Tevhid en doğru yol, en gerçek dava, en esaslı gaye ve en yüce medeniyet temelidir. Tevhid kitaplarda yazılı kaldığı veya sadece beyinlerde fikir olarak yer ettiği sürece onunla gerçekleştirilmek istenen yüce hedeflere hiçbir zaman ulaşılamayacaktır. Böyle olursa batıl hakkın makamında hak etmediği halde oturacak ve tüm insanlığı kendi emelleri altında parmağında oynatacaktır. Bu durumun değişmesi ,Tevhid’i iyi anlamış, hayatını ona göre şekillendirmiş ve canlı birer tevhid örneği haline gelmiş bir neslin yetişmesiyle mümkündür.
Allah (c.c.) tarih boyunca yeryüzünde gerçekleştirmek istediği yüce hedefleri böyle nesillerin omuzlarına yüklemiştir. “Savaşan nice peygamberler geçti ki beraberlerinde birçok Rabbani bulunuyordu. Bununla beraber Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, zaafa düşmediler ve boyun eğmediler! Allah ise sabredenleri sever”1 ayetinde ifade edildiği gibi Allah’ın, zafer murat ettiği birçok peygamber, yanında Rabbani bir nesille mücadele etmiş ve en sonunda tarihin akışını Allah’ın istediği istikamette değiştirmişlerdir. Demek ki hakkı batılın üzerine kaldırıp atacak bir nesil gelmedikçe hakkın hak olması yeryüzüne hakim olması için tek başına yeterli gelmeyecek ve batıl zail olmayacaktır. İşte öncü nesil Tevhidi yaşamakla canlandırmış, hakkı tutup kaldırmış (gerek Rabbine bağlılığı, gerek ahlak ve metodu yönüyle) Rabbani bir nesil olarak ortaya çıkmıştır.
İnsanlık bu neslin örneğini en son Hz. Peygamber’in (s.a.s) yanında yer alan ashabında gördü. Onlar Hz. Peygamber’in kendilerini çağırdığı davanın önemini ve yüceliğini çok iyi anlamışlardı. Çünkü çağın cehaletinden ve çirkefliğinden bunalmışlar, yaşadıkları hayatın ve inançların ne kadar anlamsız olduğunu fark etmişlerdi. Çağrıldıkları, yıllardır özlemini çektikleri en yüce hakikat ve gerçek bir kurtuluştu. İslam’la insanlıklarını, özlerini bulacaklardı. Bu nedenle Hz. Peygamber kendilerini imana davet ettiğinde çok düşünmediler.
Tevhid’i ilk duyduklarında bile onu kalplerinin derinliklerinde hissettiler. Arayış içerisindeki yürekleri tevhidle cana geldi, suya kavuştu. Allah’a, O’nun davasına, Rasülüne ve tevhid’e âşık oldular. Bu öyle bir aşktı ki, bundan gayrı Leyla tanımadılar. Analarını ve babalarını Rasul’ün yolunda feda ettiler. Malı, mülkü, makamı, hepsini davaları uğruna ellerinin tersiyle ittiler. Sadece putları değil, putlarla birlikte kalplerinde Allah’dan başka putlaştırdıkları ne varsa hepsini terk ettiler. Her şeyi geride bırakıp kendilerini neyin karşılayacağını bilmeden hicret ettiler. Allah Rasulü ne derse anında itaat ettiler. Rablerine gönülden boyun eğerek uzun kıyam ve secdelerle ibadet ettiler. Kur’an okumayı sevdiler ve onu savaşta ve rahat günlerde, seferde ve hazarda ellerinden düşürmediler. Allah Rasulü’nün emrini yerine getirmemek şöyle dursun, O (s.a.s.) üzülmesin diye canlarını feda etmeyi göze aldılar. Kopmaz bağlarla öncelikle Rablerine, sonra Rasullerine, sonra da birbirlerine kenetlendiler. Bu uğurda canlarından çoktan vazgeçip, her an dava yolunda ölmek için nefes saydılar.
Her konuda kardeşlerini kendi nefislerinden evla gören bu nesil “Kardeşim ölmesin, ben öleyim” diye savaşta hep ön safa geçmeyi yeğlediler. Her biri her konuda örnek olduğu gibi, özelde de bazıları üstün vasıflarıyla öne çıktı. Hepsi sadıktı ama Ebu Bekir(r.a) bir başka… Hepsi cesurdu, yiğitti ama Ömer(r.a) bir başka… Fedakâr ve çilekeş olmak hepsinin vasfıydı ama Ali (r.a.), ama Mus’ab bir başka… Her biri Allah yolunda neyi varsa ortaya koymuştu. Gerek iman, gerek ibadet, gerek ahlak ve cihadda insan için ulaşılabilecek en üst makama ulaştılar, yıldız oldular.Ve Rabbimiz onları şöyle vasfetti; “Muhammed Allah’ın Resulüdür. Ve O’nun beraberinde bulunanlar kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler, onları çok ruku eden kimseler ve çokça secde eden kimseler olarak görürsün; Allah’tan bir lütuf ve Rıdvan (sadece O’nun rızasını )isterler. Secde eserlerinden olan alametleri yüzlerindedir…”2 En sonunda istedikleri rızayı elde ederek “Allah onlardan razı onlarda Rablerinden razı olarak” ebedi saadete kavuştular. Ne sahabe neslinin yaşadıkları bir masaldır ve ne de sahabe bu masalın kahramanıdır.
Sahabe nesline “bir varmış, bir yokmuş, bir Ömer varmış, bir de Ali …” der gibi masal gözüyle bakanlar ya da masal anlatır gibi sahabeyi anlatıp sadece anlatmakla yetinenler hiçbir zaman sahabenin erdiği o yüce ruha eremeyeceklerdir. Hiçbir zaman sahabe gibi yaşamayı düşünmeyenler ve sahabe gibi çile çekmeye razı olmayanlar sahabeyi de, bu çağın sahabesinin hangi vasıflara sahip olması gerektiğini de anlayamazlar. Çağı değiştirmeye niyetleri olmayanlar sahabeyi tarihe hapsederler. Hâlbuki çağı değiştirmek isteyenler sahabeyi her konuda örnek almak zorundadır. Sahabenin yaşadıklarından etkilenip, duygulanan hatta ağlayan niceleri vardır ki ne kendilerinin ne de evlatlarının sahabe gibi yaşamasını istemezler. Bırakmazlar ki evlatları çağın Ömer’i, Ali’si olmakla şereflensin. Bilinmelidir ki sahabe masal değil destan yazdı, sahabe masal kahramanı değil, tarihin silemeyeceği ve unutamayacağı isimlerini her çağda andıran ve yaşatan ölmez birer kahramandır. Onlar atalarına Peygamber gönderilmemiş insanların yaşadıkları cahiliye çağının sona ermesini, yepyeni ışıl-ışıl bir çağın başlamasını ve zulmün sona erip yeryüzünde Allah’ın dediğinin olmasını sağlamış her konuda öncü ve örnek bir nesildir.
Bugün bir cehennemin kenarında bulunan insanlık ve ümmetin ihtiyacı yeniden sahabe nesli gibi bir öncü neslin çıkmasını gerekli kılmaktadır. Bu neslin en belirgin özelliği Kurani eğitimden geçerek Tevhidin ruhuna ermiş bir nesil olmasıdır. Bu nesil yolun başında öncelikle Kuranı ve kâinat kitabını okuyarak Rabbini tanımış, ,sevmiş ve bu şekilde hakiki imana ulaşmıştır. Bu imanla birlikte erdiği Tevhid şuuruyla tüm batıl sistem ve ideolojilerin karşısında yer almış ve adları ne olursa olsun hepsini reddetmiştir. Bütün yön ve şekilleriyle batılın karşısında yer almakta ve onun medeniyet adı altında tüm dünyaya yutturduğu medeniyetsizliğe karşı kendine hayran ve hatta kurban olduğu İslam medeniyetini savunmaktadır. İki medeniyetin karıştırılmasının hak ile batılın karıştırılması olduğunu bilerek, buna karşı Furkan olarak karşı çıkmaktadır. Aziz bir medeniyetin mensubu olarak rezil bir medeniyetin peşinde gitmekten ar duyar.
İslam medeniyetinin yaratıcıya dayanan sağlam temellerini bırakıp batı medeniyetinin uydurma ve asılsız dayanaklarına istinad etmez. “Yüce bir ahlaka sahipsin” iltifatına mazhar olmuş yüce Peygamberi nasıl bu güzel ahlakını en baştan itibaren kâfire itaat etmeyerek gösterdiyse, o da aynı şekilde Tevhidi ahlakın gereği olarak kâfire karşı dimdik durur. Üstünlüğün takvada olduğunu bilir maddenin ve gücün önünde eğilmez. Bu yönleriyle öncü nesil hakiki imana ermiş bir mü’min ve muvahhiddir. İşte böyle bir nesil bu çağın ihtiyacıdır. Öncü neslin önünde bir taraftan doğusuyla batısıyla hidayete muhtaç bir insanlık, diğer taraftan ümmet olma vazifesini yerine getiremeyen ve ağır acılar altında yarasının sarılmasını bekleyen ümmet-i Muhammed var. Darmadağın edilmiş, parça parça bölünmüş, izzet, şeref ve onurunu yitirmiş… Kalbi durdu duracak can çekişen bir ümmet… Yeryüzünün neresinde olursa olsun her insan öncü nesille karşılaşacağı ana muhtaç. İşte öncü nesil insanların cahiliye çağına girmiş olduğu böyle bir çağda insanlığa yol göstermek üzere ayağa kalkmış bir nesildir. Ümmetin hatta insanlığın kalbidir. Ümmet onunla can bulacak, damarlarına onunla kan pompalanacak, onunla dirilip ayağa kalkacaktır. Çağın buzullaşmış toprağı onunla bahara erecektir. Sahabe nesline masal gözüyle bakanlar, öncü neslin yetişmesine de hayal gözüyle bakabilirler. Böyleleri öncü neslin yetişmesi için hangi çaba, gayret ve fedakârlığı göstermişler de bunun olmayacağını anlamışlar? Zeki ve başarılı çocuklarını İslam’a adadılar mı? Hangi gün neslin kurtuluşu için rahatlarını bozdular? İslam davası için hiçbir şey yapmayıp hiçbir zahmete katlanmayanlar, en azından gölge etmemeli, moral bozmamalıdırlar.
Öncü nesil bir hayal değildir. Bu nesil bir gün gelecek geniş yüreğiyle kuşattığı tüm dünyayı İslam’ın zaferine ulaştıracaktır. Yarınlar öncü neslindir. Ah öncü nesil! Seni yetiştiren ne şerefli hocadır, sana evladını veren ne bahtiyar anadır… Allah(c.c.)sana dosttur, yardır. Senin için Allah Rasulü, ashab ve tüm salihler arkadaştır. Sana dağlar-taşlar, gökteki kuşlar destektir. Çağlara umuttur gelişin, mazlumlara candır. Senin varlığın ümmete heyecandır. Davan ab-ı hayat olup diriltecek insanlığı. Üzülme! Dünyada zafer, ahirette saadet sana Rabbinden armağandır. Ah öncü nesil! Kelimeler kifayetsiz. Yolunu hasretle beklemekteyiz.
Kaynak: Furkan Nesli