İktidara geldiği ilk andan itibaren, bilinen tüm dengeleri bozuyor, tüm kuralları ihlal ediyor Trump. Bildik bir otoriter, hoyrat siyasetten, popülizmden farklı olup biten. İnanılmaz bir kuralsızlığın, bir keyfilik, şahsiliğin hükümranlığını izliyoruz. Trump ülkesini ve ülkesinin ilişkilerini etik, ahlak, değer sınırı tanımaz saldırgan bir şirket, şirket sahibi gibi yönetiyor. Gazze’de tehcirden söz ediyor, Panama’yı, Kanada’yı istiyor, Rusya’yla yakınlaşıyor, başka ülkelerin madenlerine göz dikiyor, liderlerini boyun eğmeye, istifaya davet ediyor. Dünya düzenini altüst ediyor. Kurumları örseliyor, hakim değerleri parçalıyor, gerisinde kaos ve boşluk bırakarak ilerliyor.
Bu gelişmelerden etkilenmeyen ülke yok…
Trump’ın Ukrayna cumhurbaşkanı, mevkidaşı Zelensky’i televizyon kameralarının önünde görülmemiş biçimde aşağılaması, bir şok ve simge anı oluşturmak kadar, muhtemelen tarihte sayfanın açılmasına da işaret ediyordu. Aşağılama, adeta bir dönemden başka bir döneme geçişi mimleyen 80 yıllık dünya düzeninin değişmesi, jeopolitik sahnede ittifakların tersine döndüğü acımasız bir andı.
Gerçekten de, 2. Dünya savaşı sonrası oluşan çeşitli aşamalarla yol alan Batı ittifakı ilk kez bu denli derin yarılma tehdidiyle karşısında.
Trump, Avrupa devletlerinin güvenliği ve egemenliği pahasına yeni bir düzen kurma ve anlaşmalar yapma hazırlığı içinde. Bu durum, 2. Dünya savaşı sonrasından bu yana, geleceğini ABD’nin korumasına emanet eden, savunma doktrini bunun üzerine kuran Avrupa’yı, hızla, NATO’nun ve kıtanın geleceği gibi bir dizi endişe ve tartışmanın içine itti, itiyor. Avrupa için savunma, doktrin ve gelecek konusunda yeniden düşünme, bunları yeniden inşa gereği ortaya çıkıyor. Kıta geleceğini, açıkça faşizan bir eğimde olan ABD'nin koruması altında olmaktan başka bir şekilde düşünmek zorunda olduğunu hissediyor.
Açıkçası Trump’la birlikte bir kopuş anı yaşanıyor.
On yedi Avrupa ülkesi Londra’da Ukrayna ve kıtanın güvenliği için iş birliği teması etrafında bu nedenle toplandılar. Bu toplantıyla Ukrayna konusunda ABD’den iyice ayrıştılar. Bu ülkeye yardımların devam etmesini, barış müzakerelerinde Kiev’in masada yer almasını ilke olarak benimsediler. Ukrayna’yı savunmak için bir gönüllüler koalisyonu kurulmasını kararlaştırdılar. Gelecekteki olası bir Rusya saldırısının engellenmesi toplantıdan çıkan sonuçlar arasındaydı.
Bu konuda sesi en yüksek çıkan Avrupa lideri olan Macron, birkaç gün önce, 5 Mart’ta yaptığı halka sesleniş konuşmasında, “tehdidin doğuya döndüğü” ve yeni bir dönemin başladığını söylüyordu. Bunlar hafife alınacak sözler değil. İlk sonucu hiç şüphe yok ki, silahlanma olacaktır. Avrupa ülkeleri ve Avrupa kendi güvenlik mimarisini yeniden yapmaya soyunacaktır.
Nitekim, Güven Özalp Brüksel’den şunları yazıyordu:
“Avrupa Birliği, savunma harcamalarını artırma kararı aldı.
Tüm üyelerin üzerinde anlaştığı kararlar gereği, AB'nin güvenliğinin artırılması ve vatandaşlarının korunmasını desteklemek amacıyla gerekli araçlar ve finansman unsurları seferber edilecek. AB liderleri, Avrupa'nın daha egemen, kendi savunmasında daha sorumlu, 360 derecelik bir yaklaşımla mevcut ve gelecekteki sınama ve tehditlere karşı özerk bir şekilde hareket etmek için daha donanımlı hale gelinmesi konusunda uzlaştılar…”
Dünya zora koşuyor…
Türkiye için yeni düzende yer alma ve fayda tartışmaları yapılsa da, şüphe yok ki, özgürlükçü değerler bakımından uzun süre canımız sıkılacaktır.