Ekonomik kriz kaçınılmaz olarak ve hak edilmiş bir öncelikle gündemden hiç düşmüyor. Dalga dalga gelen, dalga boyu her defasında yükselen hayat pahalılığı büyük bir problemdir. Bununla birlikte, kur krizi, bütçe açıkları ve hazinenin artık hangi boyutta olduğunu bilemediğimiz türlü taahhütlerinin sisteme bindirdiği yük varken elbette gündem ekonomi olmak zorundadır. Geçen her gün sokaktaki vatandaşa ve henüz sokak görmemiş gelecek nesillere fatura çıkarırken ekonomiyi konuşmak zarurettir. Her saat, her yerde mevzu edilen bir problemden söz ediyoruz.
Bilindiği gibi ekonomide işlerin yolunda gitmemesi, -sadece- bir yönüyle yanlış ekonomi yönetiminin neticesidir. Yani, faizi enflasyonun sebebi sanmak, kıt kaynakları verimsiz alanlara harcamak, serbest piyasa ekonomisine müdahale etmek, döviz tabelasını iyi göstermek için sınırlı döviz rezervlerini yakmak, işler iyice kontrolden çıkınca da kur korumalı mevduat gibi Hazine’yi iyice köşeye sıkıştıran enstrümanlara mecbur kalmak… Böyle yönetirseniz ekonomi gayet tabii ki kötü olur, krize girer.
Ancak, ekonomideki kötü gidişin en az iktisadi kararlar kadar önemli bir sebebi demokrasi ve hukuk zemininin örselenmiş olmasıdır. Örselenme yeterli bir ifade değil; aslında daha da ilerisi... Temel hak ve özgürlükler büyük ölçüde gerilemiş durumda ve Türkiye’nin dahil olduğu bütün basın, hukuk ve şeffaflık istatistiklerinde gerileme durdurulamıyor. O kadar ki geri gidişi ölçmek için istatistiğe dahi ihtiyaç bulunmuyor. Mesela, sanatçı Aynur Doğan’ın Kürtçe şarkılar da söyleyeceği konserin iptal edilmesi, hem bir hak ihlali hem de demokratik açıdan bariz bir geri gidiş tablosudur. Doğal olarak birçok itiraz geldi ve halledilmiş, tarihe havale edilmiş ve yıllarca çok bedeller ödendikten sonra üstesinden gelinmiş bir konunun yeniden “yasak”la anılması tepkilere yol açtı. İktidar, bir zamanlar kendisi de ilerlediği yoldan geri dönme eğilim gösterirken toplumsal hassasiyet doğru yerde pozisyon aldı.
Gelecek Partisi Lideri Ahmet Davutoğlu’nun şu cümlesi ana dil esaslı tartışmaların, yasakların ve geri gidişlerin karşısında bir emniyet sübabı olarak görülmeli, kaydedilmeli:
“Anadilde konuşma, eğitim yapma insanlara verilen bir lütuf değil, Allah tarafından verilen bir haktır ve bu hak tartışma konusu yapılamaz.”
Kürt meselesini çözemedik… Bunca acıya ve o acılardan çıkan tecrübeye rağmen şu veya bu sebeple çözüme ulaşamadık. Elbette çok mesafe alındı, bunu küçümsemek mümkün değil ama bir yandan devletin Kürtçe yayın yapan televizyonu ve devlet eliyle basılan Kürtçe yayınlar varken, öte yandan bir sanatçının konserini yasaklamaya cesaret etmek kaygı veriyor. Bırakın, meselenin hiç olmazsa bu kısmı çözülmüş kalsın; yeniden tartışma başlamasın, dedirtiyor. Aşılmış bir konuyu yeniden mesele yapmayı akıl eden, bunun için fırsat kollayan kamu yöneticilerinin varlığı zaten fazlasıyla hassaslaşan demokrasiyi iyice kırılganlaştırıyor.
Hiç tartışılmaması, tartışmanın akla dahi gelmemesi gereken bir konunun kapağını açmak ülkenin ortak kazanımlarının kaybı hanesine girecek kadar büyük bir yanlıştır. Davutoğlu’nun doğru ifadeyle altını çizdiği “Lütuf değil, hak” prensibi bu açıdan değerlidir. Ana dil tartışma kaldırmaz, sınır kabul etmez ve azı çoğu olamaz. Nasıl olsa birçok temel hak ve özgürlükte türlü bahanelerle geri vitese takıldı diye fırsattan istifade Kürtçe konseri de araya sıkıştırmak kabul edilemez.
En nihayet devletin hak edileni teslim ettikten sonra geri dönüp bunun üzerinde tasarrufta bulunma yetkisine sahip olabileceği de varsayılamaz.