Âlemlerin Rabbine Hamdolsun! O’nun yüce Rasulüne salât ve selam olsun.
Tarih bazılarını zalim yazar, bazılarını mazlum! Bazılarını neme lazımcı, bazılarını ise kurtarıcı! Haksızlıklara karşı sessiz olmamak bir erdemdir, cesarettir. Ama haksızlık karşısında konuşurken ya da yazarken insana bir hedef gerekmektedir. Şöyle bir sorgulamak lazım; Neden susmuyorum? Beni yerimde durdurmayan, geceleri uykularımı kaçıran hatta hayatım pahasına beni doğruları savunmaya memur eden nedir? Bu soruların cevabı, kişinin misyonunu belirler. Buradaki en büyük endişe tarihin bizi nasıl kaydedeceği mi? Yoksa problemlere çare olma gayreti mi? Şöyle demek istiyoruz belki de; birileri zalimlik yapıyor, diğerleri onlara alkış tutuyorlarken benim elinden bunu engellemek için bir şey gelmiyorsa bile en azından tarih beni sessizlerden yazmasın! En azından zulme sessiz kalmadım! Gözümün önünde mazluma saldıran zalimlere bir yumruk vuramasam da “yapma” diye bağırdım!
Mesele sadece tarihin ne yazacağı değildir elbette! Fıtratı bozulmamış olanlar böyle bir durumda “neme lazım” demeye dayanamaz, hazmedemez. İnancı ne olursa olsun Yüce Rabbimiz tarafından fıtratına yerleştirilmiş olan adalet anlayışı bazı kimseleri daima harekete geçirir. Ama yapacak pek de bir şey yok gibidir. O zaman geriye kalan tek çare susmamak, haksızlığa ses vermek ve “ben bunun dışındayım, beni de zalimlerden yazma tarih!” diyerek en azından gelecek nesiller nezdinde aklanmaktır. O halde burada ses verirken hedef;
1- Zulme sessiz kalmamak,
2- Tarihe zalimlerden kaydolmamak,
3- İnsanların onu doğrulara bağlı ve cesur tanıması, onun hakkında; “bu kişi korkmadı, malı-canı pahasına susmadı” demeleri midir?
Bir dik duruş sergilerken, bir tehlikeyi göze alırken beklenti elbette bu kadar olmamalıdır. Tarih boyunca zulme ses verenler elbette olmuştur. Ama tarih sadece ses verenleri değil harekete geçenleri ve gayretleriyle akışa yön verenleri seçti ve yazdı. Sesin eyleme dönüşümü tarihe kaydoldu. Sadece sesler ise akan zaman içinde kayboldu… Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyuruyor; “En büyük cihad zalim sultan karşısında hakkı haykırmaktır.”1 Bugün her ne kadar Müslümanlarda bu ruh azalmışsa da aslında kişiye haksızlıklara dur deme ve mazluma sahip çıkma şuurunu veren tek din yine sadece İslam’dır. Ama Yüce Rabbimiz Kur’an ve Sünnet yoluyla sadece “yanlışa karşı çıkma şuuru”nu vermemiş aynı zamanda ne yapılacağını da öğretmiştir. Efendimiz bir hadisi şerifinde; “Kişi bir kötülük gördüğünde onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğzetsin ki bu imanın en zayıfıdır”2 buyurdu. Bu hadis-i şerifin ışığında baktığımız zaman da görürüz ki; yapılacak öncelikli iş zulme elle müdahale yani bi-l fiil gayrettir. Buna gücü yetmeyenlerin dille müdahalesi makbuldür. Buna da gücü yetmiyorsa -ki bu durum artık iman sorununa doğru gider- en azından kalple buğzetme devreye girer. Bunu dahi yapamayanda ise zerre kadar iman yoktur.
Hadis-i şerifteki son aşamada “buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin ama bu imanın en zayıfıdır”, buyrulması bu konuda gücün imandan geldiğini gösterir. Yani iman insana yürek kazandırır. İmandan elde edilen güç ile kişi en azından dille müdahalede aciz kalmaz, eğer bunda bile kalıyorsa demek ki imanı yani hakka bağlılığı, Allah’a tevekkülü ve imandan doğan cesareti zayıftır. Peki, “elle müdahale” nasıl olmalıdır. İşte bunun yöntemlerini Kur’an gösteriyor. Allah’ın hükmüne sarılın, Allah’ın hükmüne çağırın, Allah’ın hükmünün uygulanması için mücadele edin ki; adalet hâkim olsun, zulüm bitsin. Aksi halde sadece “bu zulümdür” demenin kazancı ne olabilir! Bakıyoruz kimileri hiç ses çıkarmıyor, kimileri ise “bu zulümdür” diyor. Ses çıkarmayanlar tamam da, “bu zulümdür” diyenlere soruyorum. Tamam, bu zulümdür. Peki, adalet için bir fikriniz var mı? Bu konuda ses verenlerden duyduğumuz tek çare DEMOKRASİ’YE, gerçek demokrasiye DÖNÜŞ! Hala şunun anlaşılamamış olmasına şaşmak gerekir. Bu ülkeye demokrasi geldiği günden beri zulmün olmadığı tek bir zaman dilimi var mı? Demokrasi geldiği gün; ne düşünce özgürlüğü ne okuma ne yazma ne yaşama özgürlüğü kaldı! İşte Irak’a geldi aynı demokrasi, şimdi Suriye’nin kapılarını zorluyor. Bizim gibi demokratik bir ülkede(!) ise bizzat demokrasi yoluyla 100 yıldır farklı inançlar, fikirler hatta ırklar tüketilmeye çalışılıyor. Artık şunu anlamanın vakti gelmiş de geçiyor. Sihirli ve tılsımlı bir kelime olarak kullanılan “demokrasi” ile halkların özgürlükleri ellerinden alındı. Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin ifade ettiği gibi; Türkiye’de asıl tartışma henüz başlamadı. Birileri zulmettiğinde diğeri gelip “demokrasi olmadığı için” dedi.
Zulmeden ise zaten demokrasinin varlığını korumak yani halkı; farklı ırkların ve fikirlerin karmaşasından kurtarıp, kendi dünya görüşü çerçevesinde tek fikir hürriyetine(!) kavuşturmak için savaşıyor. Diğeri onu altedip iktidarı ele geçirdiğinde bu sefer onun tasallutu çerçevesinde bir hürriyet getirme yarışı, çabası hatta zulmü başlamış oluyor. Bu arada biz de sabırla bekliyoruz. Bu getiremedi Demokrasiyi! İnşallah diğeri getirir. Yok, o da olmadı belki öbürü getirecektir… Ama aslında bu demokrasi, getirilmesi imkânsız olan bir şey belki de! Çünkü “demokrasi getirelim” diyenlerin aslında getirmek istedikleri kendi ideolojileri! Bu ideolojiler de en küçük bir fikir ayrılığı karşısında sarsılacak kadar zayıf olduğu için fikir, ırk, dil gibi herhangi bir renge ve farklılığa karşı son derece tahammülsüz! Bu durumda nasıl gelsin demokrasi! Muhterem Hocamızın dediği gibi; insanlar bunu sorgulamaya başladığında işte o zaman gerçek kavga başlayacak! Zulme sessiz kalmayanlar bir erdem gösteriyorlar ama acaba gerçek bir çare, bir yol gösterebiliyorlar mı? Bu yapılanlar yanlış diyenlere soralım: Peki, ne yapalım… Bir çare sunun. Şimdi neyi deneyelim…
Zaman değişse de oyuncular değişse de senaryo aynı! Ekranda yine huzursuz bir toplum, yine haksız savaşlar, yine canı yanan insanlar, yine günah bataklığında çırpınan bir nesil! İşte tarih boyunca böyle zamanlarda Yüce Rabbimiz bizzat müdahale etti. Bir elçi gönderdi, karanlıkları aydınlattı, insanların elinde kobay faresine dönen halkları zalimlerin elinden, o üstün adaleti ve merhametiyle kurtardı. Ve bu reçete bizim de elimizde! Ona kıymet verelim. Sadece ses vermeyelim. Gerçek çözümlere sarılmak için mücadele de edelim. Bilelim ki dünyaya zulmün hâkim olduğu şu günlerde, sadece yapılanların zulüm olduğunu söylemek ya da isabetli öngörülerle tehlikeleri haber vermek tarih sayfalarında bizi aklamayacak. Gelecek nesil; gerçeği gördün ama ne yaptın diye sorduğunda sessiz kalmamak; bizi, “sadece dille müdahale ettim” deme acizliğini yaşamaktan kurtaramayacak.
Bu durumda “Müslümanım” diyen her ferde düşen vazife; ortama, şartlara, laflara hatta vurulan yaftalara aldırmadan Yüce Yaratandan gelen çözüme sarılmaktır. Malı-canı pahasına ümmetin kurtuluşu için çalışmaktır. Çünkü Muhterem Hocamızın ifade ettiği gibi “Tevhid; şirke, zulme vurulan en büyük darbedir.” Bu yazımızda “Tarih Kimleri, Nasıl Yazar?” diyerek konuyu bir açıdan ele aldık. Diğer sayımızda ise “Kimler Tarih Yazar?” başlığıyla devam etmek temennisiyle Allah’a emanet olun…
1- Tirmizî, Fiten 13, 2175 2- Tirmizi, Fiten, 11