Toplum gerçek siyasete; yani, siyasi fikir ve vizyonla ülkenin önüne hedef koyacak akla hasretken Türkiye’nin dönüp dolaşıp malum gerilime mahkûm olması ne trajedi… Gerilim, bugünün siyasetini eski vakalarla, ezberlenmiş kalıplarla ve mutlaka öfkeyle tanımlama alışkanlığıdır. Mesela, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ağır bir ithamla yüklenirken, muhatabının da darbeler tarihinden bir seçkiyle bu ithama mukabele etmesidir. Netice itibariyle gündelik siyasetin ölüm-kalım meselesine dönüşmesi ve demokratik zeminin hamasetle yoğrulmuş bir varlık yokluk kavgasına mahkûm olmasıdır. Şimdi olduğu gibi…
Peki, bu atmosfer hangi gerçek durumun üzerine inşa ediliyor? Bütün bu ateşli tartışma ülkenin ağır ekonomik krizden geçtiği, yozlaşma halinin olağanlaştığı ve dış politikanın yalpaladığı atmosfer katmanları üzerinde yaşanıyor. Üstelik, daha önce defalarca tekrarlanan sıkıcı, bunaltıcı bir kelime haznesiyle…
Türkiye içinde bulunduğu tatsız halden biraz nefes alabileceği umut verici bir vizyona yürüsün diye bekleyenlerin hayal kırıklığını yaşıyoruz. Oysa Türkiye’nin gerçek bir varlık yokluk kavgası olmalıdır; o da her geçen günün ve harcanan her kuruş kaynağın telafi edilemez kıymeti üzerinden yapılmalıdır. Gerisi boş, gerisi hikaye…
Meseleleri bu kadar derin bir ülkenin siyaseti ve siyasi dili böyle çelimsiz olamaz. Muhalefet seviyeyi düşürüyorsa iktidar, iktidar düşürüyorsa muhalefet o furyaya katılmaz. İşler bu kadar kötü giderken muhalefetin iktidara polemik fırsatı vermemesi beklenirdi, verdi. İşler bu kadar kötü giderken iktidarın muhalefete karşı farkını gösterme fırsatını kaçırmaması gerekirdi, kaçırdı. İki kanat da gerilimi artıran cümbüşe iştirak etmekte beis görmedi.
Türkiye’nin ekonomide, teknolojide, dış politikada, yargıda, eğitimde, akademide, kültürde, sanatta amansız bir vizyon yarışına ihtiyacı vardır.
Ekonomi kötü ama nasıl iyi olacağına dair cümle yok.
Dış politika zikzaklı ama doğru istikameti gösteren parmak yok.
Eğitim içler acısı lakin milyonlarca gence ne, nasıl öğretilirse seviye artacak bilen yok.
Yargıdan söz eden çok, hukuk nasıl tesis edilecek, bir işaret yok.
Kürt meselesinin, dindarların ve laiklerin dindirilemeyen kaygılarının kapağını aralayan, zaten yok.
Çünkü ülkenin bir gelecek vizyonu da o vizyonu üretmeye talip olan da yok.
Gelecek beş yılın, on yılın bırakın hedeflerini saymayı, belli belirsiz silueti bile tahmin edilemiyor. Siyasetsiz siyaset polemikten polemiğe koşarak vakit öldürüyor. 20 yılı geride bırakan iktidar, yakın geçmişle övünmekten ve uzak geçmişle kavga etmekten gayrısına hacet duymuyor. 20 yıldır bekleyen muhalefet ise, iktidarın kendi kendine ettiğiyle yetinip, yeni fikirlere zinhar ihtiyaç duymuyor. Herkes, kendi sesinin hayranı, herkes kendi alkışına kulak kesilmiş. Ne kaybolan yılların telafisi için telaş var ne de gelecek yılları kazanmak için bir hazırlık.
Nasıl ki, “yaptık yine yaparız” demek bir planın, programın varlığı anlamına gelmiyorsa, “şimdikinden daha kötüsü olmaz” demek de gelmez. Her ikisi birden mutlak vizyonsuzluktur.
Derin problemlere bulaşmaktan çekinen siyaset; iki anket, üç araştırmanın kararsızlar dağıtıldıktan sonra yazılan rakamlarıyla mutlu olup siyaset yaptığını zannediyor.
Türkiye vizyonu arıyor ama ne yazık ki aradığı şeyin vizyon olduğunu bile bilmiyor…