Suriye’de 61 yıllık Baas rejiminin sona ermesiyle birlikte, Beşar Esed’in Sednaya başta olmak üzere ülkedeki cezaevlerinde rejim muhalifleri üzerinde ne denli ağır baskı, eziyet ve işkenceler yürüttüğü gün yüzüne çıktı.
Medyanın ilgisi Sednaya’daki vahşete odaklanırken, dünyanın diğer bir ucunda Çin’in 20 milyonluk Müslüman Türk azınlık üzerinde yürütmekte olduğu sistematik baskı, işkence, tecrit, sindirme, asimilasyon, kimliksizleştirme ve inançsızlaştırma uygulamaları, uluslararası toplumun ve kamuoyunun dikkatinden kaçıyor.
Uluslararası camia, Sednaya’da mahkumlara yönelik akıl almaz vahşi eziyet ve işkencelere ve bedenlerinin pres makinelerinde preslendiği söylemlerine büyük bir ilgi ve hassasiyetle kulak kesilirken; Çin’de dünyanın gözü önünde yapay zeka ve bilgi teknolojilerinin sağladığı karmaşık ve rafine yöntemlerle milyonlarca insanın kişiliklerinin kitlesel olarak preslenmesini, ruhlarının ve öz benliklerinin yok edilmesini nedense görmezden geliyor.
Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Uygur Türkleri başta olmak üzere, Kazaklar, Kırgızlar ve Hui’leri kapsayan Müslüman azınlığa yönelik geçmişten beri sürdürülen baskı politikaları 2000’li yılların başından itibaren artış göstermiş, özellikle 2014 yılından bu yana “Terörle Mücadele” adı altında daha kapsamlı ve sistematik bir yapıya büründürülmüştür.
Bu yeni yaklaşım çerçevesinde, “radikalizmle” ilişkilendirilen Müslüman Uygurlar için inşa edilen geniş çaplı “gözaltı kamplarında” milyonlarca insan üzerinde zorla asimilasyon uygulamaları yürütülmeye başlanmıştır.
Bu kapsamda, Uygurların dinî özgürlükleri kısıtlanmış, camiler yıkılmış, ibadet yasaklanmış ve Kur’an kursları kapatılmıştır. Ayrıca, Uygur kültürü ve dili baskı altına alınmış, çocuklar ailelerinden ayrılarak Çin kültürüyle yetiştirilen yatılı okullara gönderilmiştir. 2017’den itibaren, bu politikalar “yeniden eğitim kampları” adı altında uluslararası kamuoyunun gündemine taşınmıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ve Birleşmiş Milletler (BM), yapılanları insan hakları ihlalleri olarak tanımlamış ve uygulanan politikalara kültürel ve dini nitelikli soykırım suçlamaları olarak raporlarında yer vermiştir.
Çin’in, Müslüman Türk azınlıklara yönelik baskı ve asimilasyon politikaları çerçevesinde bilgi teknolojileri, yapay zeka araçları ve elektronik alandaki yenilikleri devreye sokmasıyla bu kapsamda yürüttüğü uygulamalar, geçmişte dünyanın farklı bölgelerinde otoriter yönetimlerce azınlıklara yönelik yürütülen uygulamalardan çok farklı ve benzersiz boyutlar kazanmıştır.
Yapay zeka destekli algoritmalar, kimlik tanıma ve elektronik gözetim sistemleri, Çin’in Uygurlar üzerindeki dini ve kültürel kontrol ve izolasyon sisteminin merkezinde yer alıyor.
Bu süreçte kullanılan büyük veri analitiği, yapay zeka, yüz ve yürüyüş tanıma teknolojileri, elektronik gözetim ve dijital kontrol mekanizmaları, kişilerin sadece fiziksel eylemlerini değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal dünyalarını hedef almaktadır. Çin’in bu projesi, yalnızca bir topluluğun demografik kimliğini yok etmeyi değil; aynı zamanda kişilerin inançlarını, değerlerini ve kültürel aidiyetlerini tamamen silmeyi hedefleyen kapsamlı bir yeniden tasarlama ve insan mühendisliği çabasıdır.
Sistem kapsamında, Uygur Türklerinin gündelik hayatına dair her türlü veri, entegre bir gözetim sistemi ve cep telefonlarına yerleştirilen uygulamalar aracılığıyla toplanmakta ve analiz edilmektedir.
Telefon uygulamaları, SMS içerikleri, internet aramaları, sosyal medya paylaşımları ve hatta Çin’in anlık haberleşme temelli sosyal medya platformu WeChat üzerindeki iletişim mesajları izleniyor. Bu yöntemlerle, insanların dini uygulamaları, siyasi görüşleri ve sosyal çevreleri hakkında ayrıntılı profiller oluşturuluyor.
Söz konusu sistem, kişilerin hareketlerini, harcamalarını, dijital iletişimlerini ve sosyal bağlantılarını kaydederek onları izliyor. En kapsamlı araçlardan biri olan “Entegre Ortak Operasyonlar Platformu” (Integrated Joint Operations Platform/IJOP), herkesi davranışlarına göre kategorize ederek "sadık vatandaş" veya "potansiyel tehdit" olarak sınıflandırıyor.
Büyük veri analitiği sayesinde, örneğin bir kişinin dini ibadetleri ya da bir cemaate katılımı, algoritmalar tarafından otomatik olarak değerlendiriliyor ve cezalandırıcı bir sisteme tabi tutuluyor.
Gözetim teknolojileri, sadece kişilerin hareketlerini değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal durumlarını da analiz edebilecek fırsatlar sağlıyor. Bu kapsamda yapay zeka ve yüz tanıma sistemleri, insanların kimliklerini doğrulama ve eylemlerini izlemek için yoğun bir şekilde kullanılabiliyor. Ayrıca, duygu analizi teknolojileri, insanların yüz ifadelerini ve ses tonlarını inceleyerek, onların rejime yönelik muhtemel memnuniyetsizliklerini tespit etmeyi hedefliyor.
Kameralar, yüz ifadelerini, yürüyüş şekillerini ve fiziki özellikleri analiz ederek, kişilerin kimliklerini belirlemek ve dini ibadetler gibi yasaklı faaliyetlere katılımını tespit etmek için kullanılıyor. Mesela, bir kişinin camiye gitmesi ya da oruç tutması, anında kayıt altına alınıyor ve bu kişiler sistemde "tehlikeli" olarak işaretleniyor. Yine, yürüyüş tanıma teknolojisi, yüzünü kapatan ya da kimliğini gizlemeye çalışan kişileri bile tespit edebiliyor.
Kültürel asimilasyon süreci, Uygur halkını, tarihinden, dilinden ve dininden koparmayı hedefliyor. Bu amaçla toplama kamplarında tutulan kişilere, Çin kültürüne uygun davranış kalıpları zorla öğretiliyor ve büyük veri analitiği ile düşünce kalıpları, ilgi alanları ve eğilimleri takip ediliyor. Hedef, kişilerin "yanlış" düşüncelerini düzeltmek ve onları sistemin ideolojisine uygun şekilde yeniden programlamak…
Toplama kampları, kişilerin fiziksel olarak hapsedilmenin ötesinde, zihinsel olarak da tam bir hapis, bilinç kontrolü ve denetim altında tutuldukları alanlar… Buralarda insanların özgür düşünme ve sorgulama becerilerini yok etmek için durmaksızın propaganda ve bilgi manipülasyonu teknikleri uygulanıyor. İnsanların iç dünyalarına bütünüyle nüfuz etmek için, “algoritmik modelleme,” “duygu analizi” ve “propaganda” bir arada kullanılıyor.
Çin'in bu politikalarının temel amacı, Uygur Türklerinin etnik, dini ve kültürel kimliklerini tamamen silerek onları Çin Komünist Partisi’nin ideolojisine ve “Tek Tip Çinli Vatandaş”modeline uygun şekilde yeniden formatlamaktır.
Sürekli gözetim altında yaşamanın verdiği psikolojik baskı, insanlarda korku, itaat ve teslimiyetçi bir tutum oluşturuyor.
Çin’in Uygur Türklerine yönelik gayri insani politikalarında büyük veri, yapay zeka, kimlik tanıma ve elektronik gözetim teknolojilerini yaygın ölçüde kullanması; bilgi teknolojilerinin ve dijital kontrol araçlarının otoriter rejimler tarafından, kitleleri totaliter ideolojik amaçları doğrultusunda baskı altına alma, sindirme, kimliksizleştirme ve asimile etme aracı olarak nasıl kullanılabileceğini gösteren dramatik bir örnektir.
Sürekli gözetimin, insanlarda ciddi psikolojik tahribat yapacağı, korku ve paranoyaya yol açacağı, özgürlük duygusunu ortadan kaldıracağı ve onları rejime tamamen uyumlu bir şekilde davranmaya zorlayacağı açıktır. Ancak bu, bekleneceği gibi genellikle yüzeysel ve uzun dönemde sürdürülemez bir uyum olacaktır.
Bu tür uygulamalar, insan tabiatının direnç kapasitesi, dinlerin ve inanç sistemlerinin derinliği nedeniyle sonsuz bir etki sağlama şansına sahip değildir ve doğal olarak karşı bir tepki sürecini tetikleyecektir.
Tüm dünyanın bilinçli bir şekilde görmezden geldiği ve suskun kaldığı, “dijital bir distopya” niteliğindeki bu insanlık dışı uygulamanın, orta ve uzun vadede ne gibi sonuçlar vereceğini hep birlikte göreceğiz.