Geçtiğimiz Perşembe günü Ankara’da düzenli olarak yapılan 13. Büyükelçiler Konferansı’nın sonunda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bir basın toplantısı düzenledi. Son dönem dış politikadaki gelişmeleri ele alan Sayın Bakan Yunanistan’dan İsrail’e, Ermenistan’a. hatta İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine kadar sorunlu ilişkilere değinmiş, Rusya’daki son görüşme ve hatta Türkiye’nin yurtdışındaki önemli kurumları olan TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü gibi farklı alanlarda hem kendi görüşlerini açıklamış hem de gazetecilerin sorularını cevaplamıştı.
Elbette Suriye konusunda bir operasyonun gündemde olması, hem de yıllardır süregelen sığınmacı sorununun kaynak ülkesi olması dolayısıyla gazetecilerden bu konuda soruların gelmesi kaçınılmazdı.
Gerçi Suriye (veya benzer şekilde Irak) isminin geçtiği her konuşmada Türkiye “ülkenin toprak bütünlüğüne saygı” gibi genel kabulü ilan eden ifadeler olması gerektiği gibi mutlaka dile getirilmektedir. Sorun başladığı andan itibaren çatışmaların dışarı taşmasından sürekli şikâyet edildi ama daha mühim olan husus “dışarının içeri”ye müdahalesiydi. Irak ve Suriye işte bu sebeple küresel güçlerin bilek güreşi yaptıkları alanlara dönüştü. Nitekim dünyanın öbür ucundan binlerce kilometre uzaklıktan bölgeye gelenler diledikleri müdahalede bulunabiliyor ve istedikleri gibi davranıyorlardı. Zaten “onlara ırak ama bize yakın, oldukça yakın” olan bu bölgede ateşin yükselmesi hep bize ve komşu ülkelere zarar vermekteydi.
Bundan dolayı da “onların” çözüm diye sundukları şartlar hiçbir şekilde bize uymayacak ve zararlı çıkan hep biz olacaktık. Onlar hâlâ ülkenin toprak bütünlüğünden bahsetseler de bize hep sıkıntılar düşecekti. Fakat bölgenin aktörleri olarak bu sıkıntıların kaynağı ile doğrudan görüşerek sorunları çözmek yerine süper güçlerin arkasında çatışmalara dâhil olmak ülkemize bugüne kadar hiçbir fayda vermedi. “Eğit-Donat” bunun en bariz örneği olarak öne çıktı. Ama kamuoyu her şeye rağmen bölgede oluşabilecek bir terör devletine karşı mücadele edildiği için tepki vermedi. Ortaya dökülen olumsuzlukların sonuçlarını taşımaya çalıştı. Komşuların toprak bütünlüğü vurgusu yapılırken, kendi ülkesinin bütünlüğünün tehdit edilir noktaya gelmesinden büyük endişe duydu ve elbette Suriye içindeki harekatlara destek vermekten geri durmadı. Yani yakın tehlikeyi gördü ve iktidarın aldığı yanlış kararların sorgulanmasını erteleyerek, önceliği ülke güvenliğine verdi. Doğru olanı yaptı.
Ama Bakan’ın son açıklaması birden beklenmedik tepkiler doğurdu. Dışişleri Bakanı bir soruya verdiği cevapta taa geçen sene Ekim ayında (11 Ekim 2021) Belgrad’da Bağlantısızlar Toplantısı’nda gündemde olmamasına rağmen, resmi dilde toplantı marjininde denilen bir tabirle daha anlaşılır bir şekilde “ayaküstü” yani verilen bir kahve molasında veya yemekler beklenirken, belki de merdivende veya koridorda karşılaşınca Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdat’la bir görüşme yaptığını söylemesi bir kıvılcım oldu. Açıklamanın hemen ardından Suriye tarafından peş peşe açıklamalar geldi ve özellikle de Özgür Suriye Ordusu denilen oluşum aşırı tepki gösterdi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bu bilgiyi gazetecilere aktarırken sanki önemsiz ve sıradan bir ayaküstü muhabbeti olarak göstermeye çalışması, üstelik aylar sonra sanki ağzından kaçırmış gibi yapması konunun muhataplarından olan muhalif Suriyeliler açısından kabul edilemeyecek bir konu olarak anlaşılıp, takdim edildi.
Hâlbuki Suriye’de çatışmaların çıktığı ilk günden beri muhaliflerin yanında yer alan Türkiye hep rejime “bu muhaliflerin taleplerini dinlemesini” tavsiye etmiş ama rejimle de doğrudan bir irtibata geçmemişti. Hep dışarıdan meydanlarda Beşar Esad’a bağırıp çağırarak sorunun çözüleceğini sanması büyük bir yanılgıydı. Uluslararası ilişkiler geleneğinde diplomatik çözümün ilk sırada yer aldığı ve bu sebeple de sorunun kaynakları ile doğrudan görüşmeler yapılarak bir çözüm ve uzlaşıya ulaşılması beklenirdi.
Bu görüşmeler eğer tarafların kendi kamuoylarına açıklanamayacaksa o zaman istihbarat teşkilatları devreye girerek çözüm arayışları devam ederdi. Ancak böyle bir tutum yerine vesayet güçleri ile çatışmalara dahil olmak bölgede yüzbinlerce ölüme ve milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilmesine sebep olduğu artık herkesin kabul etmek zorunda kaldığı bir gerçeğe dönüştü.
Suriye muhaliflerinin Türkiye kontrolü altındaki bölgelerde gösteriler yapması hatta askerlerimize hasmane yaklaşımları ve hele bayrağımıza yaptıkları davranışlar asla kabul edilebilir değildir. Sorumluların bulunması bundan sonraki olası provokasyonların engellenmesi adına hayati derecede önemlidir. Bunu yapan grupların ipleri kimin elinde sorusu muhtemelen şimdi detaylı bir incelemeye tabi tutulmuştur. Bu türden tepkiler ülkemizde daha büyük karşı tepkilere sebep olabilir. Ülkemize sığınan Suriyeliler için zaten sıkıntılı olan süreç giderek daha da zorlaşmayı beraberinde getirebilir. Allah muhafaza etsin istenmeyen olaylar çıkabilir, hatta ülkemiz kaos planlarına sürüklenmeye çalışılabilir.
Çavuşoğlu’nun sıradan bir bilgiymiş veya ağzından kaçmış gibi bu görüşmeyi açıklamasının altında nasıl bir amaç olabilir? Eğer bilerek ve bilinçli bir şekilde yapıldıysa belki de Türk kamuoyu Suriye ile yapılacak görüşmelere hazırlanıyor olabilir. Bu da meşhur diğer “değerli yalnızlık” doktrininden içinde bulunulan şartlar gereği Suriye’de vazgeçildiği anlamına gelebilir. Komşularla sıfır sorun politikası söylemde önemli eylemde doğru kurgulanmamış bir politika idi. Eğer Suriye özelinde buna dönük bir adım varsa, mutlaka sarraf titizliğinde yürütülmesi gereken bir süreç olması şarttır. Ama bu politikaya dönüş için gerekli altyapının da hazırlanması da önemlidir. Daha geçenlerde Suriye’de otuz kilometrelik bir alanda terörist temizliği yapılacağı için operasyonu davulla zurnayla açıklamaktan o bölgelerde yaşayan insanların tepkisini almaya kadar uzanan bu süreç yine iyi yönetilememektedir. Zaten Rusya ve İran’dan böyle bir operasyon için mutabakat alınamaması da ayrı bir tartışma konusudur. İflas etmiş Suriye politikası artık kamuoyu desteğini de yitirmiştir. Bundan böyle Suriyeli sığınmacılar konusu daha çok gündemde olacak ve iktidar yaklaşan seçimlerde ekonomiden sonra bu sefer de dış politika alanında yapılan yanlışlıklardan dolayı oy kaybını sürdürecektir. Öyle ki işler yolunda giderken bir şekilde şartları lehine çevirebilen mevcut iktidar, işlerin ters gitmeye başlamasından sonra doğru yapmaya çalıştığı şeyler de ayağına dolanmaktadır. Suriye ve Irak’ın kuzeyinde bir terör devleti kurulmasını engellemek adına yapmaya çalıştığı olumlu işler, yanlış diplomatik üslup ve yöntem sonucu aleyhine dönmesine sebep olabilir.
Hâlbuki muhalefetin daha doğrusu aklı başında olan herkesin taa en başından beri tavsiye ettiği gibi olayların sorumluları ile diplomatik yollardan görüşmeler yapılsaydı, iktidarın gayretleri olumlu karşılanabilirdi.
Bugün Esad var yarın olmayacak. Bugün AK Parti iktidarda, yarın değişecek. Sorunlar dün vardı, bugün var, yarın da olacak.
Önemli olan her şeye rağmen konuşabilmektir. Hedef, sorunları mümkünse ortadan kaldırmak olmalıdır. Değilse asgariye indirmek için gayret edilmelidir. Süreci yönetmek on yıl öncesine göre çok daha zor. Ancak hiçbir şey imkânsız değil. 1 milyona yakın insan hayatını kaybetti. 8 milyon insan ülkesini terk etti. Şimdi güç neye, ne kadar yetiyorsa terörün, şiddetin son bulduğu bir coğrafya iradesini ortaya koymaktan geçer. Başka çare yok. Başka çözüm yok. Kan davalarının kazananı yoktur. Aklıselim ile akan kanın durması için herkes üzerine düşeni yapmak zorunda olduğunu bilmelidir.