Sudan’ın Yönetimine talip iki rakip ve hasım askerin, Darfur krizindeki geçmiş günahları, karıştıkları yolsuzluklar, son haftalarda Hartum’un bombalanması ve evlerin talan edilmesiyle sebep oldukları can kayıpları ve diğer zarar-ziyan göz önünde bulundurulduğunda, hedefleri olan cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaktan ziyade, Hartum ağır ceza veya Uluslararası Ceza Mahkemesi yargıçları önündeki sandalyede oturarak hesap vermeleri daha isabetli olacaktır
Geçtiğimiz hafta kaleme aldığımız Sudan değerlendirmemize devam edelim. 15 Nisan günü başkent Hartum’da başlayan ordular savaşı maalesef durdurulamıyor. Yabancıların çoğunluğu ülkeyi terk etti veya terk ediyor, batılı büyükelçilikler kapatılıyor. TC vatandaşlarının tahliyeleri tamamlandı, önce Hartum Büyükelçiliğimizin açık tutulacağı duyuruldu, bilahare Sayın Bakan büyükelçiliğin Port-Sudan’a taşınacağını açıkladı. Güvenlik endişesi içindeki Sudan vatandaşları vatanlarından kopmak pahasına yollara koyuldular. 100 bine yaklaşan Sudanlının komşu ülkelere sığındığı bildiriliyor. Birleşmiş Milletler uzmanları bu sayının bir milyona ulaşacağını öngörüyor. Güney Sudan’da 2013 yılında patlak veren iç savaştan ötürü, can güvenliği saikiyle Kuzeye göç edenler, 10 yıl sonra, ülkelerine geri dönmeye başladılar. Güney Sudan’ın, Sudan’dan daha güvenli ve emniyetli seviyeye yükseleceğini herhalde kimse tahmin edemezdi. Bu şaşırtıcı sonuç, ülkelerini korkmadan ateşe atan iki askerin, Abdülfettah Al-Burhan ve Hemeti‘nin (Mohamed Hamdan Dagalo) ortak eseridir.
Çatışmalar Hartum’un dışına taşıyor
İki ordunun çatışması sadece başkent ile sınırlı kalmamıştır. Hartum’un bitişiğinde ve kuzeyindeki iki büyük yerleşim alanı olan, Omdurman ve Bahri adlı şehirlerde de çatışmaların yoğunlaştığını, hassas eyalet Darfur’da, farklı silahlı grupların sokaklara çıktığını, yağmalama ve talan olaylarının arttığını duyuyoruz. Uluslararası toplum neredeyse her gün çatışan taraflara ateşkes çağrısı yapıyor, Al-Burhan ve Hemeti’yi, bir masa etrafında oturmaya ve müzakereye zorluyor. Bir yandan, Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği ve bölgesel örgüt İGAD, iki generali, çatışmalara son vermeye çağırıyor, öte yandan ABD, İngiltere, S. Arabistan ve BAE, taraflara baskı yaparak çatışmaları sona erdirmeye çabalıyor. Bütün bu çaba, gayret ve iyiniyetli girişimlere rağmen, iki askerin geri adım atmadıklarına şahit oluyor ve kolaylıkla pes etmeyeceklerini endişeyle izliyoruz.
Uluslararası toplum taraf tutmadan iki hasım generale baskı yapıyor
Diktatör Ömer El-Beşir‘in devrilmesinin ardından 2019 yazında kurulan geçici karma yönetimin sivil başbakanı Abdalla Hamdok, Kenya’dan seslenerek, Sudan’ın hızla iç savaşa doğru seyrettiğini, iç savaş patlarsa, ülkesinin Suriye, Yemen veya Libya’dan daha kötü bir vaziyete düşeceğini beyanla, uluslararası toplumun en fazla baskıyı yaparak, iki generali barış masasına oturtmasının mutlak zorunluluk arz ettiğini vurguladı. Halen, komşuları bakımından veya Sudan üzerinde nüfuzu bulunan ülkeler açısından, iki askeri liderin baskıyla barışa zorlanmaları hususunda görüş birliği mevcuttur. Başka ifadeyle, birçok örnekte görmeye alıştığımız üzere, Rusya ve Çin bir tarafta, Batı dünyası diğer tarafta değildir, veya Libya örneğinde izlediğimiz üzere, ülkenin geleceğine dair büyük devletler arasında menfaat ve görüş ayrılığı mevcut değildir. Bir tarafta, uluslararası toplum ile Sudan’ın demokrasi isteyen çileli halkı yan yanadır, diğer tarafta, gözünü iktidar hırsı bürümüş, sivil iradeye saygısı sıfır, dünya kamuoyunu kaale almayan, iki rakip general ve bunlara tabi iki ayrı egemen ordu bulunmaktadır. İki rakibin barışa ve mutabakata zorlanarak çatışmaların sona erdirilmesi tabiatıyla büyük bir muvaffakiyet teşkil edecektir. Ancak, müteakip aşamada, her iki generalin tasfiyesiyle askerin kışlaya geri çekilmesi ve siyasetten kesinkes uzak durmasının sağlanması temel mesele olmakla ülke esenliğinin anahtarıdır. Darbeci gelenek içinde yetişmiş Sudan ordusu siyasetten elini çekmediği sürece, El-Beşir, Al-Burhan, Hemeti ve benzerleri ortaya çıkarak mazlum halka ikinci sınıf muameleyi sürdürecektir.
Sudan’ın kaymağını on yıllardır silahlı kuvvetler yiyor
“İstenmediklerinin ve sevilmediklerinin farkında olan askerler niye çekilmiyorlar” sorusu akıllara gelebilir. İktidar sivillere teslim edildiği takdirde asker sınıfı imtiyazlarını kaybedeceğinin bilincindedir. Sivillerin yönetimindeki bir Sudan’da, bütçe, yüzde 70-80 oranında, silahlı kuvvetlere tahsis edilmeyecek, askerlerin idare ettiği sanayi tesislerinin vergi muafiyetleri son bulacaktır. Suç işledikleri sabit hale gelen askerlerin mahkeme önüne çıkarılıp yargılanmaları mümkün olacaktır. Böylece, Sudan’da, on yıllardır süregelen asker hegemonyası rafa kalkacak, ülkenin kaymağını yeme dönemi sona erecek, cezasızlığın önlenmesi mümkün hale gelecektir.
Musa Faki niye Hartum’a gitmiyor?
Türkiye dahil bazı ülkelerin Sudan’da barışın tesisi için öne çıktıklarını okuyoruz. Bu görev herkesten önce Afrika Birliğine ve bölgesel kuruluş İGAD’a düşmektedir. Kenya, Güney Sudan ve Cibuti’nin önderliğinde, Al-Burhan ve Hemeti heyetlerinin, Güney Sudan’ın başkenti Juba’da bir araya gelmeleri için çabaların devam ettiğini duyuyoruz. Port-Sudan’a gemi göndererek 2 bin civarında yabancının Cidde’ye tahliyesini gerçekleştiren Suudi Arabistan’ın, tarafların Cidde’de masaya oturmalarını teminen zemin yokladığı haberleri dolaşıyor. En fazla gayretin ise ABD’nden geldiğini gözlüyoruz. Öte yandan, işin sahibi Afrika Birliği Komisyonu başkanı Musa Faki’nin neden bugüne kadar Hartum’a giderek taraflarla doğrudan temas etmediğini de doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum.
S. Arabistan ve BAE’nin Sudan’a ilgileri arttı
Ömer El-Beşir’in iktidardan indirilmesi ertesinde, Türkiye ve Katar’ın Hartum nezdindeki ağırlıklarının hayli eksildiği dikkate alındığında, iki hasım generalin heyetlerine, Ankara ve Doha’nın ev sahipliği yapma olasılığının hayli zayıf olduğu kabul edilecektir. Sudan’ın stratejik öneminin farkına varan ve son 10 yıl içinde Hartum ile ilişkilerini çok geliştiren ve yatırımlar (tarım, lojistik) yapan S. Arabistan ve BAE’nin, bu aşamada, yanlış ata oynamamak dürtüsüyle, taraf tutmaktan kaçındıkları, ateşkes ve barış yönünde özel çaba sarf ettikleri, tahliye faaliyetlerinde öne çıktıkları, böylece Hartum nezdindeki yerlerini ve ağırlıklarını muhafazayla, stratejik hedeflerine ulaşmaya çalıştıkları dikkat çekmektedir.
Çatışmaların sebebi: Güvenlik sektörü reformu
İki rakip ordu arasında 15 Nisan günü başlayan silahlı çatışmalardan haftalarca önce, tarafların askeri hazırlıklara başladıkları, asker sayılarını arttırdıkları, stratejik önem taşıyan noktalara asker yerleştirdikleri gözleniyordu. Askerler ve siviller arasında imzalanan aralık 2022 mutabakatında, güvenlik sektörü reformu çerçevesinde, Hemeti’nin liderliğindeki RSF (Rapid Support Forces) kuvvetlerinin, düzenli orduya 10 yıla yayılan bir takvim içinde entegre edilmeleri hususunda siviller ile Hemeti arasında uzlaşı sağlanmasına karşın, general Al-Burhan’ın sürenin 2 yılı aşmaması üzerinde ısrarcı olduğu duyuluyordu. Velhasıl 2023 yılının ilk aylarında uluslararası aktörlerin devreye girmeleri ve çatışmalara meydan vermeden, iki askeri lider üzerinde azami baskı uygulamaları icap eder iken, çok geç kalındığına, fitil ateşlendikten sonra yangının söndürülmesine çalışıldığına şahit oluyoruz.
Kabus senaryosu: Çatışmaların Darfur’a yansıması
Sudan’da yaşanan ordular savaşı üçüncü haftasına girdi. Dikkatlerimiz hep Hartum üzerinde yoğunlaştığından güvenlik güçleri arasında yaşanan silahlı mücadelenin Darfur’a yansıma ihtimalinden pek bahsedilmiyor. Yaşanan güvenlik boşluğunun, istikrarın hassas dengeler üzerine kurulu olduğu Darfur eyaletinde merkezkaç güçlerin tekrar meydana çıkmalarına yol açabileceğini unutmayalım. Nitekim bölgede yağma ve talan girişimlerinin arttığı kaydediliyor. Darfur’da istikrarın bozulması ve güvenlik sorunları yaşanması halinde, istikrarsızlığın komşu ülkeler Libya, Çad ve Merkezi Afrika Cumhuriyetine aynen yansıyacağını biliyoruz. Düzenli ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki savaşın tesiriyle/yansımasıyla Darfur’da etnik kökenli çatışmalar başlarsa, 10 yıl kadar süren Darfur isyanları sırasında şahit olduğumuz kitlesel katliamların benzeri manzaralar ile karşılaşılması ihtimali kuvvetlenecektir. İki hasım general arasındaki kapışmanın, Hartum içinde yol açtığı büyük zayiat ve zulme ilaveten, Darfur’a ve batıdaki komşu ülkelere yönelik muhtemel sarsıcı yansımaları da dikkate alındığında, uluslararası toplumun önderliğindeki, çatışmaların durdurulması ve barışın sağlanması çabalarının, Sudan, Afrika Boynuzu ve Sahra-Sahel kuşağı bakımından ne derece hayati önem arz ettiği takdir edilecektir.
Çatışmaların müsebbibi iki general yargılanmalı
Sudan’ın Yönetimine talip iki rakip ve hasım askerin, Darfur krizindeki geçmiş günahları, karıştıkları yolsuzluklar, son haftalarda Hartum’un bombalanması ve evlerin talan edilmesiyle sebep oldukları can kayıpları ve diğer zarar-ziyan göz önünde bulundurulduğunda, hedefleri olan cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmaktan ziyade, Hartum ağır ceza veya Uluslararası Ceza Mahkemesi yargıçları önündeki sandalyede oturarak hesap vermeleri daha isabetli olacaktır. Diktatör Ömer El-Beşir’in 30 yıl boyunca yaptıklarına ilaveten, 15 Nisan’dan bu yana yaşanan sıkıntı ve zulüm Sudan halkının hafızasına derinden kazınmıştır. Ne Al-Burhan’ın, ne de Hemeti’nin artık ülkenin geleceğinde yerleri yoktur.