Bu iki ülkenin sığınmacıların hayatı ile ilgili ya da “arama kurtarma” gibi “insani” konularda işbirliği yapacakları yerde sırf “iç ve dış politikada bir iki puan kazanmak için birbirileriyle dalaşmaları” gerçekten çok yazık
Türk/Yunan Meriç nehri sınır bölgesinde yeni bir dram daha yaşandı.. Bu kez 5 yaşında Suriyeli bir kız çocuğunun “akrep sokması” sonucunda Meriç nehrinin ortasındaki bir adacıkta öldüğü ve alelacele gömüldüğü haberi geldi.
Türkiye ile Yunanistan -her zaman olduğu gibi- sorumluluğu birbirinin üzerine atıyor..
Haberlere göre 39 Suriyeli göçmen geçen Temmuz ayının sonlarında Meriç nehri üzerinden Yunanistan’a geçmek istedi.. Ancak sular çekildiğinde nehrin ortasında beliren adacıklardan biri üzerinde mahsur kaldılar.
Sığınmacılar, yaptıkları “yardım” çağrılarına rağmen gerek Türk gerekse Yunan makamlarının “ilgisiz kaldıklarından” şikayet ettiler. Yaklaşık 15 gün adacıkta mahsur kalan sığınmacılar, 5 yaşındaki sığınmacı kız çocuğunun “akrep sokması sonucu öldüğü” haberi dünya basınında yankı uyandırınca Yunan makamları aniden sığınmacıları kurtarma kararı aldı..
Bu, haberin yalın haliydi..
Oysa Türk versiyonuna göre, “39 sığınmacı Meriç sınırını geçmek üzereyken yakalanıp Edirne’ye götürüldü.. Orada ifadeleri alındıktan sonra sığınmacılar Türkiye’ye geri dönmek istemediler ve –her nasıl olduysa- tekrar Meriç bölgesine gittiler.. Bu sefer lastik bir botla nehrin ortasındaki ‘Yunanistan’a ait olan adacığa’ çıktılar.. Sığınmacıların cep telefonlarından yaptıkları “yardım çağrılarına” Yunan makamları kulak vermedi.”
Yunan versiyonuna göre, “39 sığınmacı Meriç sınırını geçmek üzereyken yakalandıkları Türk makamları tarafından ilk önce Edirne’ye götürüldü. Daha sonra –her nasıl olduysa- Türk makamlarının “zoruyla” tekrar Meriç bölgesine götürüldüler. Sığınmacıların mahsur kaldıkları ‘Türkiye’ye ait olan adacıktan’ yaptıkları “yardım çağrılarına” Türk makamları kulak vermedi.”
Yunan makamları, ‘bir kız çocuğunun öldüğü’ haberi üzerine basının feryatları ve AB’nin göçmenlerden sorumlu dairesinin baskıları sonucunda nehrin ortasındaki adacığa giderek 22’si erkek, 9’u kadın ve 7’si çocuk 38 sığınmacıyı Yunan topraklarına götürdüler.
Daha birkaç gün öncesine kadar Yunan sınır devriyelerinin “tüm aramalara rağmen nehir boyunca Yunan topraklarında hiçbir sığınmacıya rastlanmadığını; sığınmacıların Türk topraklarında bulundukları” açıklanıyordu. Üstüne üstlük “sığınmacılar Türk topraklarında bulundukları için Yunan polisi ve askerlerinin Türk tarafına geçip sığınmacıları toplayamayacakları” en resmi ağızlardan açıklanıyordu..
Ancak aynı anda Türk makamları da “sınır devriyelerinin bölgede yaptıkları aramalarda sığınmacı gurubun Yunan topraklarında bulunduklarında” ısrar ediyordu..
Peki ne olmuştu da sığınmacılar aniden kurtarılmıştı?
Bu sorunun yanıtı “kız çocuğunun ölümünün ortaya çıkmasıyla dünya basınının yarattığı yankılar oldu” denilebilir. AB’nin de -geç de olsa- harekete geçip Yunanistan’a baskı yaptığı şüpheleri uyandı..
Sığınmacıların yaklaşık 15 gün mahsur kaldıktan sonra “lütfen” kurtarılarak götürüldükleri Yunanistan’da yaptıkları açıklamalar oldukça çarpıcıydı..
Sığınmacılar basına yaptıkları açıklamalarında “..nerede bulunduğumuzu; adacığın Türkiye’ye mi Yunanistan’a mı ait olduğunu bilemezdik. Ancak bildiğimiz tek şey, yaptığımız tüm yardım çağrılarına Türk ve de Yunan makamlarının ilgisizliği oldu” dediler. Bunlardan biri ise mahsur kaldıkları bu durumu “Türkiye ile Yunanistan arasında oynanan futbol maçında tekmelenen topa benzetti..”
Türk/Yunan ilişkilerinde zaman zaman yaşanan gerginlikler, artık neredeyse bir alışkanlık haline geldi.. Ancak bu kez, 2020 yılından bu yana devam eden uzunca bir gerginlik söz konusu.
Türkiye’nin, Yunanistan ile arasındaki anlaşmazlıkları hemen her gün ve her bir koldan sıcak tutmaya çalıştığı gözleniyor..
Yunanistan’da ise hemen her gün, haber bültenleri aracılığıyla dakikalarca “Türk yetkililerin Yunanistan’a yönelik suçlamalarının ne denli provokatif olduğu” kanıtlanmaya çalışılıyor.
Ege’deki “geri itme yöntemleri” olsun; Meriç nehrindeki trajik manzaralar olsun; sığınmacıların “kanını içen” insan tüccarları olsun; sığınmacıların dramı konusunda aslında ne Türkiye’nin ne de Yunanistan’ın umrunda olduğu görülüyor..
Ancak her iki ülkenin yayın organları, video görüntüleri ve resmi açıklamaların eşliğinde kendi ülkelerinin “sığınmacılara karşı ne denli şefkatli; oysa karşı tarafın ne denli zalim davrandığını” göstermeye çalışıyor..
Mesela Yunan basınının büyük bir bölümünde Yunan makamlarının Ege’de “geri itme yöntemleri” ve “Türk makamlarının günde kaç sığınmacıyı kurtardıkları” haberleri göz ardı ediliyor.. Ve “Türk makamlarının sığınmacıları zorla Yunanistan sınırlarına sürdükleri” iddiaları ön plana çıkartılıyor..
Aynı şekilde Türk basınında da “Yunan makamlarının günde kaç sığınmacıyı kurtardığı” haberleri göz ardı ediliyor ve “Yunan makamlarının sığınmacılara ne denli acımasızca davrandığı” iddiaları ön plana çıkartılıyor.
Türk ve Yunan basınının hazin durumu bu..
Bu konuda muhalif Yunan basınında nadiren çıkan bazı haber ve yorumlarda –o da sırf Kiryakos Mitsotakis hükümetini yermek için olsa gerek- Yunan makamlarının sığınmacılara sert davrandığı gibi eleştirilere rastlamak mümkün..
Yorumculardan biri ise “..gerek Türkiye’nin gerekse Yunanistan’ın sığınmacılar konusunda er ya da geç uluslararası suç mahkemelerinde hesap vereceklerini” iddia ediyor.. Buna gerekçe olarak “Türkiye’nin sığınmacıları Yunan sınırına sürdüğü ve insan tüccarlarını yeterince önlemediği” iddialarını gösterirken; Yunanistan’ın da “geri itme yöntemleri” konusunda yasa dışı uygulamalarını gösteriyor..
Anlaşılan 2016 yılında AB, Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan “sığınmacıların iadesi” ile ilgili sözleşmenin de zaman aşımına uğradığı ve kadük kaldığı bir gerçek..
Ege denizinin iki yakasındaki bu iki ülke, kısaca SAR olarak bilinen (Search and Rescue) yani “arama ve kurtarma operasyonlarında” bile anlaşamıyor.. Yani, “kendi SAR bölgeleri” olarak kabul ettikleri bir bölgede bir gemi batsa; ya da uçak düşse, kazazedeleri kimin kurtaracağında bile bu iki ülkenin “kapışmaya hazır” oldukları görülüyor..
Bu iki ülkenin sığınmacıların hayatı ile ilgili ya da “arama kurtarma” gibi “insani” konularda işbirliği yapacakları yerde sırf “iç ve dış politikada bir iki puan kazanmak için birbirileriyle dalaşmaları” gerçekten çok yazık..
Tabii bu haber bültenlerini izlemeyenler de var. Öyle olmasa bu yaz ayında da Türk turistler Yunan adalarını; Yunan turistler de İstanbul ve Ege kıyılarını ziyaret etme alışkanlıklarını devam ettirir miydi?
Bu da benim yakinen gözlemlediklerim..