Rezil Tehlike: İstanbul Sözleşmesi

Eklenme Tarihi: 10 Kas 2019
4 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Rezil Tehlike: İstanbul Sözleşmesi

Milli Gazete yazarı Şakir Tarım, 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren ve eşcinselliğe özendiren İstanbul Sözleşmesi hakkında 7 Mayıs 2019'da; "Rezil Tehlike: İstanbul Sözleşmesi" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Yazısında sözleşmenin gerçek yüzünü ve toplumun karşı karşıya olduğu tehlikeleri anlatan Tarım; "Aile içi şiddetin önlenmesi işin bahanesiydi. İstanbul Sözleşmesi’nin hemen ardından eşcinsellerin önünü açan LGBTİ Derneği’nin kurulmasına izin verildi. Hatta erkek erkeğe iki kişinin yaptığı evlilik TV’lerde haber oldu" ifadelerini kullandı.

Yazının tamamı şöyle;

SÖMÜRGECİLER, özellikle Çanakkale ve Kût-ul Amâre yenilgilerinden sonra, Müslümanları savaş meydanlarında yenemeyeceklerini iyice anladılar. Başka usuller denemeye giriştiler. İslâm’ın içeriğini boşaltma, kültürümüzü yok etme, ekini ve nesli bozma gibi yöntemler bunlar arasında. Müslümanları güçlü ve dinamik tutan aile kurumunu çökertme planları yaptılar. Sağlam aile yapımızı bozarlarsa Türkiye’yi çökerteceklerini düşündüler.

Değerlerinin kıymetini bilmeyen Türkiye toplumu 2 asırdır Avrupa sevdasıyla(!) yanıp tutuşuyor. İktidarların AB uğruna vermeyecekleri taviz yok. Kadın tacizleri ve aile içi şiddetin konuşulduğu bir atmosferde, Avrupa Konseyi Türkiye’ye, “Kadına Yönelik Şiddet; Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair” bir sözleşme dayattı. Hükümet bunu AB’ye tam üyelik hazırlığı olarak gördü.

Konu kamuoyunda tartışmaya açılmadı. Başbakanlık, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı halkı aydınlatmadı. Meclis’te milletvekillerinden bir itiraz duymadık. Nasıl bir oldu-bittiye getirildiyse bu vahim proje İstanbul Sözleşmesi adıyla 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi.

Aile içi şiddetin önlenmesi işin bahanesiydi. İstanbul Sözleşmesi’nin hemen ardından eşcinsellerin önünü açan LGBTİ Derneği’nin kurulmasına izin verildi. Hatta erkek erkeğe iki kişinin yaptığı evlilik TV’lerde haber oldu.

Ne oluyordu? Dünyaya öncülük yapmış bir ülke nereye götürülmek isteniyordu? Aile yapımızı dinamitlemek için yapılan bu rezillikler Türkiye’de nasıl yer bulabiliyordu? Ülkeyi tehdit edebilecek ölçüde büyük bir tehlike ne kadar da hızlı bir el çabukluğuyla yürürlüğe girmişti?

EĞİTİME EL ATTILAR

SÖZ konusu sapkınlık Millî Eğitim Bakanlığı kullanılarak yürütüldü. 2014 - 2016 yıllarında Orta Öğretim Genel Müdürlüğü organizesiyle 10 ayrı ilde, liselerin 11. ve 12. sınıf öğrencilerine “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi (ETCEP)” başlığıyla seminer konusu olarak sunuldu. “Yeniden Yazmaya Var mısın?” sloganıyla gençler tahrik edildi.

Projenin etkisiyle, o günlerde ODTÜ’de tuvaletler, soyunma odaları kız erkek müşterek olsun, talepleri seslendirildi.

Uygulamalar kamuoyunda büyük tepkilerin oluşmasına yol açtı. Bu sebeple Millî Eğitim Bakanlığı, projenin uygulamasını durdurdu.

Daha sonra, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi Türk Tabipler Birliği (TTB) kanalıyla yürütülmeye çalışıldı. Kendi personeline, bazı kurumların çalışanlarına, toplumun farklı kesimlerine konferans ve seminerler verdiler. Yine tepkiler oluştu. Bu yüzden proje askıya alınmak zorunda kaldı.

İstanbul Sözleşmesi’nde Roma ve Cenevre anlaşmaları esas alınmış; kararlar AİHM ve BM içtihatları ölçü kabul edilerek hazırlanmıştır.

Sözleşmenin 12/1. maddesinde “Kadın ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı önyargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınmasını amaçladığı” anlatılmaktadır. Buradaki “diğer uygulamalar”dan maksadın İslâm dininin kuralları olduğu bellidir.

Proje, Türkiye’nin insanlığa örnek olan sağlam aile yapısını yıkmayı, İslâm’ın aile anlayışını devre dışı bırakmayı amaçlamaktadır. Vahim süreç bir an önce durdurulmalı; İstanbul Sözleşmesi iptal edilmelidir. Türkiye, kendi eliyle geleceğini tehlikeye atma yanlışından kurtarılmalıdır.

ÇÖZÜM KENDİ İÇİMİZDE

TOPLULUK olan yerde problem bitmez. Türkiye, sosyal ve kültürel problemlerini kendi şartları içinde çözümler aramalıdır. Her işimize burnunu sokan AB’ye haddi bildirilmeli; özellikle aile ve sosyal konulardaki müdahalesi önlenmelidir. Bunlar milletimize özgü özelliklerdir. Bu konudaki kararları bu ülkede yaşayanlar vermeli; mahremiyetimize leke sürülmemelidir. İstanbul Sözleşmesi Batı’nın toplum yapısı ve hayat anlayışıyla şekillenmiştir. Türkiye toplumu Batı’dan farklıdır. Huzur ve barışımız için bazı konularda Batılılarla işbirliği yapılabilir; fakat kimliğimizden taviz veremeyiz. Biz, Batı’dakinden daha özgün, insanî değerlerle iç içe, manevî zenginliği olan bir aile ve toplum anlayışına sahibiz. İstanbul Sözleşmesi esas alınarak, “Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair” 6284 sayılı kanun 30 Eylül 2014’te yürürlüğe girdi. Kanunlar yabancı etkilerden arındırılmalı; yüzde yüz toplum yapımıza uygunluğu sağlanmalıdır. TBMM, “İstanbul Sözleşmesi”ni yeniden ele almalı, Türkiye’yi bu büyük yanlışlıktan kurtarmalıdır. Yanlış uygulamaların toplum yapımızı çürüttüğü, bizi biz olmaktan çıkarma noktasına getirdiği hepimizce bilinmektedir. En son, Cumhurbaşkanı Beştepe’deki “Aile Şurası”nda şu yakınmalarda bulunmuştu: “Nikâh akdinin değersizleştirildiği, evlilik dışı ilişkilerin normal sayıldığı, boşanmaların adeta teşvik edildiği sancılı bir süreçle karşı karşıyayız.” (02.05.2019) Bunlar hepimizin yaşadığı acı gerçekler! İktidar yakınmaz; icraat yapar. Bizim Cumhurbaşkanı ve TBMM’den istediğimiz, Türkiye’nin savaşsız teslim alınmak istendiği “Zina Yasası” ve “İstanbul Sözleşmesi”nin yürürlükten kaldırılmasıdır.