş füze gücünü geliştirmesini engelleyecek bir anlaşmaya varılamamasının önündeki engeldi.
Batılı ülkeler ve ABD ayrıca İran’ın nükleer silah sahibi olmasının ve füze gücünü geliştirmesinin Arap Körfez ülkelerinin güvenliği ve emniyeti üzerindeki yansımalarını da hesaba katmıyorlardı.
Çin’in bölgeye ekonomi kapısından girişi, enerji ihtiyacının en az yüzde 40’ını karşılamakta Suudi Arabistan ve İran’dan gelen petrol ve gaza bağımlı olmasından kaynaklanıyor.
Çin’in “Kuşak ve Yol” girişimini başarıya ulaştırma yoluna ek bir taş döşeme hedefi de buna ekleniyor.
Çin’in Arap Yarımadası ve Körfez’deki iki bölgesel güç arasında bir mutabakat sağlamadaki başarısı, küresel düzeyde yükselen bir güç dengesinin doğuşunun habercisi olan jeostratejik ve jeopolitik bir olayı temsil ediyor.
Bölgede ve dünyadaki yansımaları nedeniyle Suudi Arabistan ve İran’ın anlaşmayı sonuçlandırma gerekçesi ve motivasyonu buydu.