31 Mart seçimleri iktidarda, beklenenden daha büyük şiddette siyasi deprem etkisi yarattı.
Evvela Mansur Yavaş, adeta tank gibi ezdi geçti. Siyasi tarihimizde genel seçimlerde görülmemiş oranda oy aldığı gibi metropol seçimlerinde alınmış en yüksek oyları da alarak bir rekoru gerçekleştirdi.
Zaten Erdoğan Ankara’dan ümidi kesmiş, 17 bakanıyla İstanbul’a yüklenmişti. Fakat Ekrem İmamoğlu, rakibini, beklenenin üstünde, on puan geride bırakarak seçimi kazandı. Erdoğan, İmamoğlu karşısında bir kere daha yenilmiş oldu.
Seçim sonuçlarına, toplumsal eğilimlerin dışavurumu olarak baktığımızda, iktidarın mağlup, CHP’nin galip çıkmasının sebeplerini iyi analiz etmek gerekir.
DEĞİŞEN SİYASİ HARİTA
Evvela AK Parti 2017 referandumundan beri metropollerde gerilemekte, ilçelerle belde ve küçük yerleşim birimlerinde üstünlüğünü sürdürmektedir.
YSK’ya göre büyükşehirlerde katılım oranı yüzde 78,11’dir. Daha çok kırsalı yansıtan il genel meclislerinde ise katılım oranı yüzde 80,7’dir. Şehirlerde katılımın nispeten düşük olması, sandığa gitmeyen iktidar yanlısı seçmenin daha ziyade şehirliler olduğunu düşündürüyor.
İktidarın kayıpları da en çok şehirlerdedir. Ege sahillerinden Ankara’ya uzanan coğrafyada AK Parti belediyeleri kaybetti. Yakın zamana kadar “Sahil şeridi”ne sıkışmış gözüken muhalif seçmen bu seçimlerde Kırıkkale ve Kırşehir’e kadar genişledi.
Büyükşehir belediyelerinin 14’ünü CHP, 12’sini AK Parti alırken, ilçelerde AK Parti 324, CHP ise 322 ilçe belediyesini aldı. 973 ilçenin verileri açıklandığında ilçe farkının büyüyeceğini görebiliriz.
Şehirler, özellikle de metropoller iktisaden daha hassastır. 10 bin lira ile, 20 bin lira ile İstanbul’da geçinmekle bir Anadolu ilçesinde, kasabasında geçinmek aynı değildir. Ayrıca şehirlerde bireysellik daha da etkilidir. AK Parti bugüne kadarki söylemiyle, ideolojik tavrıyla devam ederse artan oranda “kasabalı” hale gelir, tabanı daralır.
PARTİZAN İKTİDAR
Bu siyasi harita, AK Partinin malum “hainler, dış güçler, terör işbirlikçileri” ve “nas var sana bana ne oluyor” gibi sözlerle ifade edilen kutuplaştırıcı politikalarının şehirlerde artık etkili olmadığını da gösteriyor.
Cumhurbaşkanı, propaganda yasaklarının başlamasına bir saat kala, bermutat bütün TV’lerde yayınlanan konuşmasında, “CHP’de balyalarla sayılan paraların”, bir hiçbir delil belirtmeden, “Kandil’e gittiğini” söyledi, suçladı!
Şehirlerde CHP oylarının artması, bu tür söylemlerin artık etkili olmadığını gösteriyor.
“Enflasyon düşecek” sözü de on yıldır söylenip durduğu için etkili olmadı,
Muğla’nın Akbenler yöresinde linyit çıkarmak için “acele kamulaştırma” kararı, Cumhurbaşkanı imzasıyla 12 Mart’ta Resmi Gazete’de yayınlanmıştı. Ama Muğla’da oy kazanmak için 14 Mart günlü Resmi Gazete’de CB Kararı ile yürürlükten kaldırıldı. Hani “acil kamulaştırma” ihtiyacı vardı?! Kamu yetkilerini 48 saatte karar değiştirecek kadar oy hesabıyla kullanan bir iktidarın prestij kaybetmesi tabii idi. Muğla bunu reddetti, CHP’nin oylarının 2019’daki yüzde 36’dan bu seçimde yüzde 55’e çıkması, bu ‘seçim rüşveti’nden etkilenmediklerini gösteriyor’
Şehirleşen Türkiye’de iktidar şehirleri kaybetme sürecini yaşıyor.
CHP VE MUHALEFET
CHP’nin yükselişinin birinci sebebi, iktidarın ekonomideki başarısızlığıdır. Temmuz 2018’de gönderilen Şimşek’in Haziran 2023’te ‘kurtarıcı’ olarak çağırılması beş yıllık yanlışların ispatıdır.
CHP’nin başarılı sonuç almasının ikinci sebebi, sağ seçmenden oy alabilir hale gelme çabasıdır. Başarının baş temsilcileri olan Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun klasik CHP’li tipinden farklı insanlar olması da bunu doğruluyor.
CHP’yi eski dar doktriner kalıbının dışındaki geniş kitlelere açma politikasını Kılıçdaroğlu başattı. Sanılanın aksine Özgür Özel de bu açılmayı sürdürdü. CHP’yi eski kavramlarla değil, “sosyal demokrat” olarak tanımlaması, “milliyetçi demokrat, muhafazakâr demokrat, Kürt demokrat” kitleleri çağırması olumlu bir yaklaşımdır.
Taşlar henüz yerine oturmuş değil. Önümüzdeki dört yıl çok uzun bir zamandır ve belirleyici olacaktır, bilhassa ekonomi…
CHP açılımını ne ölçüde sürdürür? Merkez sağda yeni bir hareketlenme olur mu? İktidar ekonomiyi toparlayabilir mi? Dönümüzdeki dört yılın dinamikleri bunlara bağlı.