Türkiye'de çıplak arama var mı? Av. Mehmet Ali Başaran'dan açıklama

HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun gündeme getirdiği çıplak arama iddiası hakkında Mehmet Ali Başaran da konuştu.

Eklenme Tarihi: 25 Ara 2020
6 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Türkiye'de çıplak arama var mı?  Av. Mehmet Ali Başaran'dan açıklama

Çıplak arama tartışmaları kısa sürede Türkiye gündemine oturmuş, Gergerlioğlu'nun iddialarını yalanlayan Zengin, Türkiye'de çıplak arama yok" demişti. Söz konusu iddia hakkındaki görüşleri merak edilen Alparslan Kuytul Hoca da Zengin'in yalanlamasını doğru bulmadığını belirtmiş, ülkemizde keyfi muamelelerin olabildiğini hatırlatarak asıl yakışanın bu olayı soruşmak olduğunu söylemişti. Son olarak Av. Mehmet Ali Başaran da Özlem Zengin'in yalanlamalarına tepki göstererek "Cezaevleri ile bir şekilde temas etmiş milyon insanın bildiği, üstelik 20 yıldır uygulanan bir yöntemi, “çıplak arama” rezaletini, ya bilmiyor ya da bize, 80 milyon insana, yalan konuşuyor. Yalan konuşmuyorsa, demek oluyor ki bu konudaki cehaletini büyük bir özgüvenle ortaya koyuyor." Dedi. Av. Başaran'ın konu ile ilgili açıklamasının tamamı:

Yalanın Siyaseti adlı kitabında Yalın Alpay, yakın tarihten ve dahi güncel siyasi figürlerden bol bol örnekler vererek yalanın meşrulaştırılmasını, hakikatin önemsizleştirilmesini (post-truth) ve hileli akıl yürütme (safsata) tekniklerini anlatıyor.

Artık nesnel veriler kullanmaya gerek duymadan, sadece duygulara ve önyargılara hitap ederek, yalanları hakikatmiş gibi yutturuyorlar kitlelere. Hakikatle yüzleşmek, insanı özeleştiriye ve değişime zorlar. Öte yandan, önyargılara yaslanmak, engin bir kafa konforu sağlar.

İçten içe, “boş ver, takma kafana, rahatına bak” demek, işin kolayına kaçmak, yaygın bir davranış şeklidir. İnsan hazzı, kendini iyi hissetmeyi önceler. Zaten herkesler de çok meşgul. Şairin dediği gibi; kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya!

Biz yine de yaşamayı ağırdan alalım ve ince şeylere, durup, şöyle bir bakalım.

Bir haftadır tartışılan bir konu var Türkiye’de: Çıplak Arama. Yazıya başlarken andığım kitabın önemini ortaya koyan örnek bir olay bu. Dilerseniz, birlikte inceleyelim. Türkiye’de çıplak arama var mı yok mu, kararı siz verin.

HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu‘nun ‘Uşak’ta gözaltına alınan 30 üniversite öğrencisi kadının çıplak aramaya maruz bırakıldığını açıklaması üzerine Ak Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin‘den bir cevap geldi: “Ben Türkiye’de çıplak arama olduğuna asla inanmıyorum, yok böyle bir şey”. Bu cevaptan önce, iddiayı ortaya atan kişi için “bu kadar Meclis’i terörize eden bir milletvekili görmedim” dedi. O arada şu cümleyi de kurdu: “Kendisinin geldiği bir yer var. Orayı siz artık bağlarsınız, nereden geldiğini.” Hemen ardından da “böyle” insanlar tarafından “böyle” şeylerin dile getirilmesini kastederek, “bunu çok net söyleyeceğim, bu bir FETÖ yöntemidir.” dedi.

Özlem Zengin, hakikatin önemsizleştirildiği, yalanın meşrulaştırıldığı ve her türlü hileli akıl yürütme tekniğinin kullanıldığı, bataklığı andıran Türkiye siyaset arenasında “kuralına göre” oynamış ve piyasanın ucuz numaralarından bir kaçına birden dört elle sarılmış görünüyor.

Cezaevleri ile bir şekilde temas etmiş milyon insanın bildiği, üstelik 20 yıldır uygulanan bir yöntemi, “çıplak arama” rezaletini, ya bilmiyor ya da bize, 80 milyon insana, yalan konuşuyor. Yalan konuşmuyorsa, demek oluyor ki bu konudaki cehaletini büyük bir özgüvenle ortaya koyuyor.

Milletvekili olan, Meclis’te ve kameralar önünde her vesileyle insan hakları ihlallerini duyuran bir insanın ortaya attığı iddiayı araştırmak yerine, ne yapıyor Özlem Hanım?

Rakip gördüğü kişiyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. HDP’nin terörle arasına yeterli mesafeyi koyamamasından (bir doğrudan) yola çıkarak her HDP’linin terörist olduğu yönünde hileli bir çıkarım yapıyor. Kitleleri öyle düşünmeye yönlendiriyor. Hakkın yanında batıl zail olmaya mahkum. Bunu bildiğinden veya hissettiğinden, eşeği sağlam kazığa bağlamak ihtiyacı içine girmiş. PKK’lı çamurundan yeterli iz kalmazsa diye FETÖ’cü olduğu algısından çamur tedarik etme yoluna başvurmuş.

Özlem Hanım, gerçeği araştıracağı yerde çamurla sıvamaya, muhatabını iki terör örgütüne birden yamamaya çalışıyor. Kusura bakmasın ama ortaya koyduğu performansı özetleyecek kelimeler şunlar: Hile, Cehalet, Yalan ve İftira.

Gergerlioğlu’nun terörle ilişkisi olmadığını bal gibi de biliyor. Gerçek umurunda değil veya basbayağı kandırılmış. “İnanmıyorum” diyor, “biliyorum” demiyor, diyemiyor. Önyargılara, algılara, duygulara oynuyor. Hakikat? Hakikat kimin umrunda ki!

Gelelim, Türkiye cezaevlerindeki “çıplak arama” geleneğine. Bir avukat olarak 8 yıldır Türkiye’nin değişik bölgelerinde cezaevlerine gittiğimi, ziyaretlerin ardından izlenimlerimi yazdığımı bilenler bilir. Pek çok cezaevinde mahkumlardan çıplak arama hikayelerini dinlemişliğimiz vardır.

Şurası kesin ki mahkumların/tutukluların çıplak olarak aranması güvenlikten ziyade onur kırmak, aşağılamak amacıyla, bir psikolojik işkence metodu olarak uygulanıyor. Üstelik bu yeni de değil. F Tipi Cezaevi sisteminin başladığı 2000 yılından bu yana sistematik biçimde uygulanıyor.

Kaldı ki bunun yönetmelikte de yeri var. Avukat Kaya Kartal bir hafta önce twitter hesabında paylaşmıştı. 2006 Tarihli İnfaz Tüzüğü’nün 46. Maddesi’nde açıkça düzenlenmiş. Çıplak arama, gerekli durumda ancak cezaevi tabibi eşliğinde gerçekleştirilir lakin bu kurala da genel olarak uyulmuyor.

Cezaevleri denetime kapalı alanlardır, hele ki Türkiye gibi Hukuk’un içselleştirilmediği, keyfiyetin galebe çaldığı ülkelerde sayısız hak ihlali olur fakat hak arama yolları ya kapalı ya çok çetrefilli ve risklidir! Hak arayayım derken daha çok haksızlığa maruz kalma riskinden bahsediyorum.

Önceki gün F Tipi Cezaevinde örgüt üyeliğinden 20 yıldan fazladır yatmakta olan bir mahkumla görüştüm. Kendisine şahsi çıplak arama tecrübesini sordum. 2017 yılında yaşanan bir dizi olayı anlattı. İbretlik bir örnek bu.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ’cüleri F Tipi cezaevlerine yerleştirmek için, apar topar, bir yargı kıyımına girişilmişti, malum olduğu üzere. Kurunun yanında yaş yanıyor değildi, hayır. Bu kadar masum değildi. Yaşın yanında kuru kuru iftiralarla, delilsiz, mesnetsiz biçimde, “tabanı ibadet” mensubu vatandaşlar, biner biner hapislere doldurulacaktı. Ne var ki F Tipi Cezaevleri tıka basa doluydu. Ülke “vatan haini”nden, “terörist”ten geçilmiyordu ki!

F Tipi Cezaevlerindeki eski mahkumları T Tipi Cezaevlerine sürmeye başlamışlar.

F Tipi Cezaevleri “yüksek güvenlikli” olması ile ünlüdür. İçerisi kameralarla 24 saat izlenir. Yönetim, istediği zaman koğuşları basar ve arama yapar. İçeriye alınan eşyalar da insanlar da çok titiz bir aramadan geçirilir.

Mahkumlar odalarından alınırken, gardiyanlar üst araması yapmışlar. Çıkış yerine gelindiğinde eşyalar da insanlar da X-Ray cihazından geçirilmiş, dedektörle aranmış. İlave alarak, elle ince arama da yapılmış.

Bu aşamadan sonra mahkumlar askerlere teslim edilmiş. Mahkumların ayakkabıları çıkartılıp incelenmiş. Ardından, ellerine kelepçe takılmış ve cezaevi (ring) aracına konulmuşlar. Ring aracında hücre biçimde odalar var. Elleri kelepçeli olarak konuldukları hücrelerin kapısı da kilitleniyor ayrıca. Bu halde 7 saatlik bir yolcuktan sonra sürgün edildikleri cezaevine varmışlar. Yeni cezaevinde gardiyanlara elleri kelepçeli olarak teslim edilmişler.

Girişte, küçük bir odaya alınmışlar. Kendilerine, “soyunun” denilmiş. Görüştüğüm mahkum, direnmenin dayaktan başka bir sonuç vermeyeceğini tecrübe ettiği için şöylece itiraz etmiş: “Yönetmeliğe göre çıplak arama ancak doktor nezaretinde yapılabilir.”

Sen misin böyle diyen, der demez, bir “güzel” dövmüşler onu. Bir yandan dövüyor ve ana avrat sövüyor, bir yandan da soyuyorlarmış.

Bu insanlık dışı muameleye karşı çıkanlara dayağın yanı sıra, “görevli memura mukavemet” ettikleri gerekçesiyle disiplin cezası da veriyorlar! Göz yaşartıcı bir adalet!

Bu “sıradan” hikayede, çıplak aramaya “güvenlik” dolayısıyla ihtiyaç duyulmadığı aşikar. Amacın, onur kırmak, aşağılamak, “devletin gücünü” göstermek olduğu net. Bunun adı işkence. OHAL döneminde bu ve benzeri işkenceler, hak ihlalleri cezaevlerinde zirve noktasına ulaşmıştı.

O dönem, kocası terörle ilişkili görülüp gözaltına alınan bir kadın bana hikayesini anlatmıştı, gözü yaşlı. Kocasını ormana götürmüş polisler gece vakti ve kafasına silah dayamışlardı. Büyük bir korku vardı, bunu bana adeta fısıldamıştı, çaresiz.

Karlı bir sabah oğlumuzu Bakırköy Devlet Hastanesi Çocuk Acil’e götürmüştük eşimle. Sıra beklerken, askerlerin kolunda içeri giren bir kadın görmüştüm. Karnı burnundaydı. Hamileliğini cezaevinde değil elektronik kelepçe eşliğinde evde geçirse, bebeğini evinde baksa, büyütse olmazdı! Ülke güvenliği tehlike altında kalırdı. Zira kendisi bir “abla” idi muhtemelen. Gazete dağıtmış, bir bankaya para filan yatırmıştı!

O dönem, cezaevlerindeki avukat görüşme odalarına kamera konulmuş, vekil müvekkil ilişkisi ve savunma hakkı budanmıştı. Ses ve görüntü kaydı alınması yetmezmiş gibi görüşme esnasında, odada bir gardiyan da hazır bulundurulurdu. Bu, akıllara durgunluk veren zulüm daha dün gerçekleşti bu ülkede.

Ülkeyi 20 yıldır yöneten partinin sözcüsü böyle şeylere inanmaz ama ben yine de anlatmak istedim. Olur ya, belki yalanlarla değil gerçeklerle işi olur, muktedirlere değil mazlumlara, ötekileştirilenlere kulak verir. O vakit, muhalefet konumuna “düşmüş” de olsa, ıskartaya ayrılmış da olsa, biz buradayız, bekleriz.