Seçim sonrası: Hangi Türkiye?

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öyle yakın rakamlarla bitti ki, 1 milyon 155 bin kişi, yani toplam seçmenin yüzde 2 küsuru Erdoğan’a değil de Kılıçdaroğlu’na oy verseydi, bugün bambaşka analizler yapılıyor olacaktı. Milliyetçiliğin yükselmesi, Erdoğan’ın gücü ve kökleşmesi yerine, yenilgisi ve kazanan tarafın “toplumsal-siyasal eğilimleri” tartışması içinde olacaktık. O zaman siyasi analizler de, toplumsal okuma gayretleri de buna … Seçim sonrası: Hangi Türkiye? Devamı »

Eklenme Tarihi: 15 Haz 2023
4 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 15 Haz 2023
Seçim sonrası: Hangi Türkiye?

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öyle yakın rakamlarla bitti ki, 1 milyon 155 bin kişi, yani toplam seçmenin yüzde 2 küsuru Erdoğan’a değil de Kılıçdaroğlu’na oy verseydi, bugün bambaşka analizler yapılıyor olacaktı. Milliyetçiliğin yükselmesi, Erdoğan’ın gücü ve kökleşmesi yerine, yenilgisi ve kazanan tarafın “toplumsal-siyasal eğilimleri” tartışması içinde olacaktık.

O zaman siyasi analizler de, toplumsal okuma gayretleri de buna göre, hem eşitlenme eğilime göre hem iki farklı seçmen bloğunun ayrı ayrı ifade ettikleri bakımından yapılmalıdır.

Seçmen gruplarına bir bakalım…

Erdoğan seçmeni: Seçimler muhafazakar kesime dair bir değişim ve dönüşümün ipuçlarını ortaya koydu.

Farklı katmanları bir araya getiren muhafazakar blokta değişmeyen husus, yapıştırıcı ve kurucu unsurun esasen “kimlik” olmaya devam etmesiydi. Değişen unsur ise kimliğin taşıyıcısıyla ilgiliydi. Taşıyıcı ne bir dönemin merkez muhafazakarlığı ve yakın geçmişin dindar muhafazakarlığıydı. Onların yerine içinde, dini, geleneksel unsurların bulunduğu, ama asli vurgunun “millilik” fikri olduğu, toplumsal tezahürü ve kökleri itibariyle heterojen bir “milliyetçilik” öne çıktı.

Tepkilerden beklentilere, sorunlardan umutlara kadar “canlandırıcı” ana ekseni bu meydana getirdi.

Muhafazakar kesimin, 2015 sonrası siyasi gelişmeleri, darbe girişimini, hendek ayaklanmasını, devlet krizini, bölge ve dünyadaki gelişmeleri siyasi iktidar ve devlet aktörleriyle aynı dalga hattında bir algı ve tepkiyle karşıladığı söylenebilir. Bu dalgada, devlete yönelik tehlike ve tehdit ile devlet üzerinden dirilme ve büyüme iç içe giren iki yönlendirici saik oldular. Bu çerçevede, yükselenin, bildik siyasi bir milliyetçi dalga olmaktan çok, muhafazakarların farklı eğilimleri kesen, ülke dışı ve içinde ötekiler üreterek yol alan toplumsal bir varoluş reaksiyonu olduğunu düşünüyorum.

Burada esas kritik nokta şudur: Kimlik tanımlayıcı unsurda, asli ögenin “inanç” yerine “milli-yerli” vurguya meyletmesi önemli bir gelişmedir. 1990’ların eşit olma güdüsünden, 2020’lerin hükümran olmak iddiasına geçiş önemli bir kaymadır. Nitekim bu kaymanın en dikkat çeken özelliği, otoriter söylem ve siyasi dokuyla daha uyumlu olması, hatta iç içe girmesidir. Otoriter siyasetin, toplumsal değer sistemleri ve siyasi beklentiler tarafından desteklenmesidir.

Bu dönüşümde ya da eğilimde, belirleyici faktör olarak, sadece bildik iç siyasi dinamikler düşünülmemelidir. Global girdiler, büyüme ve güçlenme tarif eden dış politik gelişmeler ve iddialar, global düzeyde esen milli-devlet ve güçlü siyasi irade rüzgarı, siyasi değer hiyerarşisinde bu çerçevede yaşanan yer değiştirmeler, bunlara eşlik eden ülke içi sosyolojik dönüşümler, bu dönüşümlerin kimlik unsuruyla etkileşimleri veya bireyselleşmenin yeni ve kendine has pistleri önemli yeni unsurlardır.

Tüm bunlar bir arada, farklı milliyetçi eğilimleri aynı potada siyasallaştırmışlardır. Devletten ekonomiye kadar uzanan derin krizlere verilen anlam, tepki ve buradan üreyen beklenti tekil değil kolektif olmuştur, varoluş arayışı topluluk merkezli olarak derinleşmiştir.

Muhafazakâr cenahtaki ana dalga budur ve belli ki bir süre daha böyle kalmaya devam edecektir.

Kılıçdaroğlu seçmeni: Muhalif, önemli ölçüde modern veya modernliğe meyilli bu bloğu nasıl ele almalı?

Farklı etnik, mezhebi, coğrafi, yaşam biçimi hassasiyetleriyle, alttan üste farklı sınıfsal katmanları bir araya getiren bu bloğun yapıştırıcı unsuru da dünden oldukça farklıdır. Kimliksel, kültürel nitelikli varoluş arayışı, yükselen otoriterlik karşısında yerini demokratik bir arayışa ve politik taşıyıcıya bırakıyor veya bırakmış görünüyor.

Bu durum, kimlik gerginliklerini elbette yok etmiyor. Kaldı ki, milliyetçi rüzgarlar bu kesimde de etkin ve derindeki farklı kimlik hassasiyetlerini besliyorlar. Kürt meselesinde ortaya çıkan ters ve sert karşılaşmalar, laiklik merkezli kimi tepkiler yanında, göçmen sorunu, toplum-siyaset ilişkilerinde örgün bir doku yerine güçlü siyasi irade arayışı bu durumun göstergeleri. Bununla birlikte muhalif kesimde kültürel farklılıkların üzerine çıkan siyasi bir dalga söz konusudur ve bu, seçmen eğilimleri bakımından önemli bir durumdur. Zira, bu oluşum kültürel hassasiyet ve çatışmaları içinde barındırsa, hatta onlardan beslense de, esasen “siyasi” olanın galebe çalışını ifade etmektedir.

Bu ise, tarihimizde ilk kez bu denli belirginleşen “otoriterlik (devlet)- demokrasi (siyaset)” fay hattının önem kazandığına işaret etmektedir. Muhalif Türkiye’deki bu ana dalga, otoriter siyasal uygulamalar devam ettikçe mevcudiyetini sürdürecek ve bıçak sırtı bu denge, siyasi hayatı önümüzdeki dönemde önemli ölçüde belirleyecek gibi görünüyor.

Özetle, kültürel ana fay hatlarının üzerinde, bu hatlarla farklı biçimde birleşen siyasal bir tahayyül ayrışması ortaya çıkıyor.

Temeller eski, malum ve değişmez, ama yapı yeni. Bu temel üzerine hangi yapı? Soru bu. İddia, yeni ve yeniden başlıyor.