Yüksek enflasyon gibi ağır bir meselesi olan ülkede sorumlunun hükümet olamayacağı; çünkü hükümetin bırakın Türkiye’yi bütün dünyaya nizamat verirken etiketlere mağlup olmasının kabul edilemeyeceğine inananların sayısı az değil… Meseleye böyle bakınca, ülkede herşeyin mükemmel yapıldığını ama bir yandan dış güçlerin bir yandan da içerideki fırsatçıların el ele vererek ekonomiyi kötü gösterdiklerini düşünmek, düşünmeyene de düşündürtmek kolaydır. Gerisi, böylelerinin neye inanması gerektiğine karar vermektir. Kampanyaların etkili olması ve hedefi şaşırtmak için de onların gerçekte olanın tam tersine inandırılmaları gerekir!
Zincir marketlerin sürümden kazanma mantığıyla çalışmaları, çok şubeli olmaları nedeniyle piyasa ortalamasının altında karla satış yapmaları ve zaten aralıksız olarak devlet denetimi altında faaliyet gösterdikleri gerçeği, bu kanaati değiştirmez. Hükümet suçlu olamayacağına göre; bakkal, kasap, manav ise zaten gariban olduğu için sorumlu “üç harfliler” olmalıdır… Son günlerdeki kampanyanın ana fikri de budur.
Ne harika bir fikir!
Türkiye’nin yaklaşık beş yıldır ağır ve sürekli ekonomik kriz içinde olması; yanlış yönetim ve yanlış ekonomik tercihlerin doğurduğu krizin üzerine salgın ve savaşın da eklenmesiyle tahribatın arttığını düşünmek yerine, kolay hedeflere saldırmak veya kitleleri oraya yönlendirmek bir çıkış yolu mu peki? Bundan önce de malum; soğan, patates depoları basılıyordu. Dünyada ilk kez “soğan lobisi” diye bir kavram üretildi bu ülkede. Hatta, insanları sebze-meyve kamyonlarının önüne dizip adına da “varlık kuyruğu” denildi. Devlet memurları ellerinde koçan koçan makbuzlarla bakkala markete gönderildi. Hükümet, devlet oturup, piyasayı tehdit eden uzun uzun açıklamalar yazdı. Tüccara, üreticiye hatta esnafa parmaklar sallandı, cezalar yazıldı.
Bütün bunlar olurken Merkez Bankası ve Hazine’yi tarihin en kötü rezervlerine mahkum eden yanlış politikaların biri bitiyor, öteki başlıyordu. Hesap kitap tutmayınca 128 milyar Dolar arka kapıdan satılıp buharlaştırıldı. Hesap hiç tutmadı; ardından bir 100 milyar Dolar daha satıldı. Döviz slogan dinlemeyince ve talimata kulak asmayınca bu kez bir hata daha yapıldı ve kur korumalı mevduatla Hazine ve Merkez Bankası, para sahiplerine tasarrufları TL’de kalsın diye açıktan para vermeye başladı. 100 milyar Lira da şimdilik oraya gitti; daha ne kadar gitti ve gidecek bilinmiyor.
Arada devlet, bir yandan marketlere saldırırken öte yandan kendi kontrolündeki herşeyi; başta petrol, doğalgaz, elektrik olmak üzere ne kadar harç, vergi ve ceza kalemi varsa hepsini yüzde 200- 300 artırmaya devam etti. Zaten kontrolden çıkmış enflasyonu biraz daha artırmak için elinden geleni ardına koymadı…
Yine bütün bunlar olurken; yani devlet-millet el ele! marketler kovalanırken, daha önce yapılan yanlış dev ihalelerin dövize bağlı garantili ödemeleri geldi çattı ve devlet müteahhide para yetiştiremez oldu. Aynı anda, faiz takıntısı nedeniyle görünürde faizle mücadele edilirken gerçekte tarihin en ağır faiz yükü oluştu ve dünyanın en yüksek döviz faiziyle borçlanan ülkeleri listesinde zirveye oturduk. Soğan-patates lobisinin izine rastlanmadı ama “faiz lobisi” herkesin gözü önünde şenlik üzerine şenlik yaptı. Sadece 2021-22 yılında ödenecek faiz 810 milyar lirayı aştı ki bu geride kalan 17 yılda ödenen faizden daha fazlaydı. Ve en nihayet, ekonomi böyle harika yönetilirken! sıcak ve soğuk parasıyla yabancı yatırımcı tası tarağı toplayıp gitti. Doğrudan -hatta dolaylı- yabancı yatırım eksiye düştü ve Türkiye ancak 10 puana yakın CDS ile döviz cinsinden para bulabilir hale geldi.
Böyle bir ülkede enflasyonun artması, hayatın pahalılaşması, alım gücünün düşmesi, üretim ve ihracatın sıkışıp kalması ve de dış ticaret açığının 100 milyar Dolar’a ulaşması kaçınılmazdır. Üç harfe beş harfe bakmaz fiyatlar artar. Dünya ortalamasının on katı, yirmi katı artar hem de. Olup biten budur. Hal böyleyken gerçeği görmezden gelmek, kötü yönetimi, yanlışları kabul etmek yerine hedef şaşırtmak nafiledir. Bunun ne geçime faydası olur, ne seçime…