Peygamber Ocağının En Nadide Gülü Hz. Fatıma

Furkan Haber olarak; mübarek Ramazan ayında her gün bir sahabinin hayatını sizlerle paylaşıp, örnek şahsiyetlerinden istifade etmenizi temenni ediyoruz.

Eklenme Tarihi: 13 May 2020
7 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Peygamber Ocağının En Nadide Gülü Hz. Fatıma

Nebiler Efendisinin son çiçeği… Rasulullah (s.a.v.)’ın dünyada neslini devam ettiren nur yumağı… Kızlarının en küçüğü… Cennet gençlerinin efendileri Hz. Hasan ve Hüseyin’in anneleri… “Fatıma benden bir parçadır” buyurduğu, nübüvvet ağacında yetişen en solmaz çiçek…

Derin ve ince bir kalbe sahip olan Hz. Fatıma, Efendimizin en sevgilisiydi. Onu öyle üstün bir muhabbetle seviyordu ki; ne zaman yanına gelse ayağa kalkar ve: “Hoş geldin ey kızım” derdi. Peygamberimizin kızına olan derin sevgisini Hz.Aişe (r.anha) şöyle ifade eder: “Bir gün bütün hanımları Peygamberin huzurunda oturuyorduk, o esnada içeriye Fatıma (r.anha) girdi. Allah Rasulü sevgili kızını görünce ayağa kalktı ve: ‘Hoş geldin kızım!’ diyerek karşıladı ve kendi oturduğu yere oturttu.”1 Allah Rasulü (s.a.v.) bir seferden döndüğünde; önce mescide gider namaz kılar, Rabbine hamd eder sonra kızı Fatıma’nın evine gider, halini hatırını sorardı. Yine böyle bir ziyaretinde kızının başını koklayıp, öpmüş ve: “Ben cennet kokusu kokladım” demişti.

Beyi ve çocuklarıyla ehl-i beyti teşkil eden, ümmetin hanımlarının seyyidesi… Cennet hurilerinin hanımefendisi… O, bi’setten yaklaşık bir yıl önce Mekke’de doğdu. Rasul-i Ekrem (s.a.v.) ona Fatıma adını verdi. Deylemî’nin Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte:

“Onu sevenleri, Allah cehennemden uzaklaştıracağı için kızıma Fatıma adını verdim” buyurdu.

Hz. Fatıma, Mekke’de Peygamberimizin yanından hiç ayrılmadığı için, birçok ezâ ve cefâ gördü. Yine bir gün Kâbe’ye varmışlardı. Müşrikler Peygamberimizin etrafını sararak: “Şunu şunu söyleyen sen değil misin?” diye hakâret ettiler. Hatta azgın bir müşrik Efendimizin yakasından tutup saldırmak istedi. Müşrik birinin babasına haşin saldırısı karşısında korkuya kapılan Hz. Fatıma, titreyerek yere yıkıldı. Efendimiz ise hiçbir telâş duymadan, onurlu duruşuyla hak olarak söylediği sözleri tekrar ederek: “Evet bunları söyleyen benim” buyurdu. Rasul-i Ekrem’in Mekke dönemi böylesine çetin geçti. İslâm’ın yayılması için bütün bu ezâ ve cefâlara sabretti. Zira zafer, sabırdan sonra idi. Bu sebepten o, kendisine yapılanlara aldırmaz, çektiği eziyet için davasını satmaz ve ahdini unutmazdı.

Bir gün yine yolda giderken bir müşrik, Efendimizin üzerine toz toprak ve pislik attı. Üstü başı toz-toprak olan ve elbiseleri kirlenen Efendimiz eve döndü. Babasına çok düşkün olan Fatıma (r.anha), kapıyı açınca Efendimizi tanıyamadı ve ağlamağa başladı. Peygamberimiz ise kendisine gülümsüyor ve: “Zararı yok, su ile temizlenir” diyordu. Böylece nur parçası yavrusunu sükûnete kavuşturmaya çalışıyor fakat küçük Fatıma hıçkırıklarını tutamıyordu. Onu susturabilmek için: “Ağlama kızım! Yüce Allah, babanı koruyacaktır” buyurdu ve ona Allah’ın hıfz-u emânında olduğunu duyurdu. Bu şekilde onun korku ve endişelerini gidermeğe çalıştı. Kız çocuklarının babalarına bağlılığı başka olur ama Fatıma’nın bağlılığı bambaşkaydı. Kâinat onun babası gibi bir babaya şahit olmadı çünkü. O; âlemlerin efendisi, karanlığın meşalesi, mazlumun duası, diri diri toprağa gömülen kız çocuklarının umuduydu.

Hz. Fatıma (r.anha), Peygamberimizin engin sevgisi ve bol şefkati altında büyüdü. Babasındaki merhameti ve güzel ahlâkı, annesindeki asâleti, cömertliği, babasına karşı hizmet, hürmet ve muhabbeti gördü. Fakat küçük yaşta çok çileler çekti. Çocukluğu Kureyş’in zulüm, baskı ve ambargoları altında geçti. Henüz ömrünün baharını yaşarken annesini kaybetti. Mekke’de Müslümanlara ezâ ve cefalar artıp, işkenceler dayanılmaz hal alınca; Peygamberimize hicret izni verildi. Daha sonra da aile efradı ile birlikte kendisi de Medine-i Münevvere’ye hicret etti. İslâm uğrunda çektiği sıkıntılara nasıl katlandığını ve o yolda fedakârlığın en güzel örneklerini bizzat yaşarak öğrendi. Tam bir iffet ve izzet-i nefs numunesi olarak, bütün güzellikleri hayatına nakşederek kendisini yetiştirdi. İmanın hayattaki tesirini ve gereken bedeli ödemeyi bizzat hayatıyla gösterdi. Tıpkı annesi ve babası gibi o da teveccüh etmedi dünyaya. Yoksul ve fakirlik içerisinde bir hayat sürdü.

Hz. Fatıma’nın İslâm Peygamberinin kızı ve Hz. Ali gibi yüksek erdemlerle dolu bir insanın eşi olması, gerek İslâmiyet’in doğuşu ve gelişmesine en yakından şahit olması kendisine derin bir kavrama ve sezme yeteneği ile anlayış kazandırmıştı. Hz. Fatıma’da ince bir zekâ, derin kavrayış ve selîm bir yapı vardı. Son derece mütevâzi ve söz ve davranışlarında vâkurdu. Çok az konuşurdu. Ağzından çıkan sözler inci tanesi gibi hikmetler saçardı. Cömertti, zâhidâne yaşamayı severdi. Ev işlerinde maharetli ve becerikliydi. Peygamberimizin bir parçası ve kalbinin meyvesiydi. Bu sebepten ona Peygamber’e hısım, akraba ve damat olabilme şerefine erebilmek için ashâb-ı kiramın büyüklerinden dahi talepler gelmişti. Önce Hz. Ebû Bekir (r.a.) sonra Hz. Ömer (r.a.) talip olmuştu. Efendimiz bu yakın dostlarına: “Fatıma hakkında Allah Teâlâ’nın emrini bekleyelim” buyurmuştu. Hz. Ali ilk etapta cesaret edemediyse de etrafındakilerin desteğiyle Peygamberimizin damadı olmayı talep etti. Allah (c.c.)’ın izniyle Hz. Ali, Peygamberimizin damadı, Hz. Fatıma’nın eşi oldu.2

Peygamberimiz (s.a.v.) nikâhtan sonra kızına: “Vallahi ey Fatıma! Ben seni, ailemin en hayırlısına nikâhladım! Allah hakkı için erin iyi erdir. Sahabenin evvelidir. İslâm’ın da büyüğüdür. İlimde en derinidir. İmamların kadısı, İslâm’ın kahramanıdır. Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme!” diye nasihatta bulundu. Damadına da: “Ey Ali, Fatıma’nın hakkına riâyet eyle! Onu hoş tut. O benden bir parçadır. Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun” buyurdu.3 Yeni bir hayat başladı. Nurlu bir ocak kuruldu. Peygamber neslini devam ettirecek, iman ve teslimiyet temeli üzerine kurulan mübarek bir yuva. Bu evlilikten “seyyid”, “şerif” ünvanlarıyla anılan bahtiyar insanlar dünyaya geldi. Cennet gençlerinin efendileri ve cennet hurilerinin hanımefendileriyle nurlu nesil devam etti. Bu nesil; Âlemlerin Efendisine “ebter” diyenlere, Rabbimizin asil bir soyla cevap vermesiydi. Onlar ehl-i beyt olarak peygamber soyunun devamı oldular.

Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Fatıma (r.anha) arasında kurulan evlilik, ümmete örnek bir yuva oldu. Eşler arasındaki sevgi, saygı, samimiyet, hizmet ve güzel geçime en güzel örnek oldular. Bu yuvanın fertlerinden birisi üzgün olsa, diğeri onun üzüntüsünü gidermek için gayret eder ve evdeki eksikleri görmezden gelerek musâmaha ile karşılardı. Müşterek hizmet ve sohbet zeminleri oluşturularak birbirlerini dinler ve dertleşirlerdi. Birbirlerinin ayıplarını örtmede gece gibi, hayırlı amellerde güneş gibi olup yol gösterirlerdi. Dertleri ve tasaları Allah’a hakkıyla kul olamamak, Peygamberi ve davasını hakkıyla sahiplenememek korkusundan başkası değildi.

Hiç zengince bir hayat yaşamadı Peygamber kızı. Bir gün arpa öğütmek için el değirmenini çevirmekten avuçlarının içi kabarmıştı. Bunu Hz. Ali’ye göstererek bir çare aramasını arzu etti. Hz. Ali (r.a.) de: ‘Dilersen babana durumu açabilirsin’ dedi. Medine’ye esirlerin getirildiğini duyan Hz. Fatıma, babasından bir hizmetçi vermesini istedi. Rahmet Peygamberi Efendimiz kızına: “İstediğinden daha hayırlısını size haber vereyim mi? Cebrail’in bana öğrettiği şu kelimeleri her namazın sonunda oku, zira bu sözler hizmetçiden daha hayırlı. Bunlar: Otuz üç defa ‘Subhanallah’ otuz üç defa ‘Elhamdülillah’ otuz üç defa da ‘Allah-u Ekber’ demenizdir.”4 Tüm nimetlerin sahibi olmuş gibi mutlu olan Hz. Fatıma, sevinçle eve döner ve Hz. Ali’ye olanları anlatır. O da aynı teslimiyet ve mutlulukla karşılar sahibi oldukları yüce kelimelerin. Ne mübarek bir aile! Peygamber (s.a.v.), ehline dünyayı değil ahireti servet edindirmek ister, ehli ise aynı inançla ahireti değeri düşük olan dünyaya tercih eder.

Peygamberimizin veda hutbesinden kısa süre sonra hastalanması, Hz. Fatıma’yı derinden üzmüş ve gözyaşları o günden sonra dinmez olmuştu. Âlemlerin Efendisi son anlarında iken, kızını yanına çağırmış ve kulağına iki haberi birden vermişti. İlk haberle kederi artan ve gözyaşlarına tutamayan Hz.Fatıma’nın, ikinci haberle elemin yıprattığı çehresi tebessüm eder. Çünkü birincisinde Fahr-i Kâinat, ölümünün yaklaştığını, ikinci haberle ona ilk kavuşacak olanın kendisi olacağının müjdesini verir.5 Ve Âlemlerin Efendisi, her anında ümmetine hakkı tavsiye eden en güzel mürebbi, Rabbine iltica eder. Şimdi Medine acı bir eleme, Fatıma (r.anha) bir daha gülemeyeceği derin ızdıraba düçar olur. Gözleri ağlar, kalbi dağlanır ve kelamı acısını dile vurur: “Üzerime öyle musibetler döküldü ki; şayet onlar gündüzlerin üzerine dökülseydi, kararır da gece olurdu.”

Peygamberimizin vefatından altı ay geçmişti ki; Hz. Fatıma hastalanmış ve yatağa düşmüştü. Günden güne zayıflayan mübarek insan, bir gün eşi Hz. Ali’yi yanına çağırdı ve : “Beni, üzerime kimsenin eli değmeden sen al, götür Bâki mezarlığına göm” diyerek hayâsını son anına kadar muhafaza etti. Vasiyeti üzerine gece gömülen Hz. Fatıma ardında örnek ve temiz bir hayat bıraktı. Ve geriye gözü yaşlı Hz. Ali’yi ve beş çocuğunu bıraktı. Allah’ın övgüsü ve rahmeti üzerinize olsun.

1) Hayatu’s Sahabe

2)A.g.e.

3) Müslim, Fezâilu’s Sahabe,99

4)Ehl-i Beytin Mübarek Hanımları, M. Necati Bursalı

5)Buhari, Meğazi,83

Kaynak: Furkan Nesli Dergisi