Suikast nehrinin durdurulması gerekiyor. Uzun deneyimler, bir hayalin sahibini öldürmenin hayali öldürmediğini, aksine onu yenilediğini gösteriyor
11 Nisan 1973 günü şafak vakti subay Ehud Barak, dudaklarında ruj kalıntısıyla evine döndü.
Şeytanın içini şüpheyle doldurduğu karısı, genç subayın ihanet yolunu seçmiş olmasından korktu.
Ancak haberler onun korkularını gidermekte gecikmedi.
Barak daha tehlikeli bir şeyle, yani Filistin kanıyla ıslanmış bir şekilde dönmüştü.
Saatler önce bir İsrail komando birliği Beyrut’a çıkış yapmış ve el-Fetih hareketinin üç liderine suikast düzenlemişti: Ebu Yusuf el-Neccar, Kemal Advan ve Kemal Nasır.
Bu ses getirici operasyon sırasında kadın kılığına giren Barak, makineli tüfeğinin şarjörünü içlerinden birinin vücuduna boşaltmıştı.
Verdun operasyonu, Mossad’ın İsrail Başbakanı Golda Meir’e sunduğu plan kapsamında gerçekleşti ve kendisine “Tanrının Gazabı Operasyonu” adı verildi.
Münih Olimpiyat Oyunları’na katılan İsrail takımına düzenlenen ve “Kara Eylül” grubunun arkasında olmakla suçlandığı saldırıyla ilgisi olan herkesi öldürmeyi hedefliyordu.
Barak’ın katıldığı operasyon son derece tehlikeli ve dahiyaneydi ama İsrail suikast nehrinde sadece bir damlaydı.
İsrailli uzman Ronen Bergman, İbrani devletinin 71 yıl boyunca yaklaşık 2 bin 700 suikast eylemi, yani yılda ortalama 38 eylem gerçekleştirdiğini söylüyor.
Nitekim birkaç hafta önce de Mossad başkanı, kameraların karşısına geçerek teşkilatının, nerede olursa olsun ve ne kadar sürerse sürsün, Hamas tarafından başlatılan Aksa Tufanı operasyonuyla bağlantılı herkesi öldüreceğini duyurdu.
Birkaç gün önce Beyrut’un güney banliyösünde Salih el-Aruri’ye düzenlenen suikast, 2006’daki savaştan sonra Lübnan-İsrail cephesinde geçerli olan “angajman kurallarından” tehlikeli bir sapma teşkil eden bu tehdidin hayata geçirilmesiydi.
Aruri, Batı Şeria ile cezaevinde Hamas ve el-Kassam içindeki rolünün yanı sıra, “arenalar birliği” çerçevesinde Hizbullah, Suriye ve İran ile koordinasyondaki rolü nedeniyle cezalandırıldı.
İsrail yapısında yürürlükte olan kurallara göre, büyük siyasi ve güvenlik sonuçları doğurabilecek her türlü yüksek profilli suikastın başbakan tarafından bizzat onaylanması gerekiyor.
Bu nedenle üst düzey suikastlar ardı ardına gelen başbakanların imzasını taşıyor.
Suikastlar İsrail politikasında sabit bir yaklaşım haline geldi ve gün geçtikçe Filistinlileri, Lübnanlıları, Suriyelileri, İranlıları ve farklı uyruklardan diğerlerini de kapsadı.
Yalnızca askeri personeli değil, aynı zamanda nükleer programlar, füze ve insansız hava araçlarının geliştirilmesiyle ilgilenen bilim adamlarını veya uzmanları da hedef aldı.
İsrail, suikastlarını gerçekleştirmek için Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’da devletlerin egemenliğini ve uluslararası hukuk kurallarını ihlal ederek operasyon sahasını genişletmekten çekinmedi.
Suikastlar nehrine olan ilgim, 1995 yılında Filistinli İslami Cihad hareketinin kurucusu, Humeyni devrimine açık bir sempati duyan ve Müslüman Kardeşler çatısı altından gelen Dr. Fethi eş-Şikaki ile yaptığım röportajın ardından iki katına çıktı.
Şam’daki ofisine girdiğimde hemen şaka ile bana şöyle demişti:
Bana anılarımı sormayın. Hâlâ yapacak çok işim var.
Röportaj sırasında “Hayal ettiğimden daha uzun yaşadım” ve “hayatın muhafızı eceldir” gibi ifadeleri dikkatimi çekmişti.
40’lı yaşlarındaki genç bir adamdan bu tür sözlerin çıkması normaldi.
Aynı yıl İslami Cihad, Tel Aviv yakınlarında 20 İsrail askerinin öldürülmesiyle sonuçlanan bir “çifte intihar” eylemi gerçekleştirdi.
Dönemin Başbakanı İzak Rabin, sınırların “teröristler” olarak adlandırdığı kişilerin takibine engel olmayacağı tehdidinde bulundu.
Rabin tehdidini yerine getirdi ve Mossad, Libya’ya dönen “Libyalı” İbrahim el-Şaviş’e Malta üzerinden geçerken suikast düzenlemeyi başardı.
Şaviş, takma adını karısından bile gizlediği Fethi Şikaki’den başkası değildi.
Suikast nehri birden fazla yönde aktı. İsrail, Fetih hareketi Merkez Komitesi üyesi Halil el-Vezir’i (Ebu Cihad), cesur eylemleri ve özellikle de ilk Filistin İntifadasını ateşlemedeki rolü nedeniyle cezalandırarak öldürdü.
Ayrıca bazı Mossad subaylarının “yılanın kafasını ezmek” olarak adlandırdığı metot kapsamında, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Sekreteri Ebu Ali Mustafa’ya da suikast düzenlendi.
İsrail yine Hamas’ın kurucusu Ahmed Yasin’e, onun halefi Abdulaziz er-Rantisi’ye ve İzzeddin Kassam Tugayları’nın bazı generallerine suikast düzenledi.
Keza Lübnan Hizbullahı Genel Sekreteri Abbas el-Musavi’ye ve daha sonra da Hizbullah’ın en önde gelen askeri komutanlarından İmad Muğniye’ye Şam’da suikast düzenledi.
Suikast nehrinin en önemli duraklarını listelemek için burada yeterli yerimiz yok.
Suikastlar Golda Meir, İzak Rabin, Menahem Begin, İzak Şamir, Ehud Olmert, Ariel Şaron ve diğerlerinin imzasını taşıyordu.
İsrail hükümetleri, kafa kesme politikasının, haklarını talep edenlerin iradesini kıracağını düşünüyordu.
Bu politikanın tehlikeli ve dar görüşlü olduğu açık ve kanıt şu anda Gazze’de olup bitenler.
Suikast politikasında, özellikle ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra bölgede meydana gelen değişikliklerin boyutu da dikkate alınmadı.
Suikast politikası gerçekten korkunçtu. Ama bana göre en tehlikeli durağı barış fikrinin kendisine suikast düzenlemekteki ısrardı.
Partneri öldürmek ve ardından partnerin olmadığı bahanesini kullanmaktı. Bu bağlamda Binyamin Netanyahu suikastların ustası gibi görünüyor.
Darbelerinin ciddiyeti ve tehlikesi seleflerinin “başarılarını” aştı. Böylece Yaser Arafat ve İzak Rabin ile el sıkıştıktan sonra Oslo Anlaşması’nın başlattığı iklime yönelik suikast da dahil olmak üzere çok büyük suikast eylemlerine tanık olduk.
Bahsi geçen anlaşma ideal değildi ama Filistinlilerin bağımsız devletlerini kurmalarına ve göç, çadır ve kan yolculuğuna son vermelerine imkân verecek bir çözüme doğru ilerleme umudunun kapısını açmıştı.
Netanyahu’nun politikası, Şaron’un da katkıda bulunduğu yerleşim yerleri inşaatıyla Filistin topraklarına suikastlar düzenlemekti.
Filistin Otoritesi’nin kırılgan kurumlarını yerle bir etti. Arafat’ı kuşattıktan sonra Mahmud Abbas’ı da kuşattı.
Beyrut’ta düzenlenen zirvede açıklanan Arap Barış Girişimi’nin yarattığı fırsatı da suikastla hedef aldı.
Netanyahu’nun son hükümeti son barış şansına suikast düzenleyen bir hükümetti. Aşırılık yanlısı bu hükümet tahripkar bir bombaya benziyordu.
Şimdi de hükümet Aksa Tufanı’na Gazze ve sakinlerine suikastlar düzenleyerek karşılık veriyor.
Evlere, hastanelere, gazetecilere, okullara ve çadırlara suikast düzenliyor. Bir kan nehri ve bir çadır ormanı var.
Anthony Blinken bölgeyi geziyor ve bölgesel bir savaşın temsil ettiği büyük çöküşün önlenmesi sloganını öne sürüyor.
Gazze savaşının kıyısında bölgede çıkan “paralel savaşları” kontrol altına almaya çalışıyor.
Netanyahu hükümetinin Gazze suikastını tamamlamasını engellemekten başlayarak iki devletli çözüme yönelik suikastını sürdürmesini önlemekten başka çözüm yok.
Bu konunun ihmal edilmesi, Ortadoğu’nun suikastlar, bombalı saldırılar ve tufanlar içinde kalması demek.
Suikast nehrinin durdurulması gerekiyor. Uzun deneyimler, bir hayalin sahibini öldürmenin hayali öldürmediğini, aksine onu yenilediğini gösteriyor.