Sosyal medyanın, siyaset, seçimler, seçim kampanyaları üzerindeki ağırlığı, son yıllarda çokça tartışılıyor. Bu konuda toplumbilimciler, siyaset bilimciler, iletişim bilimciler başta olmak üzere, akademide de yoğun bir üretim var. Çok nitelikli tezler yazılıyor, kitaplar basılıyor, sempozyumlar düzenleniyor bu alanda.
ABD’nin önceki başkanlarından Hüseyin Barack Obama’nın, seçim kampanyasında sosyal medyayı çok iyi kullandığını hatırlıyoruz. Donald Trump da hem kampanya sırasında hem de başkanlığı döneminde sosyal medyada çok etkiliydi. Latin Amerika’dan Avrupa’ya uzanan geniş bir coğrafyada liderlerin sosyal medyada etkili oldukları, on milyonlarca takipçi sayısına ulaştıkları biliniyor. Bu alan, siyasetçilerin danışmanlarının, seçim kampanyalarını yöneten kurmaylarının, stratejik iletişim uzmanlarının da çok önemsedikleri bir alan. Hızıyla, yaygınlığıyla, takipçi sayısıyla, anlık iletişime, geri bildirime açık olan yapısıyla, zamandan ve mekândan bağımsız olarak 24 saat canlı, coşkulu olmasıyla çok önemli bir alan sosyal medya. Etkisini aşırı biçimde abartmak da yanlış, yok saymak ve küçümsemek de.
Ülkemizde ise sosyal medya, seçimlerin de etkisiyle, son haftalarda artan biçimde dublaj, montaj, şantaj, sahte içerikler, derin sahtekârlıklar, kasetler, ABD emperyalizmi destekli terör, ihanet, cinayet, casusluk örgütü FETÖ taktik ve teknikleri, trol ordularınca yayılan görüntülerle öne çıkıyor bir kez daha. Son olarak Memleket Partisi genel başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, adaylıktan çekilme gerekçesini açıklarken “Adaylıktan çekilmem bu rezil kampanyada ortaya saçılan iftiralar değildir. Bazı şeref yoksunlarının öne sürdüğü gibi başka sahte kasetler olduğu için de değildir. Ben bunlara boyun eğmem. Ama bunlar seçmeni etkilemiştir. Bu iftiraları atanlar maalesef amaçlarına ulaşmışlar ve seçmeni manipüle etmiş ve oylarımızı aşağı çekmişlerdir” dedi.
Burada üzerinde önemle durulması gereken birkaç nokta vardır.
Birincisi, kimden gelirse gelsin, kimi hedeflerse hedeflesin, sosyal medyada ve diğer mecralarda yapılan kalleşliklere, itibar suikastlarına, alçakça iftiralara karşı, aynı ilkeli tavrı takınmak, “ama”, “fakat” demeden aynı kararlı, tutarlı, yürekli tavrı almak, bu tür iğrençliklere usulden ve esastan karşı çıkmak gerekir.
İkincisi, ister siyasetçiye ister gazeteciye ister bürokrata ister yargı mensubuna ister sıradan yurttaşa ister sporcuya yönelik olsun, hiç fark etmez, bu konunun ahlaki, vicdani, insani boyutu yanında, hukuki boyutu da vardır. Bu konuda, Türk Emniyet’inin, Türk istihbaratının, Türk yargısının hızlı, etkin, caydırıcı önlemler alması, büyük bir titizlikle yurttaşların hakkını, hukukunu, itibarını koruması; toplumun da gerekli duyarlılığı ve tutarlılığı göstermesi gerekir.
Üçüncüsü, günümüzde teknolojinin ulaştığı boyutla birlikte, bu sorun, aynı zamanda bir ulusal güvenlik sorunudur. Çünkü seçimlere yönelik başka ülkelerden yapılan müdahalelerden sosyal medya kuruluşlarının istihbarat örgütleriyle kurdukları ilişkilere, veri casusluğundan psikolojik harbe, toplum mühendisliğine, çok boyutludur.
Kısacası, yüksek teknoloji, düşük ahlakla birleşince her türlü iğrençliğe açık bir alan ortaya çıkmaktadır maalesef.