Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi Süleyman Berk, gençlikteki ahlaki yozlaşmayı kaleme aldı.
"Sosyal Medya ve Teşhircilik" başlıklı yazının tamamı şöyle:
Peygamber Efendimiz (sav): “Her bir dinin kendine has ahlâkı vardır İslâm’ın ahlâkı hayâdır” buyurmuşlardır. Şüphesiz insanın duygu ve davranışlarını kontrol altına alan ve insanı huy olarak güzelleştiren en önemli unsur hayâdır. Bir başka Hadîs-i şerîflerinde yine Efendimiz (sav) Allah korkusuyla: “hayâlı davranan gencin mahşer günü Allah’ın arşının gölgesi altında olacağını” haber vermiştir.
Üstad Sezai Karakoç’un ifadesiyle: “İnancın yarısı utanç... Ama nasıl utanç? Kalpden, ansızın fırlayarak kızartısını yüze vuran kanın utancından, Peygamber neslinin duvarları önünde kendi duvarını yükseltmeyip yıkmaktan, Peygamber karşısında sesini yükseltmeyip indirmekten, kul olma şuuru içinde, her saniye, “mutlak bir göz” tarafından, her kımıldanışının gözlendiğine inanmaya ve ona göre davranmaya kadar ulaşan bir utanç, yani hayâ...”.
Kur’ân-ı Kerim’de, “Biz insana şah damarından daha yakınız” âyetinin işaret ettiği ve dolayısıyla her dâim dikkatli davranılması gereken bir hâyâ duygusuna işaret ediyor Sezâi Karakoç. Elbette dinin amacı, ahlâklı ve hayâlı insan profili ortaya çıkarmaktır. Bütün mücadele, ortaya konulan kurallar ve insanın hayat boyu gayreti sırât-ı müstakim üzere olmak ve “huzurullah”a mahçup bir yüzle çıkmamaktadır. Müslüman bir insanın sırât-ı müstakîm üzere olması ahlâk ve hayâsında ortaya çıkar.
Yozlaşmanın habercisi
Hz. Peygamber Efendimiz (sav)’in ifadeleriyle, Dinin nasihat olması önemlidir. Din, insanlara Kur’ân ve Sünnet aracılığı ile devamlı nasihat telkin eder. Bunun amacı da insanı denge, ahlâk ve hayâ sınırları içerisinde tutmaktır. Unutulmamalıdır ki ahlâk ve hayâ peygamberlerin en önemli hasletleridir.
Son yıllarda, özellikle gençleri büyük ölçüde etkisi altına alan ve vakitlerinin handiyse tamamını esir alan “Sosyal Medya” ortamının, İslâm’ın müntesiplerinde inşa etmek istediği “hayâ” değerine büyük zarar verdiği muhakkaktır. Sosyal medya ortamında kısa bir inceleme tahribatın ne boyutlarda olduğunu ortaya koyacaktır. Sözümüz tabi ki, ülkemiz gençlerine ama özellikle dindar genç kız ve erkeklerinedir. İnsanların özel hayatlarını teşhir etmeye bu kadar merak salması, büyük bir yozlaşmanın habercisidir. Sosyal medyada poz verme merakı da başka bir içgüdüye işaret etmektedir.
Sosyal medya ortamının en büyük handikapı, insanlara kendilerini “farklı gösterme” imkânı sunmasıdır. Öyle ki, özellikle İnstagram, insanlara kendilerini teşhire doyamadıkları geniş bir ortam sağlamaktadır. Adı üstünde “sanal ortam” gençleri gerçek olmayan, sanal dünya ile eli boş bırakmaktadır. Magazin dünyasının farklı sunumuna(!) aldanan genç kızların evden kaçmaları sendromunun çok daha fazlasını sosyal medyada görmekteyiz. İnsanların gerçek hayatları ile sosyal medyada teşhir ettikleri sanal hayatları birbirinden farklılık göstermektedir. Buna İslâm “münafıklık” adını vermektedir.
Büyük bir görgüsüzlük ve gösteriş merakı yanında poz verme hastalığı, sosyal medyanın ana mihverini oluşturmaktadır. İnsanların mahrem kalması ve asla başkalarının nazarlarına sunulmaması gereken fotoğrafları herkesin veya güya “profil gizlemesiyle” sınırlı sayıda insanın ulaşımına açılmaktadır
Herkes magazin öznesi
Eskiden televizyonlarda çokça şikâyetçisi olduğumuz “magazin” programlarında “özne” izlense de tepkili olunan bir avuç azınlık sanatçı grubuydu. Şimdi, sosyal medya denen ortamda maalesef herkes bu magazinin “özne”si olmuş durumdadır. Bu konuda en çok da dindar insanları, kadınlarımızı ve kızlarımızı uyarmak lâzım diye düşünüyorum! Özellikle “İnstagram” ortamında fütursuzca paylaşılan ve mahrem kalması gereken fotoğraflar konunun vahametini ortaya koymaktadır. Bu durumun bizim gelenek ve göreneklerimizle de bağdaşır bir yönü yoktur.
Sosyal medya ile ortaya çıkan bir başka grup da, bazen fütursuzca bazen de ahlâksızca atıp tutan “klavye kahramanları”dır. Bunlar, bu sanal dünyanın ortaya çıkardığı sahte kahramanlardır! Twitter’in başından kalkmayarak, durmaksızın ona buna laf yetiştiren gençlerin durumu yarın ne olacaktır? Bir cümlelik sloganların kime ne faydası olacak bu gençler yitirdikleri vakitlerini nasıl telâfi edecek ve boşa geçirdikleri vakitlerin hesabını nasıl vereceklerdir? Malum, Efendimiz (sav) bir hadislerinde “Müminler boş vakit ve sıhhatlerini nerede ve nasıl harcadıklarının hesabını vermeden mahşer yerinden ayrılamayacaklarını” ikaz etmemiş midir?
Hızla akıp giden zaman içerisinde bir şeyler okuyup öğrenmek mi? Twitter’den, İnstagram’dan, Facebook’tan başını kaldırmayanlar nasıl bir şeyler okuyabilecek ve öğrenebileceklerdir ?..
Gençler açısından bir başka handikap, ülkemizde son yıllarda özellikle İstanbul’da yaygınlaşan cafe türü mekânlardır. Bu mekânlar, oluşturduğu sohbet ortamıyla “yeni tip” bir dindar nesil inşasına zemin hazırlamış görülüyor. Eskiden sadece erkeklerin devam ettiği ve vakit öldürdüğü kahvehaneler, isim ve dekor değiştirerek, bu defa kadın ve erkeklerin birlikte vakit öldürdükleri mekânlara dönüşmüştür. Bu sohbetlerde şahsiyet inşası da büyük bir handikaptır. Çünkü “Sohbette insibağ” vardır.
Cafe islamcıları
Süleymaniye teraslarında, Fatih, Tophane ve Üsküdar cafelerinde, Karaköy’ün izbe ve loş mekânlarında, ellerinde sigara veya nargile, dillerinde “Kudüs ve Bosna” nevzuhur “İslâmcı” tipler, büyük yozlaşmayı temsil etmektedirler. İslâm dünyasının iki büyük davası, Kudüs ve Bosna davası, maalesef bu ortamlarda hızla bağlamından uzaklaştırılmaktadır. Bilmem tehlikenin farkında mıyız?
Yine bu cafelerde arz-ı endâm eden bazı dindar kızlarımız, Tahtakale Şark Han’dan devşirme saten başörtüleri, rengârenk tunikleri altına -hiç farketmez- streç veya kot, ayaklarında da en afilisinden bir spor ayakkabı ile tam bir “Bayan Gökkuşağı”nı andırmaktadırlar. Başörtüsü üzerine bir de güneş gözlüğü iliştirilerek kostüm tamamlanıyor. Acaba bu hanım kızlarımız bu halleriyle, çok gülünç kaçtıklarının farkındalar mı?.. Kusura bakmasınlar ama böylelerine, “tesettürlü” mü diyeceğiz yoksa “başıbağlı” mı? Böyle durumlarda “tesettür” kavramının epeyce aşındığının ve içinin boşaltıldığını söyleyebiliriz... Yine bir kısım mütesettir kızlarımızda görülen rahat tavır ve edâlar bu cafelerde sosyalleşirken kazanılan(!) en büyük özelliktir.
Mütesettir genç kızların bu kıyafetleriyle, cafelerde ve dışarılarda boy göstermeleri kendileri açısından bir “sosyalleşme” olarak görülebilir. Ama iş burada bitmiyor kendi jargonlarıyla, “takıldıkları” bu cafelerde farkına varmadan “şahsiyet” inşasına maruz kalmaktadırlar. Maalesef az evvel saydığımız cafelerde “vakit öldüren” gençler arasında “Din” kavramının da içinin epeyce boşaltıldığı görülmektedir. Kur’an ve sünnet hükümleri ile ilgili pervasızca laflar, dînî değerlere karşı kültürel yaklaşım, en bariz tehlikedir. Bu cafe ahalisi, maşallah çok cesur laflar da ediyorlar. Arada -haşa- ne Peygamber kalıyor, ne Sahabî ne de Kur’ân... Bu da normaldir, çünkü “Cahil cesurdur”!.. Kendilerince dînî ve kültürel hayat buralarda tesis edilecek. Dünya ve Kudüs buralardan kurtarılacak(!).
Bu ahalinin fırsat buldukça, “sosyal etkinlik” için Kudüs ve Bosna seyahati yapmaları, hem sohbetlerine revnâk getiriyor, hem de bolca boy gösterdikleri sosyal medyaya canlılık getiriyor... Buralarda da, “Şekerim”, “Cicim”, “Canım”lı lafların ardı arkası kesilmiyor...
Dava ve Instagram
Yine İnstagram’da yayımlanmak üzere, “Tavşan Gülüşü” denen dişlek, hafif dişlerin gösterildiği, özellikle Zeytindağı’ndan Kudüs’e arka dönülerek, takallüs etmiş parmaklarla “Râbia” işaretiyle Bosna’da da Mostar Köprüsü önünde poz verildi mi fotoğraf da tamamlanmış oluyor. Bu pozları anında sosyal medyada neşrederek neye hizmet edeceğiz? Meselenin özünü böyle mi yakalayacağız? İş daha havaalanında, uçak bileti fotoğraflarının İnstagram’da yayınlanmasıyla başlamaktadır. Bu tip “cıvık” hareketlerin böyle mukaddes davalarda işi olmamalıdır! Hâlbuki Kudüs, Müslümanlar için ulvî bir sevda, mukaddes bir davadır. Elbette, Kudüs ve Mescid-i Aksa’yı mahzun bırakmamak için bu kutlu şehir, müslümanlarca “usulünce” ziyaret edilmelidir. Kezâ Balkanlar ve Bosna da usulünce ziyarete konu olmalıdır.
Hâlbuki İslâm, müntesibinde ihlâs, ihsan ve hayâ ister. Mukaddes davalar ise ciddiyet, gözyaşı ve samimiyet ister. İslâm medeniyeti içerisinde yüksek bir kültür kurmuş olan milletimizin geleneklerinde, insanın sahip olduklarının teşhir edilmesi büyük ayıp kabul edilmiştir. Komşuluk hakkı içerisinde, kokusu yayılan yemeğini paylaşan gelenekten, İnstagram’da yediği yemeğin resmini paylaşan bir toplum duruma gelmiş bulunmaktayız. Bunlar hoş karşılanacak tavırlar değildir!..
Sosyal medya elbette bu çağın bir gereğidir ve bundan kaçınmak da mümkün görülmemektedir. Öyleyse yapılacak olan bunun doğru ve faydalı kullanımı konusunda özellikle gençler arasında bir bilinç oluşturmaktır. Bu konuda iş yine gençlere el uzatan kurumlara, vakıflara vs. düşmektedir. Bu konuda yayınlar yapılmalı toplantılar ve seminerler düzenlenmelidir.
Sözümüzü yine Sezai Karakoç’la bitirelim: “Utancını yitirmiş bir medeniyet sağlıksızdır. Çünkü diri olmak Allah önünde utanmak demektir. “utançsız” insan paslıdır. O zaman da ona Allah’ın nuru vurmayacak demektir. Allah’ın nurunun vurmadığı insan ise diri değildir.”
Rabbimiz, hepimizi, özellikle gençlerimizi sanal tutkuların ağından ve sanal aldanmalardan muhafaza buyursun! Amin.