Furkan Nesli Dergisi 84. sayıda yer alan ‘Ümitsizliğe Kapılma Lüksümüz Yok’ başlıklı metin şöyle;
İslam dinini kendisine dava edinmiş bir dava adamı, karamsarlık ve ümitsizliğe düşmemeli. Herhangi bir olumsuzluk söz konusu olduğunda feryat figan etmemeli. Şikâyet etmemeli. “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz” buyruğu adeta ümitsizliği yasaklamıştır.
Kıssa: Adamın biri cehennemde bir sene kalır, ‘Ya Hennan Ya Mennan’ tesbihine devam eder. Allah, Cebrail’den o kulunu getirmesini ister. Kul getirilir. Allah ‘yerini nasıl buldun?’ diye sorar. Kul ‘yerlerin en kötüsü’ der. Allah ‘onu yerine götürün!’ der. Adam giderken geriye döner bakar, baka baka gider. Allah ‘nereye bakıyorsun?’ der. Adam ‘beni cehennemden çıkardıktan sonra bir daha oraya iade etmeyeceğini umuyordum’ der. Allah ‘bunu cennete götürün!’ der. Kulun ümidi, onun cennete gitmesine sebep olur.
Ümitsizliğe Düşen İflah Olmaz
Dava adamı, umutsuzluğu aklına bile getirmemeli. Çünkü umutsuzluk bataklığı, nice gayeleri, hayalleri yutar. Umutsuzluğa düşen iflah olmaz. Bu yüzden dava adamı, Akif gibi:
“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak,
Alçak bir ölüm varsa eminim, budur ancak”
demeli. Umutsuzluk, ölümden beterdir. Şikâyet, ruhi direnci, umudu eritir.
Hikâye: Bir gemi, okyanusta batıyor. Bir kişi sağ kurtulup ıssız bir adaya sığınıyor. Ağaç dallarından kendine bir kulübe yapıyor. Balık yiyerek günlerini geçiriyor. Allah’tan kendini kurtarması için dua ediyor. Bir gün su getirmeye gidiyor. Dönüşünde kulübesinin yandığını görüyor. İsyankârca ‘Allah’ım bunu bana nasıl yapabildin’ diye feryat ediyor. Ertesi sabah bir geminin adaya yaklaştığını görüyor. ‘burada olduğumu nasıl anladınız’ diye soruyor. ‘Dumanla verdiğiniz işaretten’ diyorlar. Kulübesinin yanmasının kendisi için bir kurtuluş olduğunu o zaman anlıyor.
Dava adamı karamsarlığa düşmemeli. Bulunduğu yerde umutsuzluk ifade eden konuşmalara fırsat vermemeli. Dava adamı şikâyet eden, isyan eden olmamalı. Yoksa etrafındaki insanları kısa zamanda dağıtır. Bilakis umut pompalamalı. Gidişatla ilgili çalışmayı teşvik edici, başarıyı nazara verici gelişmelere dikkat çekmeli. Yılgınlığa umutsuzluğa fırsat vermemeli. Bediüzzaman, ‘falan böyle şöyle’ diye o şahsın yönlerini şikâyet eder tarzda anlatan birini, ‘kardaşım, pislik karıştırma’ diye azarlamış.
Şikâyetçi Olmamalı
Dava adamı, imkânları ile yetinmesini bilmeli. Sahip olduklarının, uğraştıklarının yetersizliğinden hareketle şevk kırıcı bir ortamın oluşmasına fırsat vermemeli. Umutsuzluğa düşmemek için halinden, imkânlarından memnun olmalı. Mevlana, konu ile ilgili şöyle bir hikâye anlatıyor:
Hikaye: Fakir bir saka, o sakanın da bir eşeği vardı. Zayıf zavallı bir eşekti. Verecek ot bile bulamıyordu. Padişahın atlarının bakıcısı bu sakayı tanıyordu. Eskilere dayanan bir ahbaplığı vardı. Bir gün sakaya rastladı. ‘Bu zavallı eşeğin haline böyle, neredeyse zayıflıktan ölecek’ dedi. Saka yana yakıla anlattı. ‘Sevgili dost, biliyorsun ki ben fakir bir insanım. O sebeple bu zavallı hayvana bakamıyorum’ dedi. Padişahın ahır başı ‘sen bu hayvanı bana ver, birkaç gün padişahın ahırına bağlıyayım, ona padişahın atlarının yeminden vereyim, biraz düzelsin’ dedi. Saka, eşeği seve seve verdi. Eşeği alıp padişahın ahırına getirdiler. Eşek ahırdaki temizliği, atların halini görünce ‘Ya Rabbi, bu nasıl iş, bu atlar senin yaratığında ben senin yaratığın değil miyim, benim halime bak, bunların durumuna bak! Böyle olur mu?’ dedi. Aradan birkaç gün geçmeden savaş çıktı. Ahırdaki atları savaş alanına yolladılar. Atlar, döndüğünde her birinin vücudunda yüzlerce yara vardı. Atların ayakları bağlandı, cerrahalar geldi, başladılar atların orasını burasını yararak, ok parçalarını, mızrak uçlarını çıkarmaya. Bunu gören eşek, söylediklerinden bin pişman oldu, haline şükretti.
Yılgınlığa Asla Düşmemeli
Hem zevk ve sefa sürelim hem başaralım, anlayışı şimdiye kadar hiçbir olumlu sonuç vermemiştir. ‘Bu kadar zorluğa sıkıntıya nasıl göğüs gereceğiz’ yılgınlığı; başarının önündeki en büyük engeldir. Bu konu olumsuz düşünmemek karamsarlığa davettir.
Nükte: Yavuz Sultan Selim Han, 1514 yılında Çaldıran Seferine çıkmıştı. İran’a yürüyen askerler sınıra yaklaştıkları bir anda sıkıntı çektiklerinden geri dönmek istediler. Hatta padişahın çadırına ok atacak kadar işi ileri götürdüler. Verdiği karardan kesinlikle dönmeyen Sultan, hemen atına binerek yeniçerilerin içine girdi. Hepsine öfkeli ve sert bir nazarla baktıktan sonra onlara şöyle seslendi ‘Zahmet çekmeden zafer kazanmak nerede görünmüştür? Ben sizi bu sıkıntıların çekileceğini daha culusumda söyledim o zaman kabul ettiniz. Şimdi niye itaat etmezsiniz? Yiğit olanlar benle gelir. Rahatını düşünenler evlerine dönsünler’ deyince asker arkasından sökün etti.
İnsan hiçbir zaman ümidini yitirmemeli, vazgeçmemeli.
Dava adamı hiçbir zaman gelecek ile ilgili olumsuz duygular içinde olmamalı. Gereksiz endişe ve kaygılardan uzak durmalı. Bediüzzaman gibi haykırmalı: Ümit var olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek güre sada İslam’ın sedası olacaktır. Kendilerini yüksek bir ideale adayanları ümit, şarj eder. Ümidin kaynağı da Allah’a imandır. Allah’ın davasına gönül verenler, Allahtan ümit kesmez. Gayret ve hizmetlerinin karşılığına ahirette ulaşacaklarına inanırlar. Bitmek bilmeyen bir dinamizm, yüksek performans Allah’a inanma ve güvenme dayanmayla ilgilidir. Bu yüzden karşılaşılan en olumsuz şartlar bile ümit sayesinde engel olarak görülmez, işin gereği olarak görülür. Zorluklar, ümidi yeniler. Tabi ki dava eri, önce kusurlarını gözden geçirir. Allah ile irtibatını kontrol eder.
Her Daim Çalışmalı
Allah’a inanan, Allah’a ümitle bağlı olan, hayal kırıklarının, tökezlemelerin geçici olduğuna inanır. Her şartta kendini koyvermez. Muhammet İkbal, Esrar ve Rumuz’unda şöyle söylüyor: Ümitsizliği, hayat için bir zehir olduğunu kabul etmek zaruridir. Ümitsizlik, seni mezar gibi sıkar… Yeis, hayatı uyutur… Aydınlık, günü uzun, karanlık bir gece haline getirir. Dava adamı, iş yapar.
Mevlana gibi “Koşmak dinlenmektir. Oturmak yorulmaktır” der. *
*Bu metin İbrahim Özgüleç’in ‘Dava Adamı Olmak’ adlı eserinden alıntı yapılarak hazırlanmıştır.