İsrail’in yaklaşık 2 milyon Müslüman Filistinliyi abluka altında tuttuğu Gazze Şeridi bir savaşa daha şahit oldu. İsrail yönetimi, siyasi birtakım hesapların ve kapsamlı operasyon iddialarının ortasında Gazze Şeridi’ni 3 gün boyunca yoğun bir şekilde vurdu. İsrail’in saldırılarında 15’i çocuk, 4’ü kadın 44 kişi yaşamını yitirirken 350’yi aşkın kişi de yaralandı. Zaten abluka altında olan ve temel insani ihtiyaçların dahi zorlukla girebildiği bölgede İsrail bombardımanı nedeniyle ağır maddi hasar oluştu. Karşılıklı çatışma boyunca Gazze’den İsrail’e 1000’i aşkın roket atılırken, bu roketlerin çok az bir kısmı hariç İsrail’e düşebilen olmadı. İsrail’de 3 kişi şarapneller yüzünden, 19 kişi de sığınaklara kaçarken düşerek yaralandı. Söz konusu çatışmalar, 2007 yılından bu yana İsrail’in Gazze’ye yönelik başlattığı sayısız askeri vahşet arasında yerini aldı. Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki, gerek İsrail ordusu gerekse bağımsız kuruluşlar, İsrail’in askeri harekatlarını, tarafsız ve hatta acımasız bir şekilde değerlendiriyor. Bu değerlendirmeler sonucunda İsrail ordusu, hata ve eksiklerini gidererek, saldırılarına daha etkin bir şekilde devam ediyor. Bu bakımdan, eleştirilerin askeri gidişattaki olumlu rolünü görmek mümkün. İşte bu doğrultuda, meselenin askeri değerlendirmesinin Gazze tarafı için de yapılması gerekiyor. Zira bu değerlendirmeler çatışmanın tabiatının anlaşılmasının yanı sıra, bölgenin geleceğine nasıl bakılması gerektiğini görmek açısından da büyük bir önemi haiz. Bu konuyu ele almak ve olayın tabiatını görebilmek, Gazze’de İsrail işgaline karşı savaşan grupların kötülenmesi, içerisinde bulundukları zorlukların hafife alınması anlamına gelmiyor. Aksine, bu grupların durduğu pozisyonun iyi anlaşılması gereğini ortaya koyuyor. Bu değerlendirmenin maksadı da Gazze’deki grupların siyasi ve askeri tenkidi değil, sürecin anlaşılması için bir katkıda bulunulması olacak. Bölgedeki grupların sahip olduğu maksimum kapasitenin bu olduğu ve ellerinden gelen en üst düzey askeri çabayı sergilediklerinde şüphe yok.
Bunun ardından, bazı başlıklarla meselenin ele alınması gereken yanlarını tahlil etmeye geçecek olursak: Zafer ilanları ve değerlendirme
Gazze’deki son çatışma sürecinin ateşkesle tamamlanmasının ardından, çatışma sürecinin baş aktörü olan ve İran tarafından desteklendiği bilinen Filistin İslami Cihad hareketi “zafer” ilan etti. Bu, Gazze’de yaşanan çatışmaların ardından Filistinli gruplardan duymaya aşina olduğumuz bir söylem. Askeri açıdan zafer, çatışmanın bir tarafının, önceden belirlediği veya süreç içerisinde razı olduğu herhangi bir hedefe ulaşması anlamında ele alınabilir. Zafer yahut mağlubiyetin nihai kıstası elbette budur ancak, süreç içerisindeki kayıp ve kazanımların da görülmesi gerekir. Son çatışma bakımından, savaşı başlatan taraf olan İsrail’in kazanımlarını ele alalım. İsrail Gazze’de İslami Cihad’ın üst düzey en az 3 komutanını öldürmeyi, grubun birçok askeri merkezini, roket ve silah tesisini ve diğer noktaları vurmayı başardı. Bu açıdan, çatışmayı başlatan taraf olan İsrail, bu çatışma sürecinde tüm hedeflerini gerçekleştirdi.Ayrıca, abluka altındaki Gazze’yi bir miktar daha baskı altına alırken, Filistinli grupların roket stoklarını da biraz daha eritmeyi başardı. Filistinli gruplar bakımından, İsrail’de ciddi bir maddi kayıp meydana gelmedi ve hiçbir İsrailli ölmedi. Yalnızca İsrail’in Demir Kubbe bataryaları çok sayıda füze ateşledi ve bu da maddi bir kayba yol açtı. Fakat bu kaybın, İsrail’in sadık finansörü ABD tarafından verilen askeri hibelerden karşılandığı göz önüne alındığında, önemi azalıyor. Gazze’deki grupların tek gerçekçi kazanımı, İsrail’in halen Gazze Şeridi’ni işgal edememesi ve karşısında dirençli yapılar bularak işgal hamlelerini ertelemesi oldu. Bu kazanım da çatışmanın son sürecine ait değil, uzun vadeli ve geniş planda ortaya çıkan bir kazanım niteliğinde. Hal böyleyken, amaçlarına daha çok yaklaşan taraf İsrail oldu. Elbette bu durumdan Filistinli grupları sorumlu tutmak pek makul bir tavır olmayacaktır. Zira söz konusu grupların askeri kapasitesi yalnızca buna el vermektedir. Roketlerin tesiriAskeri yönden değerlendirilmesi gereken bir diğer nokta roketlerin tesiri. Gazze’deki grupların 2000 yılından itibaren gerçekleştirmeye başladığı roket saldırıları zaman içerisinde güç kazandı ve roketler, İsrail’in en kuzeyindeki bölgelere dahi ulaşabilecek bir kapasiteye sahip oldu. 2006-2007 sonrası Gazze ablukası başladıktan ve bölgedeki gruplar İsrail içerisinde başka saldırılar düzenlemekten mahrum kaldıktan sonra, roketlerin varlığı daha da önem kazandı. Ancak, İsrail’in Demir Kubbe sistemi merkezli hava savunma ağı, özellikle son yıllardaki gelişmelerin ardından, Gazze’den atılan roketleri yüzde 95’e varan oranlarda etkisiz hale getirebiliyor. Son çatışma sürecinde de, Gazze’den atılan roketlerden sadece birkaçı yerleşim yerlerine isabet etti. Demir Kubbe sistemi, roketlerin rotasını ateşlendikleri an hesaplayarak, yerleşim yerlerine düşecek olanları havada vuruyor. Son çatışmada sistem sadece birkaç roketi vuramadı ki bunlar da sadece 3 kişiyi yaralayabildi. Bunların yanı sıra İsrail, bir süredir daha etkili bir sistem üzerinde çalışıyor ki bu da roketlerin lazer savunma sistemleriyle engellenmesi. Bunun hayata geçmesi halinde, zaten yüzde 95 oranında etkisiz kalan roketlerin tesiri daha da azalacak. Roket atışlarının genellikle İsrail genelinde bir kaosa ve büyük çaplı paniğe yol açması ile dikkat çekiyordu. Ancak bilhassa son dönemlerde İsrail medyasının propagandası ve Demir Kubbe’nin başarısıyla, söz konusu panik atmosferi de zayıflamaya başladı. Elbette roketler Gazze’deki halk için bir umut ve direniş sembolü. Bu sebeple roketlerin tesiri çoğu zaman olduğundan büyük gösterilerek direniş sürecine katkı sağlanması amaçlanıyor. Fakat bunun bir yan etkisi var ki o da roketlerin artık etkin bir direniş vasıtası olarak görülmesi. Askeri açıdan süreci okuyacak olursak bunu söylemek ise pek mümkün değil. Yalnızca roketlerdeki bazı “inovasyon” benzeri adımlar, örneğin roketlerin zeminle daha dar bir açı oluşturacak şekilde atılması, bazı İsrail hedeflerinin doğrudan vurulabilmesine yol açıyor. Bunun dışında isabet oranının her geçen çatışma sürecinde daha da azalması söz konusu.
Alternatif mümkün mü?
Roketlerin tesirinin yeterli olmayışının ardından akla şu soru geliyor: Gazze merkezli direniş grupları için bir alternatif mümkün mü?
Buna sahadaki askeri dengeler bakımından eğilecek olursak, iki alternatif üzerine durmamız mümkün olabilir. Bunların ilki İsrail topraklarını Batı Şeria’dan hedef alan sızma saldırıları ve ikincisi de yangın balonları. İsrail’i Tel Aviv ve Kudüs gibi şehirlerde hedef alan sızma saldırıları, İsrail’i en fazla etkileyen ve en çok insani kayba yol açan saldırılar niteliğinde. Zaten bu doğrultuda Gazze’deki grupların Batı Şeria’daki yapılanmaları söz konusu saldırılar için girişimlerde bulunuyor. Yangın balonları, uzun süredir bölgedeki çatışmanın dinamiğini İsrail aleyhine etkileyen en ciddi adım olmuştu. İsrail’in güneyinde balonlar sebebiyle oluşan yangınlar yerleşim yerlerini tehdit etmiş, ekinleri ve arazileri yakmış, sivil bazda ağır maddi kayıplara yol açmıştı. Bu kayıplara karşı İsrail yönetiminin çaresizliği öyle bir boyuta ulaşmıştı ki, hükümetin adım atamaması neticesinde, bölgede yaşayan İsraillilerin siyasi tercihleri ciddi değişimlere uğradı. Bu durum İsrail’de siyasi krizleri besledi ve gerilimi tırmandırdı.İslam dünyasının beklentisi ve bakışıGazze’deki çatışmanın anlaşılmayışı, zafere dair farklı algılar ve Filistinli direniş gruplarından beklentiler ise meseleyi farklı boyutlara taşıyor. İslam dünyasının büyük bir kısmında, roket atışları büyük bir askeri kazanım gibi karşılanırken, Filistinli gruplara da, sahip olduğu imkanların ötesinde bir beklenti yüklenmiş durumda. Askeri, siyasi ve sosyal açıdan, böylesi büyük ve hatalı beklentilerin yıkıcı sonuçları olması muhtemel. Büyük beklentiler, beklenen kazanımların gerçekleşmemesi sonrası oluşacak hayal kırıklıklarını da büyük kılar. Örneğin, Gazze’deki gruplardan İsrail’i felç etmesini, askeri-siyasi açıdan tavizlere zorlayarak ellerini bağlaması bekleyenlerin, bu beklentileri gerçekleşmediğine şahit olunca, Filistin meselesine bakışlarının dahi değişmesi mümkün. Direnişin beyhude olduğu, İsrail ile normalleşilmesi gerektiği, savaşmakla bir kazanım elde edilemeyeceği iddiaları, propagandası yapılan zaferin gerçekte ortada olmamasının görülmesiyle maalesef güç kazanıyor. Bu açıdan, beklentilerin makul bir seviyede tutulması ve sürecin, romantizm ve propagandadan ötede okunması icap ediyor. Hamaset ve romatizme fazla kapılmak, durumun gerçeklerini okumamak ve gerçekler üzerinden bir tavır almamak, bir süre sonra elde hamaseti ve romantizmi yapılacak hiçbir şey kalmamasıyla sonuçlanabilir.
Direniş gruplarından beklenti ne olmalı?
Filistinli direniş gruplarından beklentinin ise tutulması gereken seviye, İslam aleminde İsrail’e karşı gerçekten durabilecek bir güç ortaya çıkıp aktif bir pozisyon alıncaya kadar, İsrail karşısındaki direniş vazifesini yerine getirmesi olabilir. Filistin’deki gruplar, İsrail’in askeri gücünü Gazze ve Batı Şeria’ya odaklamasına, dış bölgelere genişlemesinin kısmen yavaşlamasına sebep oluyor. Gazze Şeridi’nin işgal edilmemesini sağlıyor. Bu İsrail’e karşı uzun vadeli ancak günden güne İslam aleminin ellerinden kayıp giden bir kazanım. Çünkü direniş, her ne kadar kendisini geliştirse de, süreç içerisinde yaşadığı kayıplarla erimeye mahkum kalıyor. Bunun sebebi de İsrail’in direniş liderlerini öldürme ve tutuklamaya yönelik hamleleri. Ayrıca küresel zemindeki adımları. Söylediğimiz gibi, direniş gruplarının elindeki kapasitenin el verdiği durum genel olarak budur. Bunun temelinde yatan şey bir güç dengesizliğidir. Güç dengesizliği halinde, zayıf olan tarafın bir gerilla savaşı vermesi beklenir. Fakat mevcut durumda Filistinli gruplar için bu zordur. Filistinli grupların elinde, bir gerilla savaşı başlatabilecek iki temel zemin bulunmaktadır. Batı Şeria ve Gazze.
Bu iki bölgeyi söz konusu savaşa müsaitlik açısından değerlendirirsek:
– Gazze Şeridi tamamen kuşatma ve abluka altındadır. Bu bakımdan, bölgedeki gruplar sürekli bir gözlem altındalar ve savunma yapmaya mecburdur. İsrail’in bu gözlemi, gerilla savaşı için bir zemin hazırlanmasını imkansızlaştırmakta, grupların hareket kapasitesini kısıtlamaktadır. İsrail, belirlediği hedefleri vurarak direnişi zayıflatmaktadır.
– Batı Şeria da benzer bir süreçten geçiyor. Bir gerilla savaşı için, gerilla gücünün gizlenebileceği, harekatlarını planlayabileceği ve asimetrik bir savaşa devam edebileceği bir güç zemini şart. Ancak Batı Şeria da bu açıdan sürekli İsrail saldırısı ve gözetimi altındadır. Yine de bölge bu amaç için Gazze’den daha müsaittir. Bunun farkında olan İsrail ise Batı Şeria’yı da Gazze benzeri bir bölgeye dönüştürmeye gayret etmektedir.
Düzenli orduya olan ihtiyaçİsrail’in işgaline son vermek için verilecek olan askeri mücadelede, sahrada askeri harekat kabiliyetine sahip olan bir ordunun varlığı olmazsa olmazdır. Zira İsrail, işgal ettiği Filistin topraklarını tamamen askerileştirmiş, ABD’nin ve Batı’nın desteğiyle de ciddi bir askeri teknoloji inşa etmiştir. Bu durum karşısında iki temel noktaya göz atılarak süreç anlaşılabilir.
– ABD’nin İsrail’e verdiği siyasi ve iktisadi desteğin sonlanması. Bu muhtemelen sadece ABD’nin küresel hegemonyasının sonlanmasıyla bitebilecek bir şeydir.
– Düzenli bir ordunun, bu sefer güçlü bir rejim ve halkın da sürekli bir savaşa olan desteğiyle, ABD hegemonyasından yoksun kalan İsrail’i hedef alması. Ağır zırhlı birlikleri, topçu ve roket desteği, düzenli-disiplinli askeri unsurları, lojistik kapasitesi ve sahrada harekat icra yeteneği olmayan bir askeri gücün, İsrail gibi bir unsur karşısındaki etkinliği kısıtlı olacaktır. Zira İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarındaki savaşın tabiatı budur. Bu savaş, örneğin Afganistan, Irak veya Suriye’deki gibi bir savaş değildir. Savaş sahası dar ve savaşılan düşman ağır silahlıdır. Afganistan’da bir gerilla gücünün, ağır silahların kullanılmadığı ve sahrada harekat yapılan geniş düzlüklerin bulunmadığı bir savaştaki kazanımı, böyle bir coğrafyada verilecek savaşla kıyas edilemez.İçerisinde bulunulan durumun anlaşılması ve sonuçİsrail, askeri ve siyasi olarak bölgedeki yönetimler nezdinde sürekli meşrulaşmakta ve yerini sağlamlaştırmakta. Bu açıdan, yakın bir zamanda İslam dünyasındaki yönetimlerden çoğunun İsrail ile bir sorunu kalmayacak. Bu, İsrail’in askeri ve siyasi kapasitesini daha da artıracak.Hal böyleyken, direniş ve savaşın askeri-siyasi yönüne bakış konusunda daha gerçekçi ve daha kapsamlı bir yaklaşıma sahip olunması gerekli.
Eğer süreç hakkında ilkeli ancak gerçekçi bir yaklaşım benimsenmez ve durumun gidişatı makul bir şekilde ele alınamazsa, İslam dünyasının kendisini bir hatalar zinciri içerisinde bulması kaçınılmaz.İsrail’in dünya sisteminde durduğu noktanın sadece Filistin’i ve Arapları ilgilendirmediği gerçeği göz önüne alındığı zaman, söz konusu hatalar zincirinin bizleri götüreceği nokta gayet risklidir. Gerçekçi ve ilkeli bir yaklaşım bizi bu konuda doğruya iletebilecek tek yaklaşımdır. Bu açıdan hamaset ve romantizmin, en azından belirli kimseler nezdinde bir kenara bırakılması şarttır.