Üç büyük dinin inananları için kutsal bir şehir olan Kudüs’ü 88 yıllık Haçlı işgaline son vererek kuşatan Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü Fethi’nin yıldönümü…
Üç büyük dinin (Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam) inananları için kutsal bir şehir olan Kudüs, 1099’da Birinci Haçlı Seferi orduları tarafından ele geçirildi. Müslümanlar, o dönemde dağınık ve düzensiz oldukları için Haçlı ordusunun ilerlemesini durduramadı ancak bu durum yakında değişecek ve Kutsal Şehir geri alınacaktı. Mısır ve Suriye’nin Sultanı Selahaddin Eyyubi (1137-1193) İslam İmparatorluğunu kendi gölgesi altında birleştirerek karşılık vermeye hazırlanıyordu. 1187 yılında gerçekleşen Hıttin Savaşı’nda Haçlı ordusunu yenilgiye uğrattı ve Kudüs’ü hakimiyeti altına aldı. Bununla birlikte, Selahaddin Eyyubi’nin zaferi, I. Haçlı Seferi sırasında şövalyelerin uyguladığı şiddetten (1095-1099) çok daha az şiddetle gerçekleşti. Bundan ötürü, Selahaddin Eyyubi hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar tarafından sonsuz bir saygı gördü.
Bizans imparatoru I. Aleksios Komnenos (1081-1118) atalarının yaşadığı yenilgileri kendisinin yaşamayacağı konusunda bir hayli kararlıydı. Kontrolü altına alabileceği paralı asker gücü için Papalığa başvurdu, ancak sonuç hayal ettiğinin de ötesindeydi. Papa II. Urban (1088-1099) imparatorun bu arayışına cevap verdi ve Fransa’nın Clermont şehrinde bir kurultay topladı. Burada Avrupa soylularına ve din adamlarına hitap etti. Kutsal topraklardaki Hristiyanların çektiği acılar hakkında abartılı hikayeler anlatarak kafir diye adlandırdığı Müslümanlara karşı kutsal bir savaş fikri ortaya koydu ve karşılığında günahların kilise tarafından silineceğini teklif etti.
Papa’nın konuşmasıyla birlikte Avrupa’nın dört bir yanından gelen bu soylular hem dinsel coşkularla hem de birtakım beklentilerle harekete geçtiler ve kutsal toprakları Müslümanların elinden almaya yemin ettiler. Böylece Birinci Haçlı Seferi’nde (1095-1099) ordularla Doğu Akdeniz kıyılarına doğru yola çıktılar. 1097’de İznik, 1098’de Antakya ve Urfa Bizanslılar tarafından ele geçirildi ve daha sonra 1099 yılında düşen ve kitlesel katliamlara maruz kalan Kudüs’e yol alındı. Bölünmüş vaziyetteki Müslüman hükümdarlar, Haçlı ilerlemesini durdurmak için bazı sonuçsuz girişimlerde bulunsalar da düzenli ve kararlı olan Haçlı orduları, utanç verici bir yenilgiye uğratmayı başardı. Bununla birlikte, Müslüman dünyasına yönelik en büyük şok ise El Aksa camisinin kiliseye dönüştürülmesi olmuştu: Tapınak Kilisesi.
Bu noktada savaşacak güçten yoksun olmasına rağmen İslam cephesi, Kudüs’ü geri almak için yavaş ve istikrarlı bir şekilde hazırlanmaya başladı. Uzun zamandır unutulan Kutsal cihat Haçlılara karşı yeniden canlanacaktı. İlk olarak Mezopotamya ‘da (Suriye’de) bulunan ve Türk hanedanlığı olan Zengiler (1127-1250) tarafından başlatıldı. Zengi devletinin ikinci hükümdarı Nûreddin Mahmud Zengî’nin ölümünden sonra (1118-1174) sancak Mısır Sultanı Selahaddin’in himayesi altına alındı: (1137-1193). Selahaddin Eyyubi, hayatının yirmi yılını aşkın bir süresini Haçlılarla savaşarak geçirdi ve oldukça önem taşıyan 1187 yılı ona hayatının en büyük zaferini getirdi.
Bir Haçlı şövalyesi olan Chatillonlu Renaud (1125-1187), 1185 yılında yapılan barış antlaşmasına karşı gelerek Müslüman ticaret kervanına saldırınca iki taraf arasında anlaşmazlıklar patlak verdi. Öyle ki Chatillonlu Renaud insanları esir alarak birçoğunun ölmesine neden oldu. Antlaşma ona hatırlatıldığında ise Hz. Muhammed’le alay etti. Bundan ötürü Selahaddin bir hayli öfkelenerek Haçlıların şimdiye kadar elde ettiği tüm başarılara karşın üstün geleceğine ve Renaud’u kendi elleriyle cezalandıracağına yemin etti. 4 Temmuz 1187 tarihinde, şimdiye kadarki en büyük Haçlı ordusu (Selahaddin’in askerlerinden sayıca fazla olmamasına rağmen) Hıttin Muharebesi’nde yerle bir oldu ve kutsal topraklar savunmasız kaldı.
Doğu Akdeniz Kıyılarının Alınması
Hıttin’deki ezici yenilgiyle Haçlı kaleleri, savunulması için gerekli olan askeri güçten yoksun bırakıldı. Haçlılardan gelecek herhangi bir saldırı tehdidi ortadan kalktığı için Selahaddin Eyyubi, Doğu Akdeniz kıyılarını ele geçirmek adına birliklerini bölgelere dağıttı. Kaleler ise sorunsuz bir şekilde düşmüştü; birçok durumda yerli Müslüman ve Yahudi nüfus isyan etti böylece Haçlı kuvvetlerini kovarak Eyyubi ordularını bu savunmasız şehirlerde samimiyetle karşıladılar.
Bu konu hakkında tarihçi A. R. Azzam şöyle anlatıyor:
Selahaddin Eyyubi, Lübnan’ın Sur şehrinden Kudüs’e kadar ülkenin tüm yüzünü kaplayan karıncalar misali komutanlarını krallığın tüm köşelerine göndermeye karar verdi. Nasıra şehri Muzaffereddin Gökböri’ye, Nablus ise Husam el-Din’e verildi. Bedir El-Din Dildri; Hayfa, Arsuf ve Kayserya’yı alırken, El-Adil Yafa’yı aldı. Daha sonra Selahaddin Eyyubi, Lübnan’ın şehirleri olan Sur ve Tebnine’i kontrolü altına almak için en yetenekli komutanı Taqi ul-Din’i gönderdi…
Tebnine düşmüştü ancak Selahaddin Eyyubi’nin ilk hedefi Sur olması gerekiyordu, öyle ki bu taktiksel hata daha sonra gerçekleşen Haçlı Seferi’nde (1189-1192) onu bir hayli rahatsız etti. Latin Krallığının her bölgesinden Haçlı askerleri ise Sur şehrine akın etti. Şehrin yenilgiyi kabul edip teslim olması için görüşme girişimlerinde bulunsa da olumsuz sonuç alan Selahaddin; Ramla, Ibelin ve Darum’u alarak Mısır’a açılan kapı olarak bilinen Aşkelon’a doğru hareket etti. Şehri koruyan askerler başlangıçta savunmada iyi olsalar da Selahaddin’in şehri kuşatmasından sonra savaşmadan teslim oldular. Sultan şimdi ise en değerli hazineyi elde etmek istedi ve bu da Kutsal Şehir olarak bilinen Kudüs’tü.
Kutsal Şehrin Surlarında
Selahaddin herhangi bir fırsatı kaçırmamak adına kutsal şehrin fethini ertelemek istemedi. Öyle ki tüm Hristiyan aleminin güç birliği oluşturup yakında ona karşı geleceğini biliyordu. Daha sonra Aşkelon harici diğer şehirlerden elçilerle bir araya geldi ve onlara cömert bir şekilde teslim olma şartları sundu: Eyyubi askerlerinin koruması altında tüm eşyalarını alıp şehri terk edebilirlerdi. Ancak bu teklif reddedildi ve padişahın daha fazla koşullar sunulması istendi: Eyyubi güçleri tarafından hiçbir konuda engellenmeden hayatlarını sürdürebileceklerdi ve gelecek altı ay içinde hiçbir ordu yardım etmezse, şehri aynı koşullar altında teslim edeceklerdi. Fakat elçiler bu teklifi de kabul etmeyerek, kenti hiçbir koşulda teslim etmeyeceklerini belirtti. Hakaretlere uğrayan Sultan böylece şehrin Müslüman ve Yahudi sakinlerinin 1099’da yaşadığı kadere Hristiyanları da maruz bırakmaya karar verdi.
Sıkıntılı zamanlarda Hıttin’den kaçan Fransız bir asilzade Ibelin Balian (l. 1143-1193), Selahaddin’den karısını ve çocuklarını Sur’a götürebilmesi için şehre girmesine izin verilmesini istedi. Selahaddin, Balian’ın isteğini iki şartla kabul etti: Birincisi orada sadece bir gece kalacak, ailesini alıp terk edecekti. İkincisi ise kılıcını asla Sultan’a karşı kaldırmayacaktı. Ancak şehre girdikten sonra, Fransız şövalyesi şehir sakinleri tarafından tanınarak, Kudüs’te kalmaya ve Kudüs’ü savunmaya çağrıldı. Selahaddin’e yazarak durumu açıkladı ve ailesi için güvenli bir tutum sergilenmesini istedi. Sultan sadece isteğini yerine getirmekle kalmadı, aynı zamanda aile üyelerini misafir olarak ağırladı, hediyeler verdi ve silahlı muhafızlarla Sur’a bırakılmasını sağladı.
Eylül’de ordunun bayrakları Kudüs’ün batı yönünde görülebiliyordu. Kudüs’te ciddi bir güç eksikliği olduğundan, Balian birkaç kişiyi (hatta çocukları da) şövalye yapmak zorunda kaldı ancak o durumda bile vatandaşların doğrudan bir saldırı şansı yoktu, tek umutları surları ayakta tutmaktı.
Kuşatma başladığında, surlar ve kuleler ok yağmuruna tutuldu. Surlar mancınık ve mangonellerle (mancınık türü bir savaş aleti) atılan taşlarla doldu; kuşatma kuleleri, surları almak için gönderilse de bu kuvvetler geri püskürtülmüştü. Sultan taktiksel hatasını fark edene kadar bu kilitlenme birkaç gün boyunca devam etti. Sadece bu bölge kolayca savunulabilir bir vaziyette değildi, güneş doğrudan savaşçıların yüzüne parlıyordu. Kör edici bu parıltı öğle vakti geçene kadar askerlerin savaşmasına izin vermiyordu. Kuşatma kuvvetini doğuya, civardaki geçitlerin çıkış için kullanılamayacağı Zeytin Dağı’na doğru hareket ettirdi. 25 Eylül’de, Selahaddin’in kuşatma gücü, Birinci Halı Seferi ordusunun 88 yıl önce şehre saldırdığı mevzide yerini aldı. Nitekim, bu etkili bir hareketti. Sadece üç gün sonra sultanın mayıncıları tarafından surların savunma gücü azaltılarak şehir saldırıya açık duruma getirildi.
Şehrin Teslim Oluşu
Daha fazla savunamayıp şehrin düşeceğini anlayan Balian, Sultan’a doğrudan hitap etmek için yola çıktı ve kan akmadan şehri teslim etmeyi teklif etti. Balian’ın sözleri ise Stanley Lane Poole tarafından şu şekilde bildiriliyor:
“Ey Sultan, şunu iyi bil ki biz bu şehirde Tanrı’dan başkasının bilemeyeceği çoklukta askerleriz. Senin göstereceğin merhamet umuduyla savaşa ara verdik. Tıpkı diğer şehirlere gösterdiğin merhameti bizlere de gösterirsin sandık. Bu insanlar ölümden nefret ediyorlar, yaşamak istiyorlar. Eğer ölüm bizim için gerekli görülürse, Yüce Tanrı’ya yemin olsun ki çocuklarımızı, kadınlarımızı kendi ellerimizle öldürür, tüm mal varlığımızı, eşyalarımızı ateşe verir size ne para ne pul ne de köleleştirecek insan bırakırız. Ve tüm bunlar bittiğinde Kubbet’üs Sahra’yı, Mescid-i Aksa’yı yakıp yıkarak elimizdeki beş binden fazla esir Müslümanları katlederiz. Sahip olduğumuz hayvanları yok ederiz. Sonrasında bu yol uğruna canlarını feda eden insanlar olarak karşınıza çıkarız. Bizden aldığınız can kadar sizden can almadıkça bizi yıkıp geçmenize izin vermeyiz. Böylelikle ya şerefimizle ölürüz ya da şerefli bir şekilde zafer kazanmış oluruz.’’(228-229)
Tehditler Selahaddin için bir anlam taşıyıp taşımasa da yapılan bu konuşma etkisini göstermiştir. Her ne kadar Aşkelon’da Haçlılar’ın aşağılayıcı tutumuna maruz kalıp öfkeden gözü dönmüş olsa da Selahaddin şehrin bir kan gölüne dönmesine izin vermemiştir. Ayrıca kendisinin İslam’ın bir temsilcisi olarak görülmesi üzerine kutsal İslam değerlerine ve Müslümanlara zarar verilmesine izin vermeyeceğini belirtmiştir.
Ancak çözülmesi gereken başka bir sorun vardı. Şehri ele geçirmeye yemin etmişti ve bu sözünden geri adım atmadı. Bir şartla teslim olmalarını kabul etti: Şehir içindeki Haçlılar savaş esiri olarak kalacaktı. Kendileri için belirli bir fidye verilecekti aksi halde şehirde köle sıfatıyla barınacaklardı. Fidye, o zamanın standartlarına göre bile oldukça düşük bir miktardı: erkekler için 10, kadınlar için 5, çocuklar için 1 dinardı. İngiltere Kralı II. Henry’nin (r.1154-1189) şehrin hazinesinden gönderdiği 30.000 dinar karşılığında 7.000 insan serbest bırakılacaktı. (1154-1189)
Fidyelerin toplanması için 40 günlük bir süre verildi, ancak birçoğu bu konuda başarılı olamadı. İbelinli Balian ve birçok kişi Eyyubi komutanları tarafından serbest bırakıldı. Selahaddin ise özgürlüklerinin bedelini karşılayamayan tüm yaşlıların her halükarda serbest bırakılacağını duyurdu. Ayrıca, tüm soylu kadınların fidye vermeden şehirden ayrılmalarına izin verdi. Öyle ki Sultan Selahaddin, esareti altında olan Lüzinyalı Guy (1150-1194) ile karısı Kudüs Kraliçesi Sybilla’nın (1186-1190) görüşmesine de izin verdi.
Öldürülen yahut esir tutulan şövalyelerin kızları ve eşlerinden oluşan bir kadın grubu da Sultanla görüşüp ondan merhamet istedi. Selahaddin ise eğer eşleri hayattaysa serbest bırakılmasını emretti. Daha sonra ise bu kadınların hiçbiri köleleştirilmedi. Selahaddin’in sergilediği bu mermamet dolu tutumlar daha sonraları Balian’ın kavalyeleri tarafından övgülerle anlatıldı.
Ancak varlıklı insanlar yeterince paraya sahip olmalarına rağmen fakirler için ödeme yapmayı reddetti. Patrik Heraklius, birkaç yüz kişinin serbest bırakılması amacıya Sultanla görüşse de kendisi bu insanlar için ödeme yapmadı. Müslüman derebeyleri kölelerden faydalanmayı talep edip, mal ve mülklerine el koyarak insanları kısıtlasa da Heraklius kutsal kiliselerden alınan hazinelerle şehri terk etmeyi tercih etti. Sultan sözüne sadık kalarak şehri kan dökmeden hakimiyeti altına aldı. Ancak, 7.000’i erkek, 8.000’i de kadın olmak üzere 15.000 kişi köleleştirildi. Selahaddin Eyyubi, Hz. Peygamberin gece yolculuğunun gerçekleştirdiği güne denk düşen Receb ayının 27’si Cuma günü (2 Ekim 1187) Kudüs’e ayak bastı. Bu, elbette planlanan bir süreçti çünkü Müslüman dünyasına atalarını adım adım takip ettiğini göstermek istedi.
Gelişme
Haç yerinden sökülerek Mescid-i Aksa arındırıldı. Kutsal yapı yıkanarak temizlendi ve bölgeye zarar veren bitişik binalar yıkıldı. Camiye yerleştirilen çok sayıda Haçlı eserleri de ortadan kaldırıldı. Doğuya has halılar caminin içine yerleştirildi ve her köşesine güzel kokular sürüldü. Kutsal şehri yeniden fethetmek isteyen, ancak bunu yapmaya ömrü yetmeyen Selahaddin’in efendisi Nureddin’in emriyle hazırlanan minber, efendisinin hayalini gerçekleştirdiğini temsil etmesi üzerine Sultan tarafından camiye yerleştirildi. 88 yıl sonra şehirden tekrar ezan sesleri yükseldi ve cuma namazı camide cemaatle birlikte kılındı.
Doğu Ortodoks ve Kıptiler gibi yerli Hristiyanların cizye vergisi karşılığında (gayrimüslimlere uygulanan bir vergi türü) şehir içinde serbestçe yaşayıp ibadet etmesine izin verilmesine rağmen, kiliseler camilere dönüştürüldü. Selahaddin, akıbetine karar verene kadar Hristiyan kültürünün en kutsal yeri olan Kutsal Kabir Kilisesi üç gün boyunca kapalı kaldı. Müslümanların bir kısmı bu yeri yok etmek için Selahaddin’in iznini isterken bazıları yapının korunmasından yanaydı. Selahaddin ise en nihayetinde bu yerin korunması yönünde karar verdi. Kendi döneminden beş asır önce, İslam’ın ikinci halifesi Halife Hz.Ömer (634-644) kiliseyi koruması altına almıştı dolayısıyla Selahaddin’in de yapması gereken buydu.
Kudüs’ün fethedilişi Avrupa’yı adeta bir şok dalgası gibi vurdu. Sur Başpiskoposu William (l. 1130-1186) da dahil olmak üzere birçok kişi, Selahaddin Eyyubi’nin ilahi bir ceza olduğunu düşündü. Ancak sultanlarının kendilerine yaşattığı bu fetih Müslümanlar için uzun zamandır beklenen bir fetih oldu.
Haçlılar ordularını kalelerinden çekmek zorunda kaldı. Ayrıca Haçlı ordusunun çoğu etkisiz hale geldiği için artık Müslümanların önünde hiçbir engel kalmadı. Daha önce de belirtildiği gibi, Haçlıların Kutsal Topraklardaki tek kalesi olan Sur, direnişin merkezi haline geldi. Kısa süre sonra, Sur’a girilmesine izin verilmeyen Haçlı ordusunun bir kısmı Akka’yı kuşattı. Bu durum İngiltere Kralı I. Richard (1189-1199) ve Fransa Kralı Philip Augustus (1180-1223) komutasındaki Üçüncü Haçlı Seferi (MS 1189-1192) ordularının gelişi için bir önayak oldu. Bu seferle Doğu Akdeniz kıyılarının bazı kısımları tekrar ele geçirilmiş olsa da Selahaddin’in Kudüs’ü dokunulmadan kaldı.
Sonuç
Hıttin Savaşı ve ardından Kudüs’ün fethi, Selahaddin’in şaheseri olarak adlandırılabilir. Öyle ki Sultan Selahaddin hayatı boyunca çabalayıp, bütün servetini bu yolda harcayarak tüm amacını tek bir yöne adadı. O da kutsal topraklarda Müslüman davasının yeniden canlandırılması ve Haçlıların sınır dışı edilmesidir. Bir sonraki girişimlerinde başarısız olmasına rağmen, Sultan Selahaddin Haçlılara oldukça yıkıcı zararlar vermiştir.
Sultan Selahaddin, Haçlı seferlerinde rol alan en önemli Müslüman kişi olarak saygı görmektedir. 88 yıl önce yaptıkları işkencelerin tam tersine Kudüs Hristiyanlarını bağışlaması, Selahaddin’in efsanevi ölümünden sonra bile ününün duyulmasında yazarlara ve tarihçilere ilham kaynağı oldu. Tabii ki Selahaddin’in bu tutumunun pratik bir nedeni vardır. O da Haçlı davasında intikam alma uğruna da olsa şehitlerin olmasını istememesidir. Bununla birlikte sadece Müslümanlar tarafından değil, Avrupalı Hristiyanlar tarafından da sonsuz övgülere layık görüldü. Kahramanlığı ve kişiliği hakkındaki hikayeler bugün hala bilinmektedir. Bu hikayeler kurgu eserler de olsa Selahaddin’in dünya tarihinin en etkili yöneticilerinden biri olduğu aşikârdır.