Göçmen ve sığınmacı politikasının baştan beri yanlış, plansız ve geleceği hesaplamayan yönü bir dert, mesele büyüdükten sonra ne yapılacağının bilinmemesi başka derttir. En büyük dert ise Türkiye’nin zincirleme yanlışlarına bir de faturayı tamamen Suriyeli göçmenlere kesen telaşlı ve öfkeye kapı aralayan yeni yanlışlar olacaktır.
Sayısı ve sonu bilinmeden biraz “kardeşlik”, biraz da dünyaya “insanlık” mesajı vermek motivasyonuyla açılan ama savaş istediğimiz gibi gelişmediği için kapanamayan kapıların ürettiği problemi yaşıyoruz. Şimdi de bir yandan hala kaçak girişler yaşanıyor, bir yandan da ev alıp vatandaşlık hakkı kazanarak veya uluslararası hukukun gereği “legal” göçmenler gelmeye devam ediyor. Toplam göçmen sayısı eskisi kadar artıyor ama azalmıyor da…
Hükümet ve hükümet denince akla gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinde ise ne bir göçmen politikası ne de açıklamış olduğu bir milyon Suriyeli’nin geri dönüşünü mümkün kılacak plana rağmen, bir geri gönderme perspektifi bulunuyor. Tekrara gerek yok, hiçbir Suriyeli Esad rejimi ayaktayken geri dönemez. Esad gitse bile Esad’ın devamı bir rejimde dahi bu mümkün olamaz. Politikasızlığımızın temel nedeni de baştan beri Esad’sız Suriye’ye odaklanmamızdır. Başka seçeneğe kafa yormadığımız için göçmenlerle ne yapacağımızı hiç düşünmedik. Erdoğan’ın bir ay önce “göndermeyeceğiz” dedikten sonra bugün “göndereceğiz” demesi de büyük ölçüde bunun yansımasıdır.
Hükümetin göçmenleri/sığınmacılar konusunda eylemsiz kaldığı ortamda, toplumda artan ve artırılan anti-Suriyeli hava bu meselenin en sıkıntılı aşamasına geldiğimizi gösteriyor.
Suriyelileri göndermek; hele milyon milyon sayılarla ülkelerine geri dönmeye zorlamak ihtimal dışıyken, bu mümkün olabilirmiş gibi içeride baskıyı artırmak büyük bir hatadır. Haklı tepki gösterenler de ötekileştirici slogan atanlar da bu gerçeği ıskalamamalı. Avrupa’nın başına bela olan ırkçı siyasi kamplaşmanın bizde de Suriyeliler üzerinden gelişme ihtimalini dışlamayalım. Bugünkünden daha ağır bir tablonun, hem Suriyeleri gönderemeyip hem de içeride sosyal gerilim tablosu üretmek olduğunu da kimse aklından çıkarmamalı. Yanlışa yanlış ekleyerek problemi büyütmek ve sosyal gerilim boyutuna taşınmasına seyirci kalmak kimseye fayda sağlamaz.
Suriyeli göçmenler sadece bizde konaklamıyor. Yükümüz ağır ama Ürdün, Lübnan, Irak başta olmak üzere birçok bölge ülkesinde ve Almanya başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde bulunan göçmenlerin toplam sayısı bizdekinden aşağı değildir. Herkesin bir parçası olduğu problemi konuşuyoruz…
Şunu da unutmayalım… Bizdeki ekonomik krizin ve enflasyonun sebebi bu insanlar değildir. Genel nüfusun yarısından az asayiş olaylarına karışmaktadırlar ve birçoğu Türkiye’nin üretim ve istihdam sisteminin parçası haline gelmiştir. Evet gönüllü olarak gitmeleri insani bir çözümdür ama böylesine iç içe girmişlik hali yaşanırken üzerine bir de öfke ve nefret diliyle onları hedefe koymak gönüllülüğü teşvik etmeyecektir.
Peki, ne yapılmalı? Bugüne kadar bir çözüm üretemeyen hükümetin, şimdi oluşan olumsuz atmosferi de hesaba katarak acilen tatmin edici bir çözüm üretmesi; bunu yaparken meseleyi bir siyasi malzeme olmaktan çıkarması en hayırlı yoldur. Toplumla gerçekler paylaşılmalı, olabilecekler ve olamayacaklar açıkça söylenmelidir. Acilen, önlemlere mesai harcanarak, tepkiyi artıran siyasi dilin hükümetin eylemsizlik ve çaresizliğinden güç almasının önüne set çekilmelidir. Toplam entegrasyon, sağlıklı/planlı yerleşim ve mümkün olan sayıda insanın gönüllü geri dönüşünü içeren gerçekçi politikaların hepsinin birden, eş zamanlı uygulanması şarttır.
Mesele artık, geri dönüşten daha öncelikli olarak içeride problemin büyümesini durdurmaktır.