Hamd; bütün hatalarımıza rağmen ümmetimizi öldürmeyen, görevden alıp yerimize başka bir ümmet getirmeyen ve cezasında bile hikmetler olan Allah Azze ve Celle’ye, salât-u selam; bize olayları nasıl yorumlayacağımızı öğreten ve çıkış yolu gösteren Hz. Peygamber’e, selam ise yeniden dirilişi gerçekleştirmek için mücadele veren Müslümanlara olsun. Bildiğiniz gibi geçen sayıda ümmetimizin çökertilmesinin hikmetlerine başlamış ve iki hikmeti yazmıştım.
Bunlardan birincisi; Batılılaşmamızın engellenmesi; ikincisi ise ümmeti taşıyacak yeni bir neslin yaratılması idi. Diğer bir hikmetle devam edelim. Üçüncü Hikmet: Ümmetimizin Dünya sevgisi ve Ölüm Korkusundan Kurtarılması
Ümmetimizin çöküşünün sebeplerini anlatırken ifade ettiğim gibi, insan dünya nimetlerine daldığı, dünyaperest olduğu için görevlerini ihmal eder. Dünyaya geliş gayesini ve görevlerini unutan veya terk eden, bütünüyle dünya nimetlerine yönelen böylelerine Allah Azze ve Celle maksatlarının aksi ile tokat vurur, bu dünyaperestlere ahireti vermeyeceği gibi dünyayı da vermez. Çünkü ahirete yönelenlere ahireti verdiği gibi dünyayı da vermek, dünyaya yönelenlere ise ahireti vermeyeceği gibi dünyayı da vermemek O’nun sünnetlerindendir. Allah Azze ve Celle dünyaya dalmış Müslüman kullarını ikaz etmek ve onların aklını başına getirmek ister. Dünyada böylelerine başarısızlık vermek, bir yönüyle ceza olsa da diğer yönden onları uyarıcı olduğu için O’nun lütfudur ve rahmetidir. Onun için dünyaya dalmış ve görevini unutmuş bu ümmetin elinden 1. Dünya Savaşı ile dünya nimetlerini ve saltanatını alarak dünya sevgisinden; çok zor ve korkulu yıllar yaşatarak ve çok şehitler verdirerek de ölüm korkusundan kurtardı.
Bu konuda Kur’an-ı Kerim Bakara suresinde: “Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever”1 buyurur. Ayet malıyla Allah Azze ve Celle yolunda mücadele etmeyen, infak görevini yerine getirmeyen cimri ve dünyaperestlerin; canıyla Allah Azze ve Celle yolunda cihad etmeyen korkakların kendi elleriyle kendilerini tehlikeye attıklarını ifade ederken aslında bir sünnetullahı da belirtmiş olmaktadır. Yani mal ve can ile cihadı terk etmek, Müslümanların yalnız ahiretini değil dünyalarını da tehlikeye atar, bütün güçlerini ve şereflerini kaybetmelerine ve Allah’ın kendilerine verdiği görevin ve şerefin geri alınmasına sebep olur.
Ayetin iniş sebebini açıklayan Ebu Eyyub el Ensarî Radıyallahu Anh: “Biz, ‘İslam artık bütün bölgeye yayıldı, bundan sonra malımızı mülkümüzü çoğaltalım, develerimizi ve hurma bahçelerimizi artıralım’ dedik, bu ayet nazil oldu” der. Bu şekilde ayetin manasının cihadı terk edip mal-mülk kazanmaya ağırlık vermenin, görevi terk etmenin ya da görevinin bittiğini zannetmenin, ümmetin kendini kendi elleriyle tehlikeye atmak demek olduğunu ifade eder. Öyle de olmadı mı? Ümmet görevini terk edip dünyaya meylettiğinde, lale devrine girip lüks ve rahata yöneldiğinde bütün gücünü kaybetmeye, mağlubiyetler tatmaya başlamadı mı? Yıkılma ve çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalıp sonra da çökmedi mi? Tüm toplumlar için geçerli olan sünnetullah, bizim için de geçerli olduğunu göstermedi mi? Şimdi, bizi çökerten bunun gibi gerçek sebepleri görmeyenler, “kurtuluşumuz için zenginleşmemiz lâzım” diyorlar. Yani daha fazla dünyevîleşmeliyiz demek istiyorlar. Sonra, bizi çökertenin, görevlerimizi yapmaz hale getirenin, zenginlik ve lükse dalma olduğunu unutuyorlar. İlaç zannedip, hastaya zehir vermek istiyorlar.
Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ümmetinin ileride çok zor durumlarda kalacağını, zulümlere uğrayacağını önceden haber vermiş ve bunun gerçek sebebini de bildirmişti. Buyurur ki: “Bir vakit gelecektir ki ümmetler size karşı bir kuvvet oluşturacaklar. Tıpkı yemek yiyenlerin yemek dolu tabağa saldırdıkları gibi.” Dediler ki:‘Ya Rasulallah, biz o gün az olduğumuz için mi?’ Dedi ki: ‘Hayır, bilakis çoksunuz. Yalnız selin götürdüğü çer-çöp gibi gücünüzü kaybedeceksiniz. (Çer-çöp mesabesinde olursunuz.) O da sizin korkunuzu düşmanlarınızın kalbinden alır, kalbinize vehn sokar.’‘Vehn nedir Ya Rasulallah?’ dediler. Buyurdu ki: “Dünya sevgisidir ve ölümü çirkin görmektir.”2
Hadis-i şerif gaybden haber verdiği için bir mucizedir ve haber verdiği şey aynen gerçekleşmiştir. Gerçekten hadiste haber verildiği gibi, kâfirler bu ümmete yemeğe saldırır gibi saldırmışlar ve bizi parçalamışlardır. Hadis-i şerif Müslümanların bu saldırılara karşı koyamayacak durumda olmasının gerçek sebebinin sayı azlığı ya da benzeri bir şey olmadığını, asıl sebebin Müslümanların kalbine girmiş olan dünya sevgisi ve ölüm korkusu olduğunu ifade ederken, sebebin maddî değil manevî olduğunu belirtmiş olmaktadır. Sebep mânevî olunca herkes göremeyecek ve yanlış teşhislerde bulunabilecektir. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu yüzden asırlar öncesinden gerçek sebebi ümmetine göstermek istemiş, cin ve insan şeytanlarının sebep olmayan birtakım şeyleri bize sebep gibi göstermesini, bizi yanlış sebepler peşinde koşturmalarını, enerjilerimizi, maddî kaynaklarımızı ve zamanımızı yanlış yerlerde kullanmamızı engellemek istemiştir. Bu yanlış teşhisler ve sonuçları sebep zannetmek bize çok şey kaybettirmiş, farklı çözüm yolları üretilmesine ve ihtilaflara yol açmıştır. Hadis bu ihtilafları ve farklı çözüm yollarını azaltmaya dönüktür. Gerçek sebebin üzerine gitmemizi ve buna göre eğitim programları yapmamızı istemektedir. Bizi çökerten ve düşmana karşı koyamayacak hale getiren gerçek sebebi ortaya koyarken, aslında gerçek tedavinin de yolunu göstermektedir. Gerçek tedavi, mikrobu yok eden tedavidir. Mikrop yok edildiğinde vücut kendi kendini toplayacaktır. O halde ümmetimizi yatağa düşüren bu mikrop yok edildiğinde Müslümanlar kendine gelmeye başlayacak, dirilişimiz gerçekleşecektir. Bugün yavaş yavaş gerçekleşmeye başlamış olan dirilişimiz, dünya sevgisini ve ölüm korkusunu kalbinden atan âlimler ve böyle olan bir avuç insanla gerçekleşiyor değil midir?
Kur’an-ı Kerim Maide sûresinde: “Ey kavmim; Allah’ın size yazdığı mukaddes yere girin ve ardınıza dönmeyin, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursunuz. Demişlerdi ki: ‘Ey Musa; orada gerçekten zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz katiyen oraya girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de gireriz.’ (Allah’tan) Korkanlar arasında bulunan, Allah’ın nimetine erdirdiği iki adam demişlerdi ki: ‘Onların üstlerine kapıdan yürüyün, oraya girerseniz; muhakkak siz, galiplersiniz. Şayet mü’minlerseniz; Allah’a tevekkül edin.’ Demişlerdi ki: ‘Ey Musa; onlar orada oldukça, ebediyen oraya girmeyiz. Git, sen ve Rabbin savaşın. Biz, burada oturanlardanız.’ Demişti ki: ‘Rabbim; ben, ancak kendime ve kardeşime sahibim. Artık bizimle fâsıklar güruhunun arasını ayır.’
Allah Azze ve Celle buyurmuştu ki: ‘Orası onlara kırk yıl haram edildi. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen fâsıklar güruhu için tasalanma.”3 Kendilerine verilen görevi yapmayan, sadece isteklerde bulunan ama bedelini ödemeyi göze alamayan, dünyayı çok seven ve ölümden nefret eden Yahudiler Tih çölünde 40 yıl şaşkınca dönüp durmakla cezalandırıldı. Kur’an-ı Kerim Bakara suresinde onların her birinin bin yıl yaşamak istediğini bize bildirir; “Andolsun ki; onları, insanlardan şirk koşanlardan daha çok hayata düşkün bulacaksın. Onlardan her biri bin yıl ömür verilmesini ister. Hâlbuki çok yaşatılması onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah onların ne yaptığını hakkıyla görendir.”4
Bin yıl yaşamayı isteyecek kadar dünya sevgisi ve “Sen ve Rabbin gidin savaşın” diyecek kadar ölüm korkusu olan bir ümmetin cezalandırıldığını, bu yüzden onlardan bu şerefli sancağın alındığını Kur’an bize haber vermiş ve Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de yukarıda ele aldığımız hadisinde bu mikrobun bizi de çökerteceğini bildirmiş olduğu halde, bu ümmet de kalbine dünya sevgisini ve ölüm korkusunu sokmuştur. Hâlbuki ecel de birdir, rızık da birdir.
Ecelin bir olduğuna inanmak kişiyi ölüm korkusundan, rızkın bir olduğuna inanmak ise kişiyi rızık korkusundan ve dünya sevgisinden kurtarır. Kur’an-ı Kerim savaşa gitmediklerinde ölmeyeceklerini ve uzun yaşayacaklarını zanneden münafıklara şöyle demesini peygamberine emreder: “De ki: “Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti.”5 “Allah’ın izni olmaksızın hiç bir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır.”6
Bu ayetler Müslümanın madem ecel birdir ve değişmez, o halde ecelimi değil görevlerimi düşünmeliyim demesini sağlar ve cesaret kazandırır. Hem madem rızık da birdir ve değişmez, o halde görevlerimi düşünmeli ve dünyaperest olmamalıyım, dünyaya değil ahirete dönük olmalıyım demesini, görevlerini yapmasını sağlar ve tevekkül kazandırır. Bu inançla bilir ki; cesaret ömrü kısaltmadığı gibi korkaklık da ömrü uzatmaz. Cömertlik rızkı azaltmadığı gibi cimrilik de rızkı artırmaz.
Tüm ilahî kitaplar ve peygamberler kalplerden dünya sevgisini ve ölüm korkusunu atmaya çalışmıştır. Çünkü ümmetin kendine verilen görevi gerçekleştirebilmesi, kalbini bu sevgilerden ve korkulardan kurtarmasına bağlıdır. Aksi halde ümmet çökecektir ve tüm ümmetlerin çöküşünde en önemli sebep bu olmuştur.
Kur’an-ı Kerim kalplerden dünya sevgisini atmak için dünya hayatındaki nimetlerin basit ve geçici olduğunu, dünya hayatında bir geçimlik olarak insana verildiğini, asıl olanın ise Allah katındaki nimetler olduğunu, oraya yönelmek gerektiğini defalarca ifade eder. Âl-i İmran suresinde: “Kadınlara, oğullara, tartı tartı biriktirilmiş altın ve gümüşe, otlağa yayılmış atlara, küçükbaş hayvanlara ve ekinlere karşı aşırı tutkunluk insanlara cazip gösterildi. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa asıl varılacak yer Allah katındadır. De ki: Size bunlardan daha hayırlı olanı haber vereyim mi? Takva sahipleri için Rableri katında sürekli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Hiç kuşkusuz Allah kullarını hakkıyla görür”7 buyurur.
En’am suresinde ise: “Dünya hayatı, oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir. Oysa günahlardan sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Buna aklınız ermiyor mu?”8 buyurur. Kur’an’a göre dünya hayatı oyun ve eğlencedir. Çünkü: 1- Oyun ve eğlence gibi dünya hayatı da kısadır ve çabucak geçmektedir. Eğlence bittiğinde insan nasıl üzülürse, dünya hayatı bittiğinde öyle üzülür. 2- Oyun ve eğlence o anda insanı dertlerinden uzaklaştırıp mutlu etse de hem genellikle kişinin görevlerini yapmasına engel olmakta, hem de oyun ve eğlence esnasında birçok kötü olaylara sebep olmakta olduğundan sonrasında insanı genellikle mutsuz etmektedir. Ayet-i Kerime dünya hayatının da böyle olduğunu, bu dünya nimetlerine dalanların görevlerini unutacağını, dünya hayatında birbirlerine düşeceklerini ve sonucunda mutsuz olacaklarını ifade etmektedir. 3- Oyun ve eğlenceye genellikle çocuklar ve gafiller daldığı gibi, dünya hayatına ve dünyanın nimetlerine de ekseri çocuk ruhlu ve gafil kimseler dalarlar. Çocuklar gibi önemsize önem verir, önemliye önem vermezler. 4- Çocukların oyunu nasıl fayda sağlamazsa, dünya hayatında elde edilecek olan lezzetlerin de gerek dünya ve gerekse ahirete sağlayacağı pek bir fayda yoktur. 5- Oyun ve eğlence nasıl basit ve değersizse bu dünya zevkleri de öyle basit ve değersizdir. Çünkü dünya zevkleri ancak insanın nefsî ve şehevî ihtiyaçlarını karşılamak içindir. Bu tür zevkler konusunda insanlarla hayvanlar eşittir. Hatta hayvanların bu tür arzuları insanlardan daha güçlüdür. Hâlbuki insan, hayvandan daha değerlidir. O halde kendine yakışan manevî lezzetlere daha fazla önem vermelidir.
Kur’an-ı Kerim dünya hayatının nimetleri ile dünya hayatı arasında ayırım yapar. Yukarıda anlattığım gibi bir taraftan dünya nimetlerinin basit ve geçici olduğunu ifade ederken, diğer taraftan dünya hayatının sonunda cennete veya cehenneme gidileceğini belirterek dünya hayatını değerlendirmeye dikkat çeker. Kur’an’a göre hayat, sadece bu dünya hayatından ibaret değil aksine ahireti de içine almaktadır. Hatta asıl olan da ahiret hayatıdır. İnsan, hayatı sadece dünya hayatının daracık çukuruna sığdırmamalıdır.
Kur’an ve sünnetin bu ve buna benzer ikazlarından anlamayan, dünya sevgisine ve ölüm korkusuna müptela olan ümmetimizin kalbinden bunların atılması şiddetli bir tokat ile mümkündü ve bu 1. Dünya Savaşı ile gerçekleştirildi. Dünya savaşı esnasında kalbimizde ne dünya sevgisi ne de ölüm korkusu kaldı. Allah Azze ve Celle ayetlere uymamanın, ikazlara aldırmamanın nelere mâl olacağını göstermiş oldu. Ümmetimiz 1. Dünya Savaşı ile çökertilmeseydi dünya sevgisi ve ölüm korkusu ümmetimizi manen öldürecekti. O zaman bu dünyada bir daha dirilişimiz mümkün olmayacaktı. Tıpkı bayılmanın insanı bazen ölümden kurtarması gibi rahmet sahibi olan Allah, bu ümmeti bir müddet için bayıltarak ölmekten kurtardı. O, her yaptığında bir hikmet olan Allah’tır. O, bu ümmete karşı rahmet sahibi olandır.
Konuya devam etmek temennisiyle Allah’a emanet olun.
1- Bakara, 195 2- Ebu Davud, c:4, syf:483 3- Maide, 21-26 4- Bakara, 96 5- Âl-i İmran 154 6- Âl-i İmran 145 7- Âl-i İmran, 14-15 8- En’am, 32