Türkiye ve Suriye’de meydana gelen yıkıcı depremler milyonlarca insanı derinden etkiledi. Depremin etkileri, bu toplu travmayla başa çıkmanın ne kadar süreceğine ilişkin tahmin yürütülemeyecek kadar büyük oldu.
Felaket karşısındaki tepkiler ise farklı farklıydı. Türkiye’den ve Türkiye dışından sayısız insan deprem bölgesinde destek sağlamak için doğrudan afet bölgesine gitti. Yardım kuruluşları, çeşitli dernekler ve bireyler, depremden etkilenen bölgelere yardım malzemeleri göndermek için çok kısa bir sürede bağış kampanyaları başlattı.
Afet bölgesine doğrudan erişimi olmayan, yurt dışında yaşayan insanlar depremzedelere, yaralılara ve bölgede yardım sağlayan insanlara dua programları düzenledi. Çok kısa sürede bağışlanmak üzere büyük meblağlara ulaşıldı. Bazıları yaşananlar karşılarında şok, ümitsizlik, geri çekilme ve çaresizlik hissetti. Tüm bu insanların buluştuğu ortak payda ise derin bir duyarlılıktı. Deprem bölgesinde aile ve yakınları olsun olmasın yurt dışındaki birçok Türkiye kökenli bu duyguyu paylaştı.
Diğer yanda Kahramanmaraş merkezli depremler hakkında çok da bilgi sahibi olmayan ya da bu haberleri -yurt dışındaki Türkiye kökenliler kadar büyük bir empatiyle- takip etmeyen insanlar da var. Bu insanlar günlük hayatlarına devam ediyorlar. Onlar için değişen bir şey yok. Bu durumda akla gelen soru ise şu: Empati ve duygudaşlık nasıl işler ve nasıl oluşur?
Empati Nasıl Oluşur?
Empati, toplumda kişiler arası yürürlükte olan ilişkilerin ve sosyal etkileşimin temelidir. Anlayış, duygudaşlık ve iş birliği bu yeteneğe dayanır. Ahlaki, duygusal ve empatik süreçlerde anterior singulat korteks ve beynin çeşitli frontal ve temporal bölgeleri aktifleşir. 1950’li yılların başında bir çocuk psikiyatristi olan John Bowlby, bebeklerin gelişiminde bakım verenin sevgi dolu ilgisinin ve şefkatinin büyük bir etkisi olduğunu keşfetmiştir. Beklendiği gibi, bebeklik ve erken çocukluk çağında alınan sevgi ne kadar fazlaysa, yetişkinlik çağında empati becerisine sahip bir yetişkin olma olasılığı da o kadar yüksektir. Aynı şekilde kişi bebeklik döneminde ne kadar az şefkat ve ilgi görürse, empati yetisinden yoksun olması ihtimali de o kadar fazladır. Bu, bazı insanların neden başkaları ile empati yapamadıklarını veya empatinin düşük seviyede olduğunu açıklayabilir. Bununla beraber bu sadece bir eğilim olarak anlaşılmalıdır. Elbette burada rol oynayan başka faktörler de vardır ve kendileri neredeyse hiç şefkat deneyimlememiş olmasına rağmen empati kurma becerisi oldukça yüksek olan insanlar ya da bunun tam tersi durumlar da mevcuttur.
Bu anlamda mutlu edici bir nokta da var: Araştırmalar empati ve şefkatin öğrenilebilir ve geliştirilebilir olduğunu açıkça gösteriyor. Derby Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji Profesörü ve şefkat ve depresyon konusunda en çok aranan uzmanlardan biri olan Paul Gilbert, bu amaçla bir antrenman programı geliştirmiş durumda. Bu alıştırma aşağıdaki unsurları içeriyor:
– Öz yansıma – İmajinasyon çalışmaları – Yargılayıcı, değerlendirici olmayan bir tutum geliştirmek – Kişinin kendi düşüncelerini ve duygularını tanıyıp kabul etmesi – Kişinin kendi olumsuz yönleri ile yüzleşmesi – Cesaret, korku, suçluluk, affetme gibi konular üzerinde çalışmak – Sistematik olarak şefkatli bir tutumun geliştirilmesi
Buradan yola çıkarak eğitim almamış olsalar bile yukarıdaki hususlarla ilgilenen kişilerin zaten belirgin bir empati katsayısına sahip olabileceği söylenebilir. Wisconsin Üniversitesi’nden bilişsel araştırmalar yapan Lutz, MRT testlerinde şefkat meditasyonu konusunda deneyimli olan bireylerin empatiden sorumlu beyin bölgelerinin meditasyona yeni başlayanlara kıyasla bebek ağlaması veya yardım çağrıları gibi seslere daha duyarlı olduğunu keşfetmiştir. Özetle empati ve şefkat hissetme yeteneğimiz eğitilebilir ve teşvik edilebilir.
Bir Gruba Mensup Olmanın Empati Yeteneği Üzerindeki Etkisi
Zürih Üniversitesi’nden sinirbilimci Susanne Leiberg, her durumda herkesle empati kurmanın kimse için mümkün olmadığını belirtiyor. Empatiyi etkileyen faktörler arasında mağdur ile aynı gruptan olmak ve kişinin kendi duyduğu ilgi gibi hususlar da var.
Viyana Üniversitesi’nden bir nöropsikolog olan Claus Lamm da empatiyi başka bir kişinin duygusal durumunun “somutlaşmış bir simülasyonu” olarak tanımlıyor. Empati kurulduğu zaman, öz-farkındalıkta aktifleşen beyin bölgeleri aktifleşir. Empati özverili ve sosyal davranışı teşvik etse de kişi daha çok yakın veya benzer kişilerle veya gruplarla empati kurmaya meyillidir.
David Hume’un yakınlık ve aşinalık ilkesine göre, insanlar karşısındaki kişiyle empati kurmak için daha az hayal gücüne ihtiyaç duyduğunda daha kolay empati kurarlar. Bu, bir grup insanla kişi arasındaki duygusal ve kişisel bağlantı veya coğrafi yakınlık ne derece fazlaysa empatinin de o kadar güçlü olduğu anlamına geliyor. Karşımızdaki kişi bizim için ne kadar yabancıysa, empati kurmak da o kadar zordur. Bu, aynı zamanda mağdur olan kişilere yönelik ön yargıların veya yabancı algısının empati kurulmasını engelleyebileceği veya en azından zorlaştıracağı anlamına gelir.
Empatinin Kitlesel Medya Aracılığıyla Uyandırılması
Artık maruz kalınan her acının başkalarında mutlaka şefkat ve empati uyandırmadığını söyleyebiliriz. Tobias Scholz, şefkat etkisinin acının takdim biçimine bağlı olduğunu ve insanlara veya gruplara duyulan şefkatin belli koşullara bağlı olduğunu açıklıyor. Aşağıda belirtilen koşullar oluştuğunda haberleri dinleyen kişilerde şefkat duygusu oluşabiliyor:
– Mağdurlar afet sebebi ile hareket serbestilerini kaybetmişse – Yaşanılan afette kişinin suçu yoksa – Prensip olarak kendilerini en az koruyabilecek insanlar (çocuklar ve yaşlılar) olaya dâhil olmuşsa – İnsanlar mağduriyetlerini kendileri gideremiyorlarsa – Yardım desteği bir iş birliği karakteri taşıyorsa
Fakat burada da “acıma” duygusunun sunulup sunulmayışının medya tarafından kararlaştırıldığını belirtmekte fayda vardır. Eğer bu gereksinimin var olduğuna kanaat getirilirse medya bilgi sağlamanın ötesine geçen bir rol üstlenir ve kooperasyon partnerleri (afetten etkilenenler ve yardım sağlayabilecek izleyiciler) arasında bir köprü görevi görür. Scholz, bu anlamda geleneksel afet haberlerini dört kademeye ayırmaktadır:
– Afetten önceki durumun gösterilmesi (öncesi-sonrası görüntüleri) – Ayrıntıların gösterilmesi (yıkılan evler, arabalar, harap olmuş sokaklar gibi felaketin ansızın geldiğine dair fikir veren ve aynı zamanda büyüklüğünü netleştiren görüntüler) – Bireysel öyküler (acı çeken insanlar) – Yeniden yapılandırma ve yardım malzemelerinin görüntüleri
Bu sayede izleyici olaya dâhil edilir ve bireysel öykülere tanık olarak duygusal olarak etkilenir. Aynı zamanda, felaketin yol açtığı tahribatı ortadan kaldırmak için birlikte hareket etme ihtiyacı oluşur. Güvenilir resmî iş birliği ortaklarının (örneğin Alman hükûmeti tarafından görevlendirilen yardım grupları ve olay karşısında duydukları üzüntüleri dile getiren politikacılarla kamuya mal olmuş diğer kişilerin) anılması mağdurlara şefkat duymanın ve yardım etmenin isabetli olduğunu gösterir. Böylece izleyiciye yardımların ve bağışların yerine ulaştığı, yani bir iş birliğinin başarılı olacağı güvencesi verilir.
Bu yönüyle medya, bir afet durumunda izleyicileri uzaktan etkilenen insanlara dönüştürme imkânına sahiptir. Bu anlamda Türkiye ve Suriye’deki deprem felaketinden özellikle dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan ve Türkçe ve Arapça konuşanların etkilenmesi şaşırtıcı değil. Yurt dışında yaşayan Türkiye kökenliler açısından bu afette ortak değerler ve dil aracılığıyla zaten önceden bir yakınlık vardı. Ayrıca afet bölgesinde doğrudan kendi tanıdıkları olmasa bile haberler ve sosyal medya aracılığıyla afetten etkilenen kişilerin bireysel hikâyeleri hakkında bilgi edinebildiler. Kendileri ile bağ kurdukları insanların acılarını gerçek zamanlı olarak yaşadılar.
Empatinin bağ kurma hissiyle ne kadar bağlantılı olduğunu Zeynep Hanım’ı enkaz altından kurtarmak için saatlerce uğraşan Alman I.S.A.R ekibinin o anki sevinci ve daha sonra onun hastanede vefat ettiğini öğrendiğinde duyduğu üzüntü de gösterdi. Empatiyi tekrar “somutlaşmış bir simülasyon” olarak ele aldığımızda nerede olursa olsun şu anda bu depremden ve depremin etkilerinden dolayı ne kadar çok insanın acı çektiği anlaşılıyor.
Tüm bu bilgiler ışığında insanların, kendilerini ait hissettikleri grupların ötesinde tüm insanları ve canlıları kapsayan prososyal ve öz verili bir şefkat geliştirme yeteneğine sahip olduğunu teyit edebiliriz. Bu yeteneğin geliştirilmesi ise biraz da iradeye ve şartlara bağlı.
Sebahat Özcan