Çanakkale'de, darbe girişimiyle ilgili başlatılan soruşturma kapsamında, eski Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner ile kardeşi Yrd. Doç. Dr. Vedat Laçiner gözaltına alındı.
Prof. Dr. Sedat Laçiner darbe girişimi sonrası yazdığı son yazılardandan bir tanesi olan "Hasar Tesbiti" köşe yazısı;
Türkiye tarihinin en garip darbe girişimini yaşarken, bir siyaset bilimci olarak darbe olacağına dair hiçbir tahminim yoktu. Değil Cuma gecesi, 1 hafta veya 1 ay sonra bile böyle bir olayı beklemiyordum. Hatta olduğunda bile kanım durdu, aklım tutuldu…
*** O gün hava çok sıcak olduğu için kendimi balkona attım, camları sonuna kadar açtım. Sıcaktı, çok sıcaktı. Uyku da bastırmıştı. Geceleri kalkıp çalışma huyum olduğundan 23:00 benim için çok geç bir saatti. Eşime “geç oldu, haydi uyuyalım” dedim. O sırada kapı çaldı. Herhalde saat 23:00 civarında olmalıydı. “Hayırdır” dedim, “gecenin yarısında kim ola ki?” Kapıyı açtığımda Üniversiteden bir arkadaşım soluk soluğa karşımda duruyordu. Yüzü korku içindeydi, benzi solmuştu, neredeyse bayılacak gibiydi. Hemen içeri aldım, “ne oldu, hemen anlatsana” dedim. Önce başına bir hal geldiğini sandım; ama sorun kişisel değilmiş, darbe olmuş, annesi telefonla aramış, asker FSM ve Boğaziçi Köprülerini ele geçirmiş ve dahası… Arkadaşım bunları bir çırpıda söyledi. Annesi aramış, o da bizim evin yanından geçerken bana uğramış, akıl almak istemiş… Akıl almak istediği adama bakar mısınız? Ülke cayır cayır yanıyor, o uyukluyor. Ama uyuklayan sadece ben değilmişim: Baksanıza Ankara’da ordu darbe yapıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan Marmaris’te tatil yapıyor. Demek ki MİT de uyumuş, Emniyet İstihbarat da uyumuş, diğer kurumlar da darbenin işaretlerini görememişler. Yani darbe olurken balkonda uyuklayan tek kişi ben değilmişim… Hatta bırakın bizim idarecileri, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry diyor ki “Türkiye’de darbenin gelişini kimse göremedi”. Adam haklı, normal şartlarda darbe öncesinde ülkede pek çok değişim yaşanır, hareketlilik olur. Örneğin Mısır’da Mursi’ye yapılan darbeyi ben TRT Haber’de 2 hafta üst üste canlı yayında haykırmıştım, “Mısır’da yakın bir zamanda darbe olacak” demiştim. Ve o darbe olmuştu. Gerçi bu uyarılarım o zaman büyüklerimizin hiç hoşuna gitmemiş ve biletimin kesilmesine büyük katkılar yapmıştı ya neyse… *** Hemen televizyonu açtık. Balkonda hafiften uyuklarken ve sıcaktan ter içinde kalmışken neler olmuş neler… Arkadaşım “Hocam neler oluyor? Bunun anlamı nedir? Sen bu konuları çalışan bir akademisyensin. Bilirsin” dedi. İlk tepkim, “darbenin her türlüsü kötüdür. Darbe ile hiçbir sorun çözülmez, tam tersine daha büyük sıkıntılara neden olunur. Sorunlu demokrasinin çaresi darbe veya başka bir şiddet değildir” dedim. Nitekim bu duygularımı 1 veya 1,5 saat içinde twitter ve facebook mesajlarımla paylaştım. Darbe girişimine karşı çıktım, hukuk ve demokrasiden yana tavrımı tartışmasız bir şekilde koydum… Eğer darbe başarılı olsaydı o mesajlarım başıma dert olabilirdi ama doğruları paylaşmak bir bilim insanı olarak sorumluluğumdu... *** İlk görüntüleri gördükten sonra arkadaşıma şunları söyledim: “Bu işte bir gariplik var. Darbe yapan adam en işlek caddeleri ve köprüleri trafiğe kapatarak halkın tepkisini üzerine almaz. Ayrıca hiçbir vali, emniyet müdürü veya bakanın tutuklanmamış olması çok garip bir durum. Ellerinde sadece Genelkurmay Başkanı varmış. Bu darbe TSK’ya mı yapıldı, yoksa Hükümete mi? Böyle saçmalık olmaz. Bir başka gariplik ise ortada daha çok erlerin ve düşük rütbeli askerlerin oluşu. Bu darbenin asıl sahipleri nerede?” Nitekim saatler ilerledikçe gariplikler dizisi arttı. Sözde darbeciler TRT’yi işgal ettiler ama yayını devam ettiremediler. Buna karşın ATV, AHaber gibi Hükümete yakın kanalları ziyaret bile etmediler. Bunun yerine Hükümet çevrelerinde “muhalif” bilinen CNNTürk’ü bastılar. Darbeye tepki uyandıracak ne varsa yapan darbecilerin Meclis’i bombalaması da akıllara seza bir hareketti. Meclis’teki tüm milletvekillerini ve binayı tamamen yok etseler bile bunun darbecilere ne faydası olacaktı ki? Yayılan haberlere göre Hava Kuvvetleri darbecilerin elindeydi. Ama darbeciler sadece 2 adet F-16 kaldırabilmişti. Tanklar ateş etmiyor, halkla karşı karşıya gelen erler ise ne olduğundan habersiz etrafa boş boş bakıp duruyorlardı. Kısacası bu, olsa olsa bir junta hareketi olabilirdi ve söz konusu junta, ömrümde gördüğüm en beceriksiz askerlerden oluşuyordu. Veya işin içinde başka başka işler vardı. *** Gecenin bir yarısında Cumhurbaşkanı Erdoğan cep telefonu ile televizyonlara bağlandı. Erdoğan’ı uzun süredir tanırım, yakından takip ederim. Duygusaldır, ani tepkiler verir. Ancak Erdoğan’ın yüzünde ve sözlerinde bir tek panik havası, bir tek heyecan havası yoktu. Bunun anlamı, darbenin ciddi bir tehlike olmadığı, girişim aşamasında kaldığı daha ilk saatlerde belli olmuştu. Yoksa benim bildiğim Erdoğan’ın bu kadar sakin kalabilmesi mümkün değildir. Aynı şekilde Başbakan Yıldırım da daha ilk andan itibaren darbe girişiminin arkasında küçük bir grup olduğunu, başarılı olamayacaklarını, kısa sürede girişimin bastırılacağını söylemişti. Bu rahatlığı ATV, Kanal 7 gibi Hükümete yakın televizyon ekranlarında da gördüm. Görebildiğim kadarıyla panik olan bir tek kişi vardı, o da 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’dü. Normal şartlarda Gül sakin bir insandır, en heyecanlı anlarda bile duygularını dışa vurmaz. Ancak darbe girişimi gecesi Gül çok endişeliydi, ülkesi için çok korkmuştu, çok ateşli konuşuyordu. Buradan anladığım 11. Cumhurbaşkanı’na yeterli bilginin henüz ulaşmadığı şeklinde oldu. HASAR TESPİTİ Dediğim gibi, birkaç saat içinde olay zaten bitmişti… Darbeciler bundan sonra kendilerine nefreti arttırmak için özel bir çaba sarf ettiler adeta ve halkın sokağa çıkmasıyla darbeyi yenen Türk demokrasisi manzarası tamamlanmış oldu… Olayın daha başından bu işin gerçek boyutunu tahmin ettim ve tahminlerim de çıktı. Darbeciler başarılı olamadı. Ancak daha Boğaziçi Köprüsü’nde askerleri gördüğüm ilk andan itibaren “eyvah” dedim, “bunun arkası gelir”. 27 Mayıs’ta asker ilk darbesini yaptığında ABD Büyükelçisi demiş ki “Türk askeri bu hareketiyle bir şeyleri bozdu, bundan sonra bunun arkası gelir, darbe bir alışkanlığa döner.” 15 Temmuz gecesi de böyle bir şey oldu. Bundan sonra Türkiye’nin işi her anlamda daha zor olacak. Yani ben toplumun geneli kadar iyimser değilim. Ancak sadece meydanlar değil, idareciler de durumdan memnun görünüyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbe girişimi sonrasında Atatürk Havaalanında yaptığı konuşmada “Bu Allah'ın bir lütfu. Çünkü tertemiz Silahlı Kuvvetlerimizin, temizlenmesine vesile olacaktır” dedi. Başbakan Yıldırım da 15 Temmuz’u “demokrasi bayramı” ilan etti. Hükümet ve tüm yetkililer halkı sokaklara davet etti, 2 gün boyunca sokaklar şenlik yeri gibiydi. Erdoğan’ı ve Hükümet yetkililerini çok rahat ve huzurlu gördüm. Sanki büyük bir yükten kurtulmuş gibiydiler. Hükümete yakın basın-yayın organlarına darbe gecesi baktığımda olayın nereye gittiğini anlamak zor olmadı; darbe girişimi gerekçe gösterilerek TSK’da istenmeyen tüm unsurlar temizlenecekti. Nitekim 2 günde binlerce kişi gözaltına alındı, tutuklamalar başlandı. Ama meselenin TSK ile sınırlı kalmayacağı ve ‘paralel’ denilen veya ‘paralel’e karşı çıkmayan kim varsa hepsinin biçileceği anlaşılıyordu. Nitekim öyle de oldu ve Anayasa Mahkemesi’nden en ücra yerdeki mahkemelere kadar binlerce hâkim ve savcı da gözaltına alınmaya başlandı. Eskiden olsaydı birileri bu kadar hâkim ve savcının gözaltına alınmasına isyan edebilirdi ama gördüğüm kadarıyla CHP ve diğer sol çevreler dahi yaşananları alkışlıyor ve “FETÖ-PDY” mensuplarının yok edilmesine onay veriyorlar. Bazı okurlarım bana soruyorlar, “bu darbenin arkasında FETÖ-PDY yok mu hocam” diyorlar. Ben bir bilim insanıyım. Bunun arkasındaki gerçek örgü zamanla ortaya çıkacaktır. Ben, Fethullahçıların TSK içinde bu kadar güçlü olduğunu düşünmüyorum. Bu konuda başkaca şüphelerim de var ama şimdi zamanı değil. Benim tahminim, ortada birkaç grubun olduğu, bunlardan bir veya birkaçının son dakikada geri çekildiği ve sokaklarda gördüğümüz kişileri ortada bıraktığı. Ayrıca sokaklara gönderilen/çağrılan pek çok askerin de darbe için değil, başka bahanelerle o noktalara yönlendirildikleri anlaşılıyor. Hatta bazı askerler yaşananları tatbikat sanmış. Neyse ne. Kimin yaptığını şimdiden söyleyebilmem kolay değil. Ancak ben yaşananları Türkiye için “Allah’ın bir lütfu” veya “bayram” olarak göremiyorum. Halkın sivil yönetime sahip çıkması güzel, ancak bununla birlikte ortada 265 cansız beden, 1440 kişi yaralı ve kapanması çok zor yaralar var. Dahası kınından çekilmiş silahlar var… Nitekim kaygılarımı paylaşan isimler birer birer ortaya çıkmaya başladı. Ortadoğu uzmanı ve saygın gazeteci-yazarlardan Robert Fisk, diyor ki “darbe, bir sonraki darbeye kadar engellendi.” Türkiye için korkunç bir tespit… Umarım Fisk yanılır… Independent'ın deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, darbenin başarısız olmasının ordunun Erdoğan’a sadakati anlamına gelmeyeceğini, yaşananların Türkiye'nin Ortadoğu'daki ulus-devletlerin çöküşünden bağımsız kalamayacağını gösterdiğini savunuyor. Fisk’e göre 15 Temmuz gecesi yaşananlar istisnai bir Türkiye gerçeği değil, tam aksine Ortadoğu'daki sınırların ve devletlerin çökmesi ile yakından bağlantılı. Yani Fisk diyor ki Suriye’de, Yemen’de, Irak’ta ve diğer ülkelerde olanlar Türkiye’de de oluyor ve bundan sonra da bu yıkıcı süreç devam edecek… Ve yine Fisk’e göre 15 Temmuz gecesi yaşananlar Ordu içindeki Erdoğan karşıtlarını yok etmedi, darbe tehlikesi ortadan kalkmadı. Fisk, daha da ileri gidiyor ve çok kısa sürede (birkaç ay ya da yıl) yeni bir darbeye hazır olunması gerektiğini iddia etti... *** Darbe tehlikesi devam ediyor mu, etmiyor mu, bunu tam olarak bilemem. Nihayetinde bunu bilmek için sıcak istihbarata ihtiyaç var. Ancak Ortadoğu çalışan bir bilim insanı olarak şunu söyleyebilirim, Türkiye Ortadoğu’da yaşananlardan bağımsız değil. Son 6 yıl içinde Türkiye gerçek anlamıyla bir Ortadoğu ülkesi haline döndü. Ortadoğu ise iç savaşlarla, darbelerle, çatışma ve istikrarsızlıkla tanımlanan bir bölge. Yani, 15 Temmuz gecesini hiçbir şekilde “Allah’ın bir lütfu” olarak göremem. Keşke olmasaydı. Keşke suçu olanlar, hatası olanlar hukuk ile temizlenebilseydi. Fiks kadar net tahminlerim yok. Ancak tehlikenin geçtiğini hiç düşünmüyorum: Darbe girişimiyle birlikte ekonomideki bozulma derinleşti… Dip yapan turizm yeni dipler görebilir… Terör nedeniyle turistler ülkemize gelmiyordu, şimdi terörün yanına darbeyi de ekledik. ABD ve İngiltere gibi ülkeler darbe girişiminden sonra uçak seferlerini iptal etti, Türkiye tüm dünyaya kendi şehirlerini bombalayan ülke görüntüsünü verdi. Turizmdeki yangın artacaktır ve neticesinde Türkiye’nin kaldıramayacağı kadar büyük bir yük ortaya çıkacaktır. En kötüsü 15 Temmuz sonrasında tam bir cadı avı başladı. “Hukuka gerek kalmadan intikam alalım” naraları atılıyor. İdam cezasını geri isteyen bakanlar bile var. Bu kin ve nefret ülkeye çok şeyler kaybettirebilir, toplumdaki hareketlenme şer odaklarca tehlikeli bir şekilde kullanılabilir. Ve elbette terör (PKK ve IŞİD) bu ortamdan yararlanabilir. Yazacak çok şey var… Başta söylediğim gibi; darbelere hep karşıydım yine karşıyım. Darbe zorbalıktır, ülkeye ihanettir, hukuksuzluktur. Bu nedenle ilk dakikadan itibaren 15 Temmuz darbe girişimine de karşı çıktım. Halkın sivil idareye sahip çıkmasından çok memnun oldum, halkımızın basiretini takdir ettim. Ancak bu kez mesele 27 Mayıs veya 12 Eylül’den daha farklı. Buna karşın Erdoğan ve Yıldırım’ın sözlerinde büyük bir rahatlama görüyorum. Çünkü meseleye sadece ‘paralel’ noktasından bakıyorlar. Oysa ben onlar kadar rahat değilim ve Hükümetin hala büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğunu düşünüyorum. 15 Temmuz’la operasyonun ilk ayağı tamamlandı ve Cemaat, devletten tamamen temizlendi. Erdoğan ve Hükümet buna çok seviniyor ve büyük bir zafer kazanmanın mutluluğunu yaşıyor, ancak ben etrafta hayra yoramadığım gölgeler görüyorum ve bir Türk vatandaşı olarak devletimi idare edenleri uyarma görevini yerine getiriyorum; Lütfen kendiniz ve ülkemiz için daha fazla dikkat. ZORUNLU AÇIKLAMA Son olarak, bugün bazı gazetelerde benim de ismim “yurt dışına kaçan kişiler “arasında yer almış. Bu yalanları ve iftiraları atanları Allah’a havale ediyorum. Uzunca bir süredir tarafsız ve demokrat kalma çabalarımdan rahatsız olanlar ismimi ‘paralel’e çıkarmaya çalışıyorlar. Dün Erdoğancı diye hakaretler yiyordum, bugün Erdoğan’a körü körüne biat etmiyorum diye. Beni bilen iyi biliyor: Benden tarikatçı, cemaatçi olmaz. Değil bir örgüt, cami Kuran kursuna bile gitmemiş bir adamım. Tüm ömrüm bir sinema filmi gibi tüm kamuoyunun gözleri önünde yaşandı. Devletteki dosyalarım orada, merak eden açsın baksın. Milliyet Gazetesi’nden ASAM’, İçişleri Bakanlığı uzmanlığından YÖK başkan danışmanlığına ve Rektörlük görevine kadar hayatı cam bir fanusta yaşadım. Hemen hemen her gün yazan-çizen bir insan olarak gizli-saklı bir tek görüşüm bile yok. Türkçe ve İngilizce 26 kitap yazmışım. Star’da köşe yazıları yazdım, TRT’de pek çok program yaptım. BBC’den New York Times’a, NTV’den Habertürk’e hemen hemen her tv ve gazeteye demeçler verdim. Böyle bir insanın gizlisi kalır mı? Başından beri hukuk ve demokrasi dedim. Zorbalıklara karşı çıktım. Sivil olsun asker olsun hukuksuzluğun her türlüsünü eleştirdim. 17 Aralık’tan sonra da bildiklerimi yazmaya devam ettim. Hiçbir grup veya cemiyeti desteklemeden, hakkı ve hukuku haykırdım. Bu nedenle hasımlarım oldu. Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamak derler ya, işte tam da öyle oldu. Tarafım hukuktan yana. 15 Temmuz gecesi nasıl Hükümeti devirmeye çalışanlara karşı durduysam bugün de haksızlığa uğrayanın kim olduğuna bakmaksınız hakkın ve hukukun yanında olacağım. Bugün bana iftira atanlar, yalanlar söyleyenler, haksız yere ismimi yaftalayanlar yarın aynı eziyetlerle yüz yüze kaldıklarında onlara destek olan yine ben olacağım. Bu vesileyle, yurt dışına kaçtığım yalanını ortaya atanları kınıyorum, Allah’a havale ediyorum. Tüm işi yazı yazmak olan bir adamım. Neden kaçacakmışım ki? Ama bu yalanlara kanıp beni cezalandırmaya kalkarlarsa buna da diyecek bir şeyim olmaz. Suçlu yere hapsedilmektense suçsuz yere cezalandırılmayı yeğlerim. Bir ömrüm vatanım ve milletimi uyarmakla, ona tehlikeleri haber vermekle, yani ülkeme hizmetle geçti. Ülkemin bana teşekkürü böyle olacak ise buna da eyvallah der, Sokrates gibi kaderimin gösterdiği yere geçerim. Ama milletim bu utancı nasıl üzerinde taşır, onu da bilemem.