İşte Ahmet Taşgetiren'in "KHK'lar faciadır" ama... başlıklı yazısı:
FETÖ ile mücadelede sap ile samanın birbirine karıştığını herkes bilir.
At izinin it izine karıştığını da…
Kurunun yanında yaşın yandığını da herkes bilir. (Bunlar kimi zaman Cumhurbaşkanı’nın dilinden yansımıştır kamuoyuna kimi zaman Başbakanların…)
Ne demek bunlar?
15 Temmuz’un hay huyu içinde “vur deyince öldürmeler olabilir” demek değil mi? Hatta tepeden söylenince bu “Aman dikkat edelim, insanlar mağdur edilmesin” demek değil mi?
Şimdi aradan üç yıl geçti, üç yıllık birikim söz konusu. Mağduriyet varsa, bu da üç yıl süreyle abanmış insanların üstüne.
Mağduriyet, üzerine yığıldığı insan için facia demekse, ortada bir “KHK faciası” var demektir.
Bülent Arınç çıkıp seslendirmese facia ortadan kalkıyor mu? Facia büyüyüp ona yol açanları gönüllerden silecek hale gelse daha mı iyi? KHK’ların altında Cumhurbaşkanı’nın imzası var diye, Arınç’la Cumhurbaşkanı’nı karşı karşıya getirip husumet üretmeye kalkışmak husumetten rant üretme hesabından, daha açıkçası husumet tacirliğinden başka bir şey midir?
Bu konudaki itirazları değerlendirmek üzere kurulan OHAL Komisyonu’na 126 bin 200 başvuru olmuş, kurum bunlardan 93 bin 100 dosyayı karara bağlamış, ve 8 bin 320 kamu görevlisinin itirazını haklı bulmuş. Yani onlara “Siz haksız yere görevden alındınız” demiş.
Demek ki en azından 8 bin 320 kişi için “KHK facia olmuş!” Yanlış mı? Bir tek kişi için bile “KHK facia olsa” önemli değil mi? 8 bin 320 kişi kaç yıl böyle bir işkenceyi yaşamış oluyor? Evine ekmek götüremiyor, terör örgütü ile iltisaklılık muamelesi görüyor?
Hani Dicle kenarında bir kuzuyu kurt kapınca Adl-i İlahi Ömer’den sorardı onu. Kanun hükmündeki Kararname’nin altındaki imza Cumhurbaşkanına ait olunca adalet aramaya gerek bulunmuyor mu?
Kaldı ki, OHAL komisyonunun elindeki kriterlere de bakmak lazım. Kaç karineyi FETÖ irtibatı için yeterli sayıyor Komisyon?
Kaldı ki, Komisyon’un “Göreve dönebilir” kararı verdiği kişilerin göreve dönememeleri diye bir facia daha var.
Niye?
“Devlet sadakatten emin olmadığı kişiyi çalıştırmak zorunda değilmiş!”
Elimizde “sadakat ölçer” aletler var zahir.
Benzeri kıstası, yargıda “Delil yetersizliği”nden beraat etmiş kişiler hakkında da kullanıyor mevcut idare. “Beraat etmiş ama bir şekilde iltisakı var. Ona güvenecek miyiz?”
Ah şu iltisak unsuru!
Yaşadığımız zamanların ceza hukuku garibesi.
“Sübliminal mesaj”ın ömür boyu hapis cezası için gerekçe olarak kullanıldığı bir süreçte “iltisak” haydi haydiye delile dönüşür değil mi?
İltisak ne Allah aşkına?
Memlekette bir adam kendini “Devlet” yerine koyup bir adamı yargılama hakkını kullanıyor ve ona “sende iltisak görüyorum, sana güvenmiyorum” diyor. Subjektivizmin, yani kafaya göre adaletin dik alası.
Şu anda Türkiye’de KHK faciası da var, yargı faciası da var. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, bu faciayı ortadan kaldırabilmek için çare arıyor.
Ama öyle fırtınalı bir ortamdan geçiyoruz ki, en küçük insan hakları hatırlatmasında damgalamalarla karşı karşıya kalma riski sizi karşılıyor. Bakan’ın “Maklubeye kaşık sallayanlar” feryadı, FETÖ pazarında at koşturanların sergiledikleri fitne ile alakalı. Hem de iktidarın iltisaklı alanlarında…
Bu alanın bir pazara dönüştüğü aşikâr değil mi artık? Şamil Tayyar’ın “FETÖ borsası” çığlığı Arınç’ın “KHK faciası”ndan daha düşük profilli bir yargı sancısını mı ifade ediyor ki, Şamil Tayyar kalkıp “Arınç için FETÖ’yü desteklemekten dava açılması” çağrısında bulunabiliyor. Cumhurbaşkanı’nın avukatlarına ilişkin iddialar, şüyuu vukuundan beter ithamlar içermiyor mu, ki kimseden bir açıklama gelmiyor?
Ah şu iktidar çevresinde konuşlanan, hatta bir kısmı “muhafazakâr camia” içinde görünen medya dili. Adalet konusunda en çok onlar duyarlı olması gerekirken, adalet en çok oralarda ıskalanıyor. Muktedir bir dil ve herkesi yargılama hakkı. İstediklerini ipe gönderiyor, istediklerini ipten alıyorlar. Bildik, “medyada yargısız infaz” yaklaşımı. Dünün muktedirleri de yaptı bunu, bugünün muktedirleri de yapıyor.
Kim ne derse desin, KHK faciası da var, yargı sancısı da…
Bence doğru olan, Arınç’ın çığlığını uyarı gibi değerlendirip, insanların acılarına duyarsız kalmamak ve hadi anlayanlara söyliyeyim “Kul hakkı” ile ruz-i mahşere gitmemektir.