Reagancı ABD, Trump sonrası döneme zor bir adaptasyonla karşı karşıya

Eski ABD başkanı Donald Trump’ın özel hesapları ve ayrıca Cumhuriyetçi Parti içinde yükselen akımlar hakkında benden daha bilgili olanlar, belki Cumhuriyetçiler açısından bir “ideolojik” yol ayrımıyla karşı karşıya olup olmadığımızı kesin olarak söyleyebilirler. Benim gibi partinin iç işleri hakkında derinlemesine bilgi sahibi olduğu iddiasında olmayan pek çok kişiyse, Trump’ın, Ohio’lu genç Senatör J.D. (James David) … Reagancı ABD, Trump sonrası döneme zor bir adaptasyonla karşı karşıya Devamı »

Eklenme Tarihi: 22 Tem 2024
4 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 22 Tem 2024
Reagancı ABD, Trump sonrası döneme zor bir adaptasyonla karşı karşıya

Eski ABD başkanı Donald Trump’ın özel hesapları ve ayrıca Cumhuriyetçi Parti içinde yükselen akımlar hakkında benden daha bilgili olanlar, belki Cumhuriyetçiler açısından bir “ideolojik” yol ayrımıyla karşı karşıya olup olmadığımızı kesin olarak söyleyebilirler.

Benim gibi partinin iç işleri hakkında derinlemesine bilgi sahibi olduğu iddiasında olmayan pek çok kişiyse, Trump’ın, Ohio’lu genç Senatör J.D. (James David) Vance’i, önümüzdeki kasım ayının başında yapılması beklenen başkanlık seçimleri savaşında “yoldaş” olarak seçmesine şaşırdı. Yabancı gözlemcilerden oluşan “topluluk” olarak bizler, geçtiğimiz aylarda ve hatta yıllarda, Trump’ın geleneksel olarak “çok başlı” olarak bilinen köklü bir parti üzerindeki hakimiyetini ne kadar sıkılaştırmayı başardığını keşfettik.

Kaç lideri sahne dışına ittiğini ve diğerlerini marjinalleştirdiğini keşfettik ve gördük.

Basit ve doğrudan sloganlarına kapılmış bir tabandan güç alarak, yakın geçmişe kadar dikkate alınan parti kurumuna o kadar çok pozisyon ve politika dayattı ki, bir zaman sonra bu kurum oyunu tanıdık koşullar ve kontroller altında oynayamaz hale geldi.

Kitlesi üzerinde mutlak kontrole sahip olan Donald Trump, partiyi “kendi ruh haline göre” yeniden kurguladı.

Buna karşılık parti, tıpkı dün Milwaukee şehrinde düzenlenen Cumhuriyetçi Parti Ulusal Kongresi’nin sonunda gördüğümüz ve duyduğumuz gibi, liderliğini bir “sihirbaza” devretmekten ve ona mutlak bir yetki vermekten memnundu. Burada ister aşırı sağcılığı ister parti ve ulusal düzeyde oyunun kurallarına meydan okuması açısından tarihsel olarak “Trumpçı duruma” belki de en yakın olan iki model, eski Arizona senatörü Barry Goldwater ile Ronald Reagan modelidir.

Ancak ilk model, Cumhuriyetçilerin 1964’te Demokrat Başkan Lyndon Johnson tarafından feci bir yenilgiye uğratılmasıyla sonuçlanmışken, ikinci model 1980 yılında, yalnızca Cumhuriyetçi Parti’de değil, Batı dünyasındaki sağ kanatta da onlarca yıl iz bırakacak tarihi bir başarıya ulaştı. Bu başarıyı, Sovyetler Birliği’ni çökmeye zorlayıp Soğuk Savaş’ı sona erdirerek daha da büyüttü.

Vietnam Savaşı sırasında “nükleer düğmeye” basma olasılığı konusunda o zamanlar yüz milyonları korkutan Goldwater’ın aşırıcılığının etkisi, adamları “Kızıl olmaktansa (yani komünist olmaktansa) ölmek daha iyidir” sloganını yükselten Reagan modelinde tekrarlanmadı. Aksine General Alexander Haig ve Bakan Caspar Weinberger gibi Reagan döneminin “şahinlerinin” “sınırlı” bir nükleer savaş yürütme olasılığına ve özellikle Avrupa’daki “nükleer sahnenin” kontrol edilebilir ve yönetilebilir olması gerektiğine ilişkin mesajı çok açıktı.

Gerçekten de Reaganizmin “şahinleri”, Moskova’yı, Rusların karşı koyamayacağı maliyetli bir “Yıldız Savaşları” projesine sürükledi. Böylece, Batı’nın bilgeliği ve vizyonerliği konusundaki tanıklıkları karşısında kendinden geçmiş olan Mihail Gorbaçov’un başını çektiği Sovyet “teslimiyetleri” dizisi başladı. Sonuçta Sovyetler Birliği çöktü ve Almanya’nın iki parçası yeniden birleşti. Varşova Paktı sona ererken, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)büyüyerek Ukrayna’yı da kapsayacak şekilde genişledi!

Reagancı modelin başarısının arkasında, ister Cumhuriyetçi Parti düzeyinde ister tüm Amerika Birleşik Devletleri düzeyinde olsun üç Amerikan iç dayanağı vardı.

İlk dayanak, piyasa güçlerinin liberalleşmesi ve devletin ekonomideki rolünün azaltılmasıdır; Reagan ve ekonomi ekibinin “küçük hükümet” olarak adlandırdığı bu model daha sonra Reaganomics olarak bilindi.

İkinci dayanak, ABD’nin dünyadaki tek süper güç olarak konumunu doğrulayan ve teyit eden dış politikadaki güçlü askeri hakimiyettir.

Son olarak üçüncü dayanak, ABD’nin küresel liderliğinin tekliğini garanti eden ve koruyan bir doktrin olarak “muhafazakar Hıristiyanlığa” (Evanjelizm) entelektüel ve sosyal bağlılıktır. Bu noktada Billy Graham, Jerry Folwell ve diğerleri gibi rahiplerin ve “Evanjelistlerin” benzeri görülmemiş siyasi etkisi öne çıktı.

Dün Milwaukee Kongresinin sonunda gözlemciler, J.D. Vance’in (39 yaşında) başkan yardımcılığı görevine seçilmesini Cumhuriyetçi Parti’nin gidişatında yeni bir aşamanın başlangıcı olarak değerlendirdiler. Her ne kadar Vance’in yönetimin başına geçtiğinde -eğer başkanlığı devralırsa- neler yapabileceğini kesin olarak söylemek için henüz çok erken olsa da, parti içinde Trump olgusunun gözlerden gizlediği, var olan ve hareket eden bir akımın var olduğuna şüphe yok. Senatör Vance’in Milwaukee’de aday gösterilmeden önce büyük çekincelerle de olsa yazılı ve görsel olarak yayınlanan açıklamaları üzerinden “felsefesini” takip ettiğimizde, bu akım, bazı Cumhuriyetçilerin Reagancı modelin üç dayanağından uzaklaştığını gösteriyor.

Dış askeri ve siyasi müdahale, piyasa ekonomisine mutlak bağlılık, dini ve ahlaki yönleriyle “Evanjelizmin” merkeziliği arasındaki bağlantı, dedikleri gibi “nöbet değişimi” zamanı geldiğinde Trump’ın Vance’e bırakacağı “ilkeler” arasında kalacak gibi görünmüyor.

Örneğin Ukrayna’nın desteklenmesi konusu, Senatör Vance’in temsil ettiği akım açısından, ne güçlü ve geniş bir “Atlantik ittifakı” yoluyla Avrupa’nın güvenliğinin sağlanması, ne de Vladimir Putin’in hırslarının sınırlı ve kuşatılmış tutulması açısından pek bir şey ifade etmiyor. Özellikle de Moskova’nın, Trump’ın bize hep hatırlatmaya gayret ettiği gibi artık Amerikan çıkarlarına yönelik en büyük tehdidi oluşturmadığı göz önüne alınırsa.

Aynı şekilde “Reaganomics” ve Friedman’ın parasal “Chicago Okulu” standartlarına göre piyasa ekonomisi, ulusal, dini ve sosyal açıdan muhafazakar, ekonomik açıdan fakir, kömür madenleri ve “Pas Kuşağı”ndaki geleneksel endüstriler gibi eskimiş ekonomik kaynaklara dayanan, dolayısıyla Doğu Asya’dan gelen ucuz yabancı işgücü ve ileri teknoloji karşısında “devlet müdahalesine” ihtiyaç duyan eyaletler için uygun değil.

Son olarak, Amerikan sağı yelpazesi genelinde ve özellikle de “İncil Kuşağı” ve benzeri kırsal kesimdeki Cumhuriyetçiler arasında Hıristiyan inancının derinliği kabul edilse de, sağcı kimliğin “teolojik” yüzü artık açıkça “ulusal” yüzün (ABD’yi yeniden büyük yapmanın), hatta bazen, bazı azınlıklara ve göçmenlerin büyük kesimlerine karşı açıkça ırkçı olan yüzün gerisinde kalıyor.

Evet, bir sonraki Cumhuriyetçi dönem için mutlak manşetler belirlemek için henüz çok erken olabilir ama bu dönem kesinlikle çok ilginç.