13 yıla yakın iç savaş yaşayan, bir milyona yakın vatandaşının bizzat rejim tarafından katledildiği, nüfusun yarıya yakınının göçmen duruma düştüğü bir ülke… Suriye, 21. yüzyılın en vahşi katliamlarına sahne olurken, bölgesele ve küresel güçlerin de hareket alanı haline geldi. O güçlerden ABD’nin sonuna kadar gitmeme kararı, Rusya’nın -ve İran’ın- da sonuna kadar Esad’ı destekleme iradesiyle olabilecek en kaotik statüko ülkeyi son dönemde sakinleştirdi. Sakinlik var/dı ama bilinen türden sukünet değil. Dehşet dengesi, bir yanda Rusya, İran, Hizbullah karşıda ABD, PYD/YPG; öte yanda da şimdi Halep’i ele geçiren Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) gibi örgütler ve hatta gücü azalmış olsa da IŞİD’den oluşuyor.Ve bu karmaşık denklemin ortasında Türkiye bulunuyor.
Türkiye, üç askeri bölgeyi kontrol ediyor, Suriye içindeki bazı güçlerle temas kaabiliyetine sahip bir güç… En önemlisi de Rusya ve ABD ile yer yer birlikte yer yer farklı hareket edebilme imkanını koruyor. İki ülkeyle yaptığı mutabakatların de çerçevesinde Suriye’nin toprak bütünlüğün koruma odaklı; yani, PYD/YPG otonomisini önlemeyi esas alan bir politika izliyor.
“Kaotik statüko” böyleydi… Hatta, uzun süre “Esad’sız Suriye”yi de kırmızı çizgi olarak ilan eden Ankara, Astana süreçlerinin sonucu olarak bundan vazgeçmişti. Dahası, Esad’la görüşmek için politikasını neredeyse tek taraflı hamleler yapacak kadar da yumuşatmıştı.
Neden birden di’li geçmiş zamana döndük? Çünkü, üç gün öncesine kadar tamamının değilse bile çoğunluğunun Esad rejiminin kontrolü altında olduğu varsayılan Suriye’de tablo başa dönmüş durumdadır.
Birincisi… Suriye Milli Ordusu’nun (SM0) da desteğiyle Halep’i iki gün içinde ele geçiren HTŞ saldırısı Suriye rejiminin ordusunun tamamen çöktüğünü gösterdi. Mukavemetsiz bir muharebe yaşandı. O kadar ki Esad, Halep’den neden kolayca çekildiklerini izah ederken, güçlerini toplayın yeniden saldırmak gibi züğürt tesellisi bir bahaneye müracaat etti.
Bu da bizi ikinci maddeye götürüyor... Rejimin değil Halep’i geri kazanacak, mevcut yerleri dahi koruyacak bir ordusu olmadığı anlaşıldı. Şimdi akla Rusya’nın veya İran milis güçlerinin yahut da ikisinin birden Halep’e girip girmeyeceği sorusu geliyor. Girseler geri alabilirler mi belli değil ama Rusya bölgeye muharip güç aktarmadan Halep’in bir daha rejim kontrolüne geçmesi imkansızdır. Peki, Ukrayna’da ağırdan daha ağır kayıplar veren, cepheye sürmek için Kuzey Kore’den 10 bin asker isteyen Rusya’nın ve son aylarda savunması zayıflayan İran’ın ile Lübnan’da ağır kayıplar veren Hizbullah’ın Suriye’ye asker/milis göndermesi mümkün mü? Zor.
Suriye tablosu bu yüzden, sadece üç günün sonunda “di’li geçmiş” ifadelerle anlatılmaya mahkum oldu. Esad da hak etmediği bir avantajın sefasını bu kadar sürebildi.
Türkiye ise, gelişecek şartlara bağlı olarak özellikle Rusya’nın hamlesinin derinliğine göre hem Esad’a karşı hem de herhangi bir pazarlık masasında kullanmak üzere kozlarını biraz daha çoğaltmış olabilir. Astana süreciyle sınırlanan etkisini geliştirebilir ve Suriye’de yeni bir statüko tesisi için pazarlık gücünü artırabilir. Yeni ABD yönetiminin nasıl gerçekleşeceği belli olmayan Suriye’den çekilme planının devamında da bugüne kıyasla daha fazla rol sahibi olabilir.
Yine de muhtemel sonuçları konuşmak için çok erken ve tablo fazla belirsiz. Ancak, Halep’de yaşanan olağanüstü gelişme ve Esad rejimine kaotik de olsa statüko hediye eden aktörlerin eski gücünden uzaklaşması, her halükarda bütün hikayeyi değiştirebilecek bir sürecin kapısını araladı.