Tek başına bir ümmet: Ebu Zer el-Gıfârî

Furkan Haber olarak; mübarek Ramazan ayında her gün bir sahabinin hayatını sizlerle paylaşıp, örnek şahsiyetlerinden istifade etmenizi temenni ediyoruz.

Eklenme Tarihi: 14 May 2020
6 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Tek başına bir ümmet: Ebu Zer el-Gıfârî

Ebu Zer el- Gıfari radıyallahu anh’ın yaşantısı mücadeleyle başladı ve mücadeleyle son buldu.

Rasulullah’ın ifadesiyle yalnız yaşadı ve yalnız öldü…

Kimi zaman Hz. Ömer şecaatiyle öne çıktı, kimi zaman Hz. Osman’ın hilmiyle bir numune-i emsâl oldu… Ama o, her halûkarda Peygamberin ashabına yakışır bir duruşla hep en önde durdu. Hâlbuki o, kabilesinin en haşin ve sert adamı, haram aylarda dahi baskın yapmaktan, yağmacılıktan ve yol kesmekten çekinmeyen Gıfar kabilesinin bir mensubuydu.

Bir gün sahraya koyun otlatmak için çıkmış ve putperestlik inancı gereğince putunu da yanına almıştı. def-i hacet için putu yere koyarak ondan uzaklaşmış ve döndüğünde karşılaştığı sahne onu çok şaşırtmıştı! Bir tilkinin putu pislettiğini ve putunun da onun karşısında sessiz kaldığını görünce, kalbinin nurunu örten perde kalkmış ve şöyle söylemişti kendi kendine: “Bu nasıl bir ilahtır! Sahradaki bir tilkiden kendisini koruyamayan, beni nasıl koruyacak?”

Bu olaydan sonra puta tapmayı bırakarak, bir olan Allah’a iman etti. Bundan böyle yerin ve göğün sahibini, yegâne hüküm koyucu olarak bildi. Ve rivayetlere göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i ziyaret etmeden üç yıl önce namaz kılmaya ve Rabbine henüz kıblesini dahi bilmediği bir yöne dönerek ibadet etmeye başladı… Hatta bir gün ona: “Namaz kıldığında hangi kıbleye yöneliyordun?” diye sorduklarında: “Allah’ın yönelttiği yere doğru namaz kılıyordum” diyerek cevap verdi.1

Ebu Zer Gıfari’nin temiz fıtratlı oluşu, onu tevhide kavuşturdu ve putları terk etmesine neden oldu. Bundan sonra ise gerçek dini bulma çabasında olarak kendisini Allah’a daha çok yaklaştıracak, manevî ve ruhî tekâmüle eriştirecek bir hakikati aramaya koyuldu.

Ebu Zer radıyallahu anh, bu araştırma sırasında Mekke’de Efendimiz’in peygamberliğini duymuş ama tam olarak bu habere itimat etmemişti. Daha fazla bilgi alabilmek için kardeşini Mekke’ye yolladı. Fakat kardeşinin de getirdiği haberlerle mutmain olamayınca, bizzat kendisi Mekke’ye doğru yol almış ve bu şekilde imana giden yolda adım adım Peygamberimize yaklaşmıştır.

Şimdi, Gıfar kabilesinin en haşin olanı; en iyi yol keseni, vahyin indiği topraklardadır… Peygamberimizi arar gözleri, fakat kimseden en ufak bir yardım almadan… Ancak gördü ki Peygamber ile görüşmek kolay değil. Bir taraftan onu tanımıyor, evini bilmiyor, diğer taraftan da orada baskı söz konusu olduğu için kendisini izhar edemiyordu. Kalacak yeri olmadığından Kâbe’de kalmayı uygun gördü. Hz. Ali’nin bakışları ise gün boyu birini arar gibi etrafa bakan bu yabancıya odaklandı. Yanına yaklaştı ve ona: “Sen hangi kabiledensin?” diye sordu. O: “Gıfar kabilesindenim” diye cevap verince Hz. Ali radıyallahu anh, şefkat ve merhamet dolu bir yakınlıkla onu evine davet etti. Ebu Zer Gıfari, Hz. Ali’nin radıyallahu anh’ın davetini kabul ederek geceyi orada geçirdi, ama niçin geldiğini, kimi aradığını asla ona söylemedi. Hz. Ali de bir şey sormadı.

Ebu Zer radıyallahu anh, ertesi gün de Peygamberimizi aradı ama yine hiçbir netice alamadı. Akşam tekrar Kâbe’ye dönüp geceyi orada geçirmek istedi. Yine Hz. Ali, ona yaklaştı ve bu defa şöyle dedi: “Ey yabancı! Kendi evinin yolunu tanımanın zamanı gelmedi mi daha?” Hz. Ali’nin samimi daveti üzerine bir gece daha onun evinde yattı. Yine ne Hz. Ali radıyallahu anh ona bir şey sordu, ne de o, kendi kalbindeki sözü açtı. Ancak evi terk ederken Hz. Ali’ye dönerek şöyle dedi: “Başkasına söylemeyeceğine söz verirsen sana bir şey söylemek istiyorum.” Hz. Ali radıyallahu anh, söz verdi. Ebu Zer, Mekke’ye gelme hedefinin ne olduğunu açıkladı. Hz. Ali radıyallahu anh ise: “Ben seni yarın Hz. Peygamber’in olduğu yere götürürüm” diyerek ona yardım edeceğini bildirdi.

Böylece Ebu Zer radıyallahu anh, Peygamberimizi görme şerefine nail olarak iman edenlerin ilki olmakla üstün bir dereceye ulaştı.2

Rasulullah’ın huzurunda iman eden Ebu Zer radıyallahu anh’ın içi içine sığmıyor ve sanki dünyaya meydan okuyacak bir güce sahip oluyordu. Duyduğu hakikati kâinata haykırmak, her önüne gelene anlatmak istiyordu. Peygamberimiz, henüz gizli davet dönemi olduğundan dolayı ona tedbirli olması tavsiyesinde bulunarak; “Ey Ebu Zer! Bu işi şimdilik gizli tut. Memleketine dön. Bizim ortaya çıktığımızı haber aldığında döner, gelirsin.” buyurduysa da Ebu Zer radıyallahu anh; “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben bu hakikati müşriklerin ortasında haykırmadan yurduma dönmem!” dedi.

Kâbe’de Kureyş müşriklerinin toplu bulunduğu yere vardı ve: “Ey Kureyş topluluğu! Beni dinleyin. Biliniz ki; ben Ebu Zer, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Rasulü olduğuna kesin olarak şehadet ediyorum ve sizi de bu dine davet ediyorum” dedi. Bu meydan okuyuşu duyan azgın müşrikler, ellerine geçirdikleri taş ve sopalarla Ebu Zer radıyallahu anh’ın üzerine saldırdılar. Ebu Zer’i adeta kandan heykel haline dönüştürdüler…3 Ancak yılmadı yiğit sahabi ve üç gün üst üste aynı yerde aynı hakikati gürleyerek söyledi kâfirin yüzüne… Çünkü iman güç ve kuvvettir. Yeryüzünde Allah’ın hâkimiyeti için mesuliyet duygusunu hissettiren en güçlü muharriktir. Böyle bir güçle Peygamberimizin eğitiminden geçen ve hakiki imana ulaşan her sahabi, imandan sonraki hayatında bir inkılâp gerçekleştirmiştir. Önce kendileri değişmiş, akabinde ise toplumlarını ilahî mesaja davet ederek değişimlerine vesile olmuşlardır.4

Gıfar Kabilesinin Müslüman Oluşu

Rasulullah’ın mücadeleci ve kıyamcı ruhlu bu yeni öğrencisi, Allah Rasulü’nün emriyle kavminin yanına giderek onları İslam’a davet etti. İlk iman edenler kardeşi ve annesi idi. Daha sonra da kabilesinin yarısı müslüman oldu. Rasulullah’ın Medine’ye hicretinden sonra da geri kalan yarısı müslüman oldu. Eslem kabilesi de onlara bakarak müslüman oldu ve Ebu Zer radıyallahu anh, bu şekilde Gıfar ve Eslem kabilelerinin hidayetlerine vesile oldu.

Ebu Zer Gıfari’den Daha Doğru Konuşan Yoktur!

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den, Ebu Zer’in şahsiyeti ve büyüklüğü hakkında çeşitli rivayetler mevcuttur. Ama doğru sözlü olması ve dürüstlüğü hakkında buyurduğu söz hepsinden daha açık ve çarpıcıdır. Rasulullah Ebu Zer radıyallahu anh hakkında şöyle buyurmuştur: “Göğün altında ve yerin üzerinde Ebu Zer’den daha doğru konuşan bir kimse yoktur.”5

Zühd ve Takvası

Ebu Zer radıyallahu anh, çok zahit birisiydi. Hiçbir zaman dünya ve onun güzellikleri onu etkilemedi ve onu doğru yoldan hiçbir şey saptırmadı. Onun zahitliği hakkında Rasulullah’ın şu sözü yeterlidir: “İsa bin Meryem’in zahitliğini görmek isteyen, Ebu Zer’in zahitliğine baksın.”6

“Yalnız yaşayıp yalnız ölecek ve tek başına diriltilecek” diye hakkında rivayet bulunan Ebu Zer radıyallahu anh’ın hayatı; korkusuzca hakkın sözcülüğünü yapan, Allah ve Rasulü’nü her şeyden çok seven ve bu sevgi uğruna her şeyinden vazgeçen, cahiliyenin karanlığından İslam’ın nuruyla aydınlanan bir ömrü gözler önüne serer. Hakka adanmış ömrü ile ne kadar çok şey anlatır bize… Rabbim Ashab-ı Güzin Efendilerimizden razı olsun ve bizleri de onların yolunun takipçisi eyleyerek birlikte haşreylesin… (Âmin)

1. Tabakât-ı İbn-i Sa’d, C.4, S.220

2. A.g.e. C.4, S.224-225

3. A.g.e. C.4, S.223

4. Buhârî, Menâkıb: 82

5. A.g.e., C.4, S.228

6. A.g.e., C.4, S.228;

Kaynak: Furkan Nesli Dergisi