Necati Tuncer yazdı…
Gazetemizin sitesinde gördüm haberi: “Ertuğrul Özkök darbeci Sisi’yi kahraman ilan etti, İslam’ı hedef aldı.” Başlık bu.
“Esma Biltaci keskin nişancı tarafından vurulduğunda Erdoğan gözyaşlarını tutamamıştı.” Cümlesiyle giriş yaptığı, 22.11.2022 tarihli Habertürk’teki “Değerli yalnızlıktan kof kalabalığa: tutarsızlığın ihtişamı” başlıklı yazısında; “Tokalaşma eylemi”ne en kayda değer notu düşen Sayın Nihal Bengisu Karaca’dan bir paragraf ve bir cümle daha alarak, yorumlanması zor röntgenin insanı Ertuğrul Özkök’e, gazetemizin o haber başlığını bir daha düşündürtecek soruyu yöneltelim.
“Demokrasiyi İslam ile meczetme iddiasına sahip ihvan yönetimi hakkında binlerce yalan uyduruldu, ekonomi ile ilgili hızlı ve düzeltici adımlar atılamadı ve yönetim demokrasi istemeyen ‘İslamcı Sisi’ tarafından devrildi.”
“Binlerce insan öldü, tutuklandı, sürüldü.”
Yönettiği kartel gazetesinin birinci sayfasını, katliam arzulu, kan kokulu manşetler atan ve bugünlerde o duygularını biraz olsun tatmin eden Ertuğrul Özkök’e sorumuz şudur: Haydi, olayların ilk günlerini bırak! “Nereden, nereye geliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler’de ben o adamla aynı masaya oturup onu meşrulaştırmam dedi” diye anlattığın o zamanlarda, 28 Şubat yiğitliğinden gösterseydin de, bugün yaptığın kahraman ilanlarını haykırsaydın; daha bir Ertuğrul Özkök olmaz mıydın?
“Sisi mi diyeceksiniz, Binali Yıldırım mı?” sorusunu duyduğunda Sayın Erdoğan’dan, fısıltı haline bile olsa, “Ben sisi diyorum” diyecek bir Ertuğrul Özkök düşünün. Gereğini yapan Ahmet Beye mi havale edilirdi acaba, oraya gönderilecek albaylık işler?
28 Şubat’ta gereğini yapan ve siyasete AKP’yi katan planın uygulayıcı elemanlarının en kıdemlisi Özkök, bugün Sisi ve Esad’ı kahraman sayarken de bir başka görevin gereğini yapmaktadır. Bunu da biliriz.
YENİ TÜRKİYE Mİ, YEPYENİ TÜRKİYE Mİ?
Türkiye’yi, Türkiye’de yaşayan ve yirmi yıldır idare ettikleri insanlara, “Eski Türkiye değil” ansiklopedik bilgisiyle her fırsatta tanıtıma duran AKP yetkililerine herkesin teşekkür borcu vardır. Zira böyle bir bilgi ile vaktinde uyarılmayan insanların her an nörolojik travma yaşaması mümkündür.
Mesela Sayın Erdoğan ve Sisi’nin tokalaşma görüntüleri, eski Türkiye’de olduğu gibi, geçmiş yılların demeçlerinden yük taşısaydı; soğuk, donuk ve zoraki bir tema yansıtılsaydı fotoğrafa, eşyanın tabiatı gereği; kim okurdu, kim yazardı; Aşık Veysel’in dediği gibi koyun kurt ile gezer miydi?
“Samimi fotoğraf” tanımını yapanlar, dahası “Son derece faydalı ve isabetli bir iş” kalıbını kuranlar, yani AKP uzmanı yazarlarımız iki ay önce, bir ay önce veya bir hafta önce neden böyle bir hayallerinin olduğunu yazmadılar, duyurmadılar, hissettirmediler?
Tahmin edemedikleri, Sayın Erdoğan ve Sisi’nin beden dillerinden yansıyan sıcaklık, sevgi ve hasret kalmışlık duyguları olmasın?
Birileri deseydi ki onlara, yansımaları böyle bir fotoğraf olacak; itiraz etmeyecekleri kesin, fakat bu kadar da abartmayın, cevabını verirlerdi tahminimizce. Çünkü Türkiye, artık buzdolabı ve ambulansı da olan yeni Türkiye’dir. Eski Türkiye olsaydı, hayali bile zor, ama neler olurdu neler? Ne karikatürler, ne fıkralar üretilirdi; olmayanlarına yasak kanunları da ilave edilerek hem de.
Düşünme fiili bol ahhh o eski Türkiye’de mesela şöyle bir fıkra veya resimli çizgiler olurdu. Biri çıkar, meydan okurdu: Var mı bana yan bakan?
Yan bakan, Sayın Soylu gibi bakan demek değil. Gözleriyle sert bakan demektir. Oradan biri çıkar, cevap verir: Ben varım! Herkes merakta. Şimdi ne olacak? Derken, meydan okuyan cevap verenin yanına gider veya ona sokulur, onu tutar, var mı ikimize yan bakan narasını atar. Eski Türkiye’nin insanlarını güldürmek işte böyle kolaydı. Yeni Türkiye’de yaşadığımıza suçlana, suçlana sevinelim. Ki, kim bize yan bakabilir. “Yazıklar olsun biz Müslümanlara” başlığıyla ilenmeye duran, ilenç üreten yazarlar da var yeni Türkiye’de. Üstelik yandaş sıfatlılardan olan bu yazar kişi, Sayın Erdoğan’ın iradesi dışında gelişmiş bir olay vurgusunda, Sayın Erdoğan ve Sisi sıcak tokalaşmasını mecburen yazıyorken; haddini aşarak.
Yıkılmış yazar, “Bugün sisi ile fotoğraf verme mecburiyetinde bıraktık” itirafını ederken, her çiçekten bal alan gönlünün önemsenmesini de istiyor: “Benim gönlümden geçen, o fotoğrafı görmemekti. Yaşamamaktı.” (Ali Karahasanoğlu – 21.11.2022 – Akit Gazetesi)
Yandaşlardan bir yazarın kendisini ve gönlünü, Sayın Erdoğan’ın planlı, programlı, provalı ve gönüllü yaptığı bir tokalaşma üstünden böyle anlatması, girişte yazdığımız Ertuğrul Özkök ifadeleriyle ile toplandığında, akıllara, 12 Eylül öncesinde sağcı katleden silahtan, solcu öldüren kurşunların çıktığını da düşürmesini, hiç kimse konumuzla alakalandırmasın.
YANDAŞLIK TÜKENİRKEN
Demirel’in siyası hayatımıza soktuğu ve fakat 12 Mart’tan sonra söylemekten imtina ettiği bir deyimden hep bahsettik: Meşruiyet içimde çareler tükenmez!
‘’O adamla aynı masaya oturup onu meşrulaştırmam’’ kesin ve keskin tavrını Birleşmiş Milletler tutanaklarına yazdıran Sayın Erdoğan’ın, bugün o adam dediği Sisi ile canlı, heyecanlı ve ateşi yüksek tokalaşmasını meşruiyet dahilindeki çarelerden görmek, saymak ve gerekçeler bulmak gayreti varken, adını andığımız iki yazar kişi arasındaki düşünce kalıbının yanlışlığını ve gitme zamanının yakınlaştığını, biz böyle yazdık.