YEMEN’İN TARİHÇESİ
Resmi adı Yemen Cumhuriyeti olan ülke, Arap Yarımadası’nda, Umman ile Suudi Arabistan arasında bulunuyor. Arap Denizi, Aden Körfezi ve Kızıldeniz’e bakan sahillere sahip olan Yemen, insanlığın en eski medeniyet merkezleri arasındadır. Yemen, Miladi yedinci yüzyılda, Muaz b. Cebel’in Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından bu ülkeye yönetici olarak gönderilmesiyle, bir İslam ülkesi haline gelmiştir. Yemen, Abbasi Devleti’nin gücünü yitirmeye başlamasıyla, bölgesel güçlerin denetimi altına girmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Yemen, 1517 yılından itibaren kademeli olarak fethedildi. Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918) ile son Osmanlı askerlerinin de çekildiği Yemen, 401 yıl boyunca Osmanlı vilayeti olarak kaldı.
Bu tarihten itibaren Kuzey Yemen bağımsızlığını kazanırken Güney Yemen 1967’ye kadar Britanya’nın sömürgesi olarak devam etti. 1990 yılında iki devlet (Kuzey ve Güney Yemen) birleşip Yemen Cumhuriyeti adını aldı. Başkenti San’a olan ülkenin diğer önemli şehirleri Aden, Taiz, Hudeyde, Mukalla’dır. Dili Arapça olan ülke Cumhuriyetle yönetiliyor. Ülkenin para birimi ise Yemen Riyali’dir. 527.970 km² yüzölçümüne sahip olan ülkenin 27 milyona yaklaşan nüfusunun tamamı Müslüman. Yüzde 60’ın Sünni olduğu Yemenlilerin yüzde 40’ını ise Şia’nın Zeydiyye koluna mensup olan Husiler teşkil ediyor. Nüfusun çoğunluğu Arap olmakla birlikte Afrikalı-Arap melezleri de ciddi bir orana sahip. Ülkede az da olsa Güney Asya ve Avrupa kökenli insanlar da yaşıyor. Yemen’de okuryazarlık oranı, yüzde 50,2 olup ülke önemli yer altı kaynaklarına sahip olmakla birlikte ekonomik açıdan oldukça sıkıntılar çekmektedir.1
SAVAŞA GİDEN SÜREÇ
Ali Abdullah Salih, 1990’dan beri ülkeyi yönetiyor. İlk Cumhurbaşkanlığı seçimi 1999’da oldu. Ali Abdullah Salih tekrar beş yıl süreliğine ülkenin liderlik koltuğuna oturdu. 2003’te yeniden seçilen Salih, bu sefer daha uzun süre iktidarda kalmak için anayasayı değiştirdi. 2004 yılında Yemen rejim güçleri ile ülkenin kuzeyindeki silahlı Şii grup Husiler arasındaki çatışmalar şiddetlendi. 2008’de Katar’ın arabuluculuğuyla San’a’daki hükümet ile Husiler arasındaki barış canlandırılmaya çalışıldı. Ne var ki, 2009’un sonlarına doğru Yemen, kuzey bölgesi üzerine kapsamlı bir askerî harekât başlattı. Çatışmalarda çok sayıda insanın hayatını kaybetmesinin ardından, Şubat 2010’da Yemen hükümeti ile Husi savaşçıları arasında bir ateşkes yapılmasına karşın münferit şiddet olayları halen devam etmekteydi. Sanıldığının aksine burada olaylar “Arap Baharı” ile başlamadı. Ancak Arap Baharı buradaki hareketliliği daha da arttırdı.
Arap Baharı’nın da tesiriyle Yemen’de 27 Ocak 2011’de Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih yönetimi aleyhine gösteriler başladı. San’a Üniversitesi’nde başlayan protestolar, daha sonra ülkenin geneline yayıldı. Arap Baharı ayaklanmalarının başladığı 2011’de başkent San’a’daki olaylar zinciri Devlet Başkanı Salih’in 33 yıl sonra ülkeyi terk etmesine yol açtı. Salih’in yerine 2012 yılında Mansur Hadi seçildi ancak istikrarı sağlayamadı. 2014’te başkent San’a’nın kontrolünü ele geçiren İran destekli Husiler Aden’e taarruz başlattı. Mansur Hadi, müttefiki Suudi Arabistan’a sığındı. 2015’te Suudi Arabistan öncülüğünde Husilerin ilerleyişini durdurmak için bir koalisyon gücü oluşturuldu. 2017’de Husiler Suudi Arabistan’a yaklaşmakla suçladıkları Ali Abdullah Salih’i öldürdü. Mansur Hadi başkent San’a’yı Husilerden geri almak için operasyon başlattı. 2018’in başında ülkenin güneyindeki ayrılıkçılar hükümetin merkezi Aden’i almak için isyan başlattı. Sonuç olarak Yemen’de 2015’ten bu yana süren iç savaşta binlerce sivil yaşamını yitirdi. BM’ye göre, milyonlarca insanın kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ülkede ‘derin bir insani kriz’ yaşanıyor.
SAVAŞIN AĞIR BİLANÇOSU
BM’ye bağlı İnsan Hakları Komisyonu, Ağustos 2018’de hazırladığı rapora göre, Mart 2015’ten 23 Ağustos 2018’e kadarki süreçte ülkede ölen sivillerin sayısı 6600, yaralıların sayısı ise 10563’e ulaştı. Bunlar resmi rakamlar, gerçek rakamların ise bunun çok daha üstünde olduğu tahmin ediliyor. Yine aynı rapora göre, Yemen’de en az 8,4 milyon kişi açlıktan ölmek üzere, 14 milyon kişi de acil yardıma muhtaç. Bu rakamlar, Yemen nüfusunun dörtte üçlük kısmına tekabül ediyor. BM’nin günümüzün en büyük insani felaketinin yaşandığını belirttiği Yemen’de yedi milyon çocuk yeterli beslenemiyor. Açlık, önlenebilir hastalıklar ve enfeksiyon nedeniyle her on dakikada bir çocuk ölüyor.2
“Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan açıklamada Yemen’de savaşın başladığı Mart 2015’ten Ekim 2018’in sonuna kadar olan süreçte savaşta ölenlerinin sayısının 9.900 olduğu açıklandı. Örgüt aynı süreçte 60.200 insanın da yaralandığını belirtti ve savaş nedeniyle şiddet mağduru çocuk, kadın ve erkeklerin sayısının 70 binden fazla olduğunu aktardı. Cenevre’de yapılan açıklamada DSÖ, savaşta hayatını kaybeden 9.900 kişiden 849’unun, yaralanan 60 binden fazla kişiden 9.200’ünün çocuk olduğunu ifade etti. DSÖ açıkladığı verilerin sadece Yemen’deki sağlık kuruluşlarına dayandığını belirterek gerçek rakamların çok daha yüksek olabileceğini aktardı.3
Aralarında Uluslararası Kurtarma Komitesi (IRC), Oxfam, Save the Children, CARE ve Norveç Göçmen Konseyi’nin bulunduğu 5 kuruluş, milyonlarca Yemenli’nin hayatının kurtulması için ABD yönetiminin Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne verdiği askeri desteği çekmesi çağrısında bulundu. Ortak açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Tehlikenin boyutu şoke edici ve açıkça belirtilmesi gerekiyor ki; Yemen’de çatışan taraflar ve onlara destek verenler bu gidişata derhal dur demezlerse 14 milyon insan açlıktan ölme riski altında. Çatışmalar acilen durmadan, limanlar ticari gemilere açılmadan, insani yardımların ve insani yardım personelinin ihtiyaç sahiplerine ulaşmasına izin verilmeden, devlet memurlarının maaşlarının ödenmesi gibi ekonomik istikrara kavuşmanın önünü açacak temel tedbirler alınmadan sayısız Yemenli zor kış şartlarına boyun eğmek zorunda kalacak” denildi.4 Her üç komisyonun rakamlarının farklı olması gelen bilgilerin sağlıksız olduğunu gösterse de sonuçta savaşın ağır bilançosu olduğu gerçeğini ve çoğunluğu çocuklar olmak üzere bu savaştan en ağır yarayı sivillerin aldığını göstermektedir.
BM yetkilileri ve Uluslararası kuruluşlar net söyleyemese de savaşın başlatıcısı, kışkırtıcısı, savaşın tarafları olan Suudi Arabistan ve BAE’yi silah açısından destekleyicisi olarak ABD’yi işaret etmektedirler. Zaten öncesinde de karışık olan bölge Arap Baharı ile daha da alevlenmiş, bu alevler ülkenin her tarafına sıçramıştır. Bu savaşa sebep olarak gösterilen Şii- Sünni çatışmasının maalesef bir tarafında Suud diğer tarafında da İran yer almıştır. ABD, İslam Coğrafyasına müdahalede Irak işgalinden sonra değiştirdiği stratejisi gereği artık kendisi bizzat savaşa girmiyor, bölgede desteklediği piyonlarıyla savaşı yürütüyor. Ortadoğu’da kendisine yandaş seçtiği ve parlattığı yeni aktör Suudi Arabistan olmuştur. Trump’un başkan olduktan sonra ilk ziyaret ettiği ülkelerin başında, sırasıyla Vatikan, İsrail ve ardından Suudi Arabistan’ın gelmesi ilginç değil midir?
Mayıs 2017’de ABD başkanı Trump’ın Suudi Arabistan’la yaptığı 110 milyar dolarlık silah satış anlaşmasını başka nasıl açıklayabiliriz? Suudi Arabistan’ın nüfusu yaklaşık 30 milyon ve asker sayısı da 200 bin civarında olmasına rağmen bu kadar yüksek meblağda silah satın alması ilginç değil midir? Aslında Ortadoğu’ya barış ve demokrasiyi getirme vaatlerinde ABD ile birlikte Batı da samimi değildir. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI)’nün araştırmasına göre, son 10 yıl içinde Suudi Arabistan’a en fazla silah satan ülke ABD (alınan silahların %61’i)’dir. ABD’yi İngiltere, Fransa, İspanya ve Almanya izliyor. Yemen saldırılarından sonra dünya genelinde başlatılan ambargoya rağmen ABD’nin 2016 ve 2017’de bu ülkeye silah satışı yüzde 38 artmıştır.5
BÖLGEDE MEZHEP ÇATIŞMALARI VAR MIYDI?
Yemen’in bölünmüş, karmaşık mezhep ve kabile yapısı bugün ülkedeki savaşın da temel nedenlerinden olmuştur. Aslında asırlardır çoğunluğu Şafi Mezhebine bağlı olan Sünniler ile yine çoğunluğu Zeydiyye mezhebine bağlı Şiiler, kardeşçe ve sorunsuzca bir arada yaşarlarken mezhep kavgaları birdenbire nasıl çıktı? Nasıl oldu da oradaki Sünniler Selefiliğe yaklaştı. Ortaya çıkan Cihadi Selefi anlayış nasıl olup da bu bölgede kök salabildi ve asırlarca süren kardeşliği bitirme noktasına getirdi. Şia ile Ehli Sünnet arasındaki ihtilaflar kaşımaya müsait bir zemindir ve tarihte birçok acı olayların yaşanmasına sebep olmuştur. Ancak Zeydiyye mezhebi Sünni İslam düşüncesine en yakın Şii ekol olma özelliğine sahiptir. Zeydiyye’nin, Şii-Sünni ayrışmasındaki temel noktalarda Sünniler gibi düşünen ılımlı bir Şii kolu olması aslında bu çatışmada birleştirici bir rol üstlenmekteydi.
Zeydiyye Mezhebi, Rasulullah’ın eşleri, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer başta olmak üzere sahabeye bakış, imamların masumiyeti, mut’a, takiyye, türbelere tevessül, mehdilik vb. konularda Caferi ve diğer Şiiler’den çok Sünnilere yakın düşünceye sahiptirler. Hilafet önceliğinin Hz. Ali’de olması gerektiğini savunurlar ancak ilk iki halifenin hilafetlerini de meşru gören bir anlayışa sahiptirler. Tüm bunlara rağmen burada mezhep çatışmasının körüklenmesi, savaşın kışkırtılması ve acı bilançosu bize ders olmalıdır. İslam düşmanları, ümmeti geçmişte parçalayan, derin yaralar açan meseleleri sürekli kaşıyacaklarını, bizi oralardan vuracaklarını gösterdiler. Bu durumda “Yapmamız gereken nedir?” diye düşünmek zorundayız. Bu durum, bizi geçmişte ayrıştıran meselelerde daha hassas davranmaya, birleştirici düşünmeye, çözülemeyen ihtilafları olduğu gibi bırakmaya ve ümmetin durumuna odaklanmaya sevk etmelidir.
ABD’NİN VE BM’NİN YEMEN’E YARDIMI (!)
İslam coğrafyasında meydana gelen savaşlarda Avrupa ve ABD’nin izlediği bir strateji de barış elçiliğine (sanki savaşı başlatan kendileri değilmiş gibi) soyunmak ve bölgeye insani yardım götürmek. Bir yandan bu şekilde savaşın ağır şartlarından etkilenen Müslümanlara yardım elini uzatan Batı, ne kadar insancıl olduğunu tüm dünyaya gösteriyor aynı zamanda da bölge halkının kalplerinde yer ediniyor. Böylelikle misyonerlik faaliyetlerine zemin hazırlayarak ileride Müslümanları Hristiyanlaştırmanın tohumlarını atıyor.
Aslında savaşın bir an önce bitmesini değil, sürecin uzamasını, kaosun devam etmesini ve bölgede onarılamaz yaraların açılmasını, emperyalist planlarının gerçekleşmesini istiyorlar. Dünya tepki göstermesin diye de göstermelik bazı yardımlarda bulunuyorlar. Hatta İslam Coğrafyasından giden yardımların çoğu da BM eliyle ulaştırılıyor. Asıl çözüm savaşın sona ermesi değil midir? Bu konuda ciddi adımlar atmıyorlar, zamana yayıyorlar. Görüldüğü gibi bir yandan Mezhep ve fikirsel ayrılıklar zemininde Müslümanlar birbirine kırdırılarak aralarında derin uçurumlar açılıp ümmet şuuru ve kardeşlik bitirilirken diğer yandan Batı’nın uzattığı yardım eliyle Müslümanlar birbirlerinden ve Medeniyetlerinden koparılıp Batı’ya hayran yapılmaktadırlar.
YEMEN VE GÜNDEMİMİZ
Maalesef bunca ağır tabloya rağmen İslam Dünyası Yemen’deki duruma kayıtsız kalmaya devam ediyor. Müslümanların gündeminde Yemen ilk sıralarda yer almıyor. Bunun en büyük sebebi, İslam âleminde gündemin Müslümanların elinde olmayıp medyaya veya yöneticilere bağlı olmasıdır. Yöneticiler veya onların güdümündeki medya lütfedip gündemlerine alırlarsa ülkede bu konuda basın açıklamaları, miting benzeri faaliyetlerle kınamalar oluyor, yoksa binlerce insan ölse de medyada manşet değeri taşımıyor. Müslümanlar suni gündemlerden çıkıp kendi gerçek gündemlerini oluşturmadıkça bu durum devam edeceğe benziyor.
Yemen’de iç savaşın bilançosu bu kadar ağır olmasına ve başta çocuklar olmak üzere binlerce ölen insana rağmen ülkemizde Yemen neden iç politika, magazin, yemek ve futbol programları kadar haber değeri taşımıyor? Yöneticilerin keyfi istediğinde veya seçim malzemesi yapıp hatırladıklarında mı gündemimize alacağız? Yöneticilerimiz hem Suud’u hem de İran’ı Yemen’de barışı tesis etmeye ikna etseler, eğer yanaşmıyorlarsa en azından onlarla olan münasebetlerini askıya alsalar olmaz mı? Neden bu konuda ciddi bir adım atılmıyor ve her iki devlete bir kınama bile olsun söylenmiyor? Evrensel İslam Kardeşliği değerlerimize ne oldu? Küresel güçler, onların işbirlikçileri, İslam düşmanları, toplum mühendisleri gündemi istedikleri gibi değiştirsinler, istedikleri manipülasyonu yapsınlar. Biz, İslam davasına, ümmetin durumuna ve toplumun gidişatına dair kendi gündemimizi oluşturmalıyız. Dünya ve ülke gündeminden de kopmamalı ancak asıl tutunmamız gereken kendi gerçek gündemimiz ve Müslümanların ortak paydası olmalıdır.
KURTULUŞ ÇARESİ NEDİR?
Elbette ki bugüne kadar kısa vadede atılan adımlar, sağlık ve gıda yardımı, basın açıklamaları ve mitinglerle kamuoyu oluşturma ve oradaki kardeşlerimize sesimizi, onların acısını paylaştığımızı duyurmak önemlidir. Gerçi bu konularda bile son haftaları saymazsak ciddi bir kamuoyu oluşmadı. Ancak ciddi bir şekilde yapılsa bile bu ve benzeri pansuman çözümlerin yanında kalıcı çözümler olmazsa bu yaralar tekrar kanayacak ve belki de kapanmayacaktır. Her bir bölgenin kendi içinde şartları değişse de bazı kalıcı çözümler bütün Ortadoğu halkları için ortaktır. Bölge halkları hayatlarına ve toplumlarına İslam’ı hâkim kılmak için eğitim çalışmaları yapmalı, meselelere ümmet perspektifinden bakmalı, İslam kardeşliğini mezheplerin ve çıkarların üzerinde görmeli, Batı’ya değil İslam âlemine yönelmelidirler. Muhterem Alparslan Kuytul Hocamızın dediği gibi, herkes bulunduğu yerde İslamî çalışmalar yapmalı, toplumunu Kur’an ve Sünnetle eğitmeli, birlik ve beraberlik içerisinde bir güce ulaşmalıdır. O zaman diğer ülke Müslümanlarına yardım elini uzatabilir, onlara gereken desteği hakkıyla verebilir. Rabbim, ümmetin üzerindeki bu karabulutların dağılmasını ve İslam Medeniyetinin gelmesiyle tüm mazlumların kurtulacağı güneşli günlere kavuşabilmeyi nasip etsin.