Bugün, tarihin kaydettiği en önemli zaferlerden birinin 108. yıl dönümü. Bu, dünya Müslümanlarının ümmet olarak verdikleri kararlı mücadelenin sonunda kazanmış oldukları bir zaferdir. Dolayısıyla doğru okumak ve hak ettiği yere koymak gerekir. Çanakkale Zaferi bize aynı zamanda ümmet bütünlüğünü korumanın ve düşman karşısında güç birliğini muhafaza etmenin önemini de anlatmaktadır. Ama ne yazık ki Çanakkale’de korunan ve zafere götüren o bütünlük daha sonra muhafaza edilememiş ve o bütünlüğü sağlayan değerlerden uzaklaşılması sebebiyle parçalanmalar, bölünmeler yaşanması gücün de kaybedilmesine neden olmuştur. Önemli olan tarihte yaşanmış olayların hatırlanması ve konuşulması değil tahlil edilmesi ve bugün açısından değerlendirmeye tabi tutulmasıdır. Bugün bizim açımızdan önemli olan da Çanakkale’de zafer kazanan ruhun yeniden canlandırılması ve ümmet bütünlüğünün sağlanmasıdır.
Üç gün önce yani 15 Mart tarihinde de Suriye’de zulme başkaldırının 12. yıl dönümü idrak edildi. Ne yazık ki Suriye’de kitleler zulümden kurtulmak için meydanlara çıkmalarından sonra yaşadıklarından çok daha büyük zulümlere maruz kaldılar. Üstelik haklı taleplerinden dolayı suçlu ilan edilmek suretiyle hem bölgesel hem de küresel çapta haksızlığa maruz bırakıldılar. Suriye halkının amacı bir savaşa girmek değil maruz kaldığı zulmün artık son bulmasını istediğini duyurmaktı. Savaşı başlatan tarafın hakkını ve özgürlüğünü isteyen halk değil zalim saltanatını sürdürmek isteyen rejim olduğu gerçeği gözlerden uzak tutularak, halkı suçlu ve birtakım dış güçlerin oyunlarına alet olmuş gibi gösteren iftiralarla ve yalanlarla dolu komplo teorileri üretildi. Bu komplo teorilerini kendilerine gerekçe edinen bölgesel ve küresel güçlerin, zulüm sisteminin sürmesini sağlamak amacıyla yaptığı müdahaleler ve çevirdikleri oyunlar da olayın uzayıp gitmesine sebep oldu.
İki gün sonra yani 20 Mart tarihinde de Amerikan emperyalizminin “Yeni Dünya Düzeni” teorisine dayandırdığı tek merkezli dünya saltanatı kurma hayaliyle Irak’ı işgal operasyonu başlatmasının 20. yıl dönümünü idrak edeceğiz. Amerikan emperyalizminin “tek merkezli dünya” planı tutmadı ama onun bu hayal peşinde başlattığı yeni haçlı seferleri İslam dünyasının yeni bir çalkantı sürecine girmesine sebep oldu. ABD’nin hayali kendisine de ağıra mal oldu. Onun Irak ve Afganistan’da yaşadıkları, strateji uzmanlarının çok iyi tahlil yaptıklarını, elli hatta yüz yıl sonrasını hesaplayarak planlar geliştirdiklerini iddia edenlerin konuştuklarının da boş laf olduğunu gözler önüne serdi. ABD’nin Irak ve Afganistan’da, Rusya’nın Ukrayna’da içine düştüğü bataklıklar yüz yıl sonrasını görerek strateji geliştirdikleri iddia edilen küresel emperyalist güçlerin çoğu zaman önlerindeki kuyuyu görmekten bile aciz olduklarını belgeledi. Ben bunu her zaman söylüyorum burada tekrar etmekte de yarar görüyorum: Küresel emperyalizmi gözümüzde fazla büyütmeyelim. Ama bizim eksiğimiz Çanakkale’deki direniş ruhunu ve ümmet bütünlüğünü muhafaza edememektir.
Bazı acılar var ki yıllar değil yüz yıllar geçse de unutamayız. Halepçe katliamı da öyle. 16 Mart 1988’de gerçekleştirilen o korkunç katliam insanın insafı ve merhameti, fıtratına yerleştirilmiş rahmet duygusunu terk ettiği zaman ne kadar canavarlaştığının bir örneğiydi. Hadiseyi, vuku bulduğu yerde ve bizzat yaşayanların dillerinden dinleyince mahiyetini daha iyi kavramanız mümkün olabiliyor. Ama ne yazık ki tarih Halepçe katliamı gibi nice katliamlar kaydetti. Bu evreni yaratanın bütün bu zulümleri ve katliamları gerçekleştirenleri görmezden geleceğini düşünenler büyük bir yanılgı içindedir.
Bu yılın 15 Mart’ı Yeni Zelanda’daki iki camide Cuma namazı esnasında gerçekleştirilen korkunç katliamların dördüncü yıl dönümüydü. Bu katliamları da Batı emperyalizminin İslam’a karşı savaş amacıyla beslediği ve “İslamofobi” olarak isimlendirdiği canavar gerçekleştirmişti. Ne yazık ki bu canavarı Batı emperyalizmi besleyip semirtmeye devam ediyor.