Uluslararası Hukuk ABD Tehdidi Altında

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’ın, ABD’nin politikalarına karşı çıkan ve ABD’ye hesap sormak isteyen uluslararası kurumlara karşı takındığı tutumun son kurbanı Uluslararası Ceza Mahkemesi oldu.

Eklenme Tarihi: 04 Eki 2018
6 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Uluslararası Hukuk ABD Tehdidi Altında

Soykırım, insanlığa karşı suç, savaş suçu ve saldırı suçlarına ilişkin yargı yetkisine sahip olan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), üye ülke topraklarında bu suçların kapsamına giren olaylara ilişkin re’sen soruşturma başlatabildiği gibi, üye ülke veya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından tevdi edilen olaylar için de soruşturma başlatabiliyor.

Kural olarak UCM sadece taraf ülkelerin topraklarında işlenen suçları ve taraf ülke vatandaşlarının herhangi bir yerde işlediği uluslararası suçları yargılayabiliyor. UCM’nin kurucu anlaşması olan 1998 tarihli Roma Statüsü’ne taraf olmadığı için mahkeme, ABD vatandaşlarının işlediği suçlara ilişkin yargı yetkisi kurmakta güçlük çekiyor. Ancak Mahkeme, yargı yetkisini tanıyan ülkelerin topraklarında işlenen suçların failleri mahkemeye taraf olmayan bir ülkenin vatandaşı olsa da, Statü’nün 13. maddesi gereğince yargılama yapabiliyor.

İşte bu madde sayesinde UCM Afganistan, Romanya, Polonya ve Litvanya gibi diğer üye ülke topraklarındaki CIA'nın gizli işkence merkezlerinde işlenen savaş suçlarını soruşturmak için, 2007 yılında başlattığı ön incelemeyi 2017 yılında tamamladı. Mahkemenin bu hamlesini hedef alan Trump yönetimi, ABD aleyhine alacakları bir karar karşısında UCM hakimlerini yaptırıma tâbi tutacağını açıkladı.

İşkence üsleri yıllarca gizli tutulmuş

Genelde CIA’nın toprakları dışındaki işkence üssü olarak yalnızca Guantanamo Bay hapishanesi bilinir. CIA’nın “Olağanüstü Gözaltı Programı” (Extraordinary Rendition Program) olarak ifade edilen sisteme dahil ettiği kişilere uyguladığı işkenceler uzun yıllar gizli tutsa da, bugün artık bu işkence merkezleri ve icra edilen faaliyetler daha fazla bilinir hale geldi.

Tarifi biraz zor olan bu işkence merkezleri herhalde en hızlı şekilde, Colonia Dignidad adlı filmde konu edilen kampa benzetilerek açıklanabilir. ABD, El-Kaide ile ilişkisi olduğunu düşündüğü kişileri, dünyanın herhangi bir yerinden ajanları marifetiyle kaçırarak yerini çok az kişinin bildiği, Avrupa, Kuzey Afrika, Asya ya da Ortadoğu’daki “olağanüstü gözaltı programı” uyguladığı işkence merkezlerine götürüyor.

Haklarında isnat edilen suça ilişkin bilgi verilmemesi bir yana, mağdurların avukata erişim hakkı, bağımsız ve tarafsız bir hakim önüne çıkma hakkı, susma hakkı, dosyasına erişim hakkı ve buna benzer en temel haklarının da ihlal edildiği biliniyor. Burada tuttuğu El-Kaide mensuplarına çeşitli işkenceler uygulayan CIA’nın tek “meşru” amacı ise örgüte ilişkin istihbarat elde etmek.

Mağdurların akıbetini bilen olmamış

Programa dahil edilen kişilerden bir kaçının hikayesi, bu programın anlaşılmasını daha kolay hale getiriyor. Örneğin, aslen Filistinli olan Ebu Zübeyde, 2002 Mart’ında CIA tarafından Pakistan’da kaçırılmış ve önce Tayland’daki “black sites” denilen gizli kampa, ardından bilinen en büyük gizli merkez olan Polonya’daki kampa götürülmüş. Ardından Litvanya, Fas ve Afganistan’daki gizli merkezlerde çeşitli işkencelere maruz kaldıktan sonra, son durağı olan Guantanamo’da hapsedilmiş.

Bir başka mağdur Mahir Arar ise Suriye ve Kanada vatandaşlığına sahip. New York’ta havaalanında tutuklandıktan sonra Ürdün ve Suriye’ye götürülmüş. Daha sonra Kanada yetkililerinin yanlışı nedeniyle El-Kaide ile ilişkilendirildiği ve dolayısıyla yanlışlıkla bu merkezlere alındığı anlaşılınca serbest bırakılmış.

Benzer şekilde, Almanya vatandaşı Halid el-Masri da 2003 yılında Makedon yetkililerce tutuklanmış. Makedonya’da işkence yapılarak sorgulandıktan sonra özel uçakla Afganistan’a götürülmüş. Ailesi Halid’den uzun süre haber alamayınca kendilerini terk ettiğini zannederek aramayı bırakmış. Fakat Halid’in bir isim hatası sonucu kaçırıldığı anlaşılmış ve Afganistan’dan Arnavutluk’a getirilerek burada Tiran’a yakın bir yerde serbest bırakılmış.

Mısır vatandaşı Ebu Ömer ise İtalya’da siyasi sığınmacı olarak ikamet ederken Milano’da CIA ajanları tarafından sokak ortasından kaçırılmış. Almanya üzerinden Mısır’a götürülüp burada işkenceye tâbi tutulmuş. Ebu Ömer’in eşinin şikayetiyle ortaya çıkan bu skandal neticesinde, CIA ajanlarının hürriyeti tahdit ve adam kaçırma suçundan yargılanmaları gerektiği gündeme gelmişti. Ancak ABD vatandaşlarının İtalyan mahkemelerinde yargılanmasını engelleyen ikili anlaşma nedeniyle, herhangi bir kovuşturma olmaksızın dosya kapanmıştı.

Etiyopya vatandaşı olan Binyam Muhammed de, Pakistan’da kaçırıldıktan sonra Fas, Afganistan ve kendisinin de bilmediği üçüncü bir işkence merkezinde 2 yıl boyunca işkenceye maruz kalmış ve sonra Guantanamo’ya götürülmüş. Bu programa kaç kişinin tâbi tutulduğu bilinmemekle birlikte, yaklaşık bin kişinin, çeşitli ülkelerde kurulan gizli işkence üslerinde olduğu tahmin ediliyor.

Uluslararası mekanizmalar geç de olsa devreye giriyor

İşkence merkezlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte, uluslararası hukukçular söz konusu insan hakları ihlallerinin sonlandırılması için UCM, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Birleşmiş Milletler (BM) nezdindeki çeşitli organlara başvurularda bulundular.

Ebu Zübeyde Polonya’daki merkezde gördüğü işkenceler için Polonya’da açtığı davayı AİHM’ye taşıdı. CIA’nın gizli işkence merkezlerini konu edinen Ebu Zübeyde-Litvanya davasına ilişkin 2017 yılında verdiği kararda AİHM Litvanya’yı sözleşmenin çeşitli maddelerini ihlalden ötürü mahkum etti. Mahkeme CIA’ya topraklarını açarak orada gerçekleşen suçlara Litvanya’nın ortak olduğunu ve bu sebeple Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3., 5., 6., 8. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğini belirtti.

Benzer şekilde, Romanya’daki işkence üssüyle ilgili El Naşiri davasına AİHM, kendi topraklarında CIA'nın gizli gözaltı merkezleri kurmasına izin vermesi sebebiyle, bu merkezde tutulanlara yönelik ihlallerden Romanya’nın da sorumlu tutulması gerektiğine hükmetti. Devletlerin bu merkezlerde gerçekleşen işkencelerden haber olmadıkları yönündeki savunmaları da mahkumiyetlerini engelleyemedi.

AİHM’nin bu kararları, bundan sonra açılacak davalara emsal teşkil etmesi bakımından büyük önem taşıyor. Fakat ne yazık ki bu ihlallerin devam ettiği Guantanamo ve Avrupa dışındaki diğer işkence merkezleri AİHM'nin yargı yetkisi dışında bulunuyor. Bu sebeple AİHM’ye ulaşabilen dava sayısı çok kısıtlı.

UCM’deki Afganistan davasına dönecek olursak, dava Afgan güvenlik birimleri ve Taliban’ın işlediği uluslararası suçların yanı sıra, CIA’nın UCM’ye taraf ülkelerin topraklarında işlediği savaş suçlarını ve işkence suçlarını da içeriyor. Bu olayla bağlantılı olması sebebiyle mahkeme Romanya, Polonya ve Litvanya’daki suçları da kapsayacak bir ön inceleme başlattı. İncelenen suçlar arasında Statü’nün 8. maddesindeki işkence başta olmak üzere, insan onuruna aykırı ve kötü muamele, tecavüz ve diğer cinsel suçlar gibi savaş suçları bulunuyor.

ABD’nin UCM’yi hedef tahtasına oturtmasına neden olan bu dava ön inceleme aşamasının son safhasına gelmiş durumda. Savcılık 30 Ekim 2017’de ön incelemesini tamamladıktan sonra, soruşturmanın başlaması için mahkemeden talepte bulundu. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’ın açıklamaları ise mahkemenin soruşturma açılmasına yönelik kararını vermesinin hemen öncesine denk geldi. Soruşturmanın açılması durumunda, savcılık mahkemeden şahıslar düzeyinde yakalama emri çıkarmasını talep ederek, hakkında yakalama kararı bulunan kişileri tutuklayarak Lahey’e göndermelerini üye ülkelerden isteyebilecek.

Yaptırımlar mahkemenin görevini yapmasını zorlaştırır

ABD kendi vatandaşları ve diğer müttefik ülke vatandaşları aleyhine soruşturma açılması halinde, UCM hakimlerine ve diğer yetkililere yaptırım uygulayacağını bildirerek, uluslararası toplumun ABD’ye karşı son dönemde artan güvensizliğini haklı çıkaran bir açıklamada bulunmuş oldu.

Söz konusu yaptırımların uygulanması halinde UCM bir takım zorlukla karşı karşıya kalacak. Uygulanabilecek yaptırımlar arasında, mahkeme heyeti üyelerine yönelik, malvarlıklarının dondurulması, seyahat yasağı ve ABD’ye giriş engeli sayılabilir. Mahkeme savcısının BMGK’daki rutin bilgilendirme toplantıları ve UCM’ye üye ülkeler birliği başkanının BM Genel Kurulu’nda iştirak etmesi gereken toplantıların varlığı göz önünde bulundurulduğunda, ABD’nin mahkeme çalışanlarına uygulayacağı seyahat yasağı ve ülkeye giriş engeli, UCM’nin işleyişini zorlaştırmakla kalmayacak, bir takım fonksiyonlarını yerine getirmesine de engel olacak.

Hatırlanacağı üzere, ABD 1988’de de benzer şekilde, Yaser Arafat’ın New York’taki BM Genel Merkezi’nde yapacağı konuşmayı engellemek için vize vermemiş ve toplantı BM’nin Viyana’daki ofisinde gerçekleştirilmişti. UCM yetkililerinin başına gelecek benzer bir durum, şüphesiz BM’nin New York’tan taşınması tartışmalarını da tekrar gündeme getirecektir.

ABD Trump yönetimiyle birlikte, uluslararası hukuka riayet etmeme ve etkisi altına alamadığı uluslararası kurumların işleyişini engelleme hususundaki çabalarına hız verdi. İnsan haklarına aykırı göçmen yasaları, İsrail’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, İran ile yapılan nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilmesi ve son olarak UCM yetkililerini tehdit etmesi, uluslararası düzeninin temellerini sarsan politikaların sadece bazıları. Bu politikaların en ağır sonucunun ise Rusya, Çin, İsrail ve diğer bir çok ülkenin, ABD’nin kararlarını gerekçe göstererek uluslararası hukuku ihlal eden politikalar benimsemeye başlamaları olarak görülüyor.

UCM hakimlerinin Afganistan davasında nasıl bir karar vereceği merak konusu olsa da, uluslararası hukukun zor günlerden geçtiği ve önümüzde daha da zor günlerin olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Uluslararası toplumun düzeni koruma çabaları devam ederken ABD’nin bu düzeni bir kargaşaya çeviren hareketleri, uluslararası hukukta istikrarsız bir döneme doğru yol aldığımızın habercisi olarak görülebilir.