Prof. Dr. Muhammed Rumeyhi yazdı…
Gazze’de yaşananlar soykırımdan başka bir şey değil.
Aynı zamanda İsrail’deki vahşileşmiş çoğunluk için İsrail sağının projesini tamamlamak amacıyla çeşitli Batılı güçlerin büyük desteğine dayanarak her standartta eşitsiz bir savaş çıkarmak konusunda bir fırsat da olabilir.
Ağlamak bu vahşeti engellemeye yetmez. Filistinliler ya da büyük bir kısmı Oslo Anlaşması ile tarihi bir uzlaşıya vardılar.
Bir kısmı da bildiğimiz gibi bunu reddetti ve aşırılığa kaçtı.
Ancak bu aşırılıktan Filistinli bir ortağın olmadığını söyleyerek İsrail sağı yararlandı. Tüm bunlar tarih oldu.
İsrail sağı, yakın zamanda Binyamin Netanyahu’nun Eski Ahit’ten yaptığı alıntılarla açıkça beliren bir siyasi-dinsel karışıma sahip.
Tarih okuyanlar için bu tam da Adolf Hitler’in 1930’lu yıllarda Almanya’da hızla iktidara yükseldiği dönemdeki söyleminin aynısı; milli ve siyasi sloganları dini ifadelerle karıştırmak.
Bugün, dünyanın bunun için kaç milyon can ödediğini biliyoruz.
Batı tarafı, Ukrayna’da yaşananların tam tersine, açıkça kınama konusunda tereddütlü. İki olay derinde birbirine benziyor hatta Gazze’deki daha da korkunç olabilir.
Zira su, yiyecek ve ilaç savaşta bir silah olarak kullanılıyor. Hastanelere yapılan saldırılar bile aslında öldürmeye devam etmek için yapılıyor.
Çünkü Siyonist teori ne kadar az Filistinli varsa o kadar iyi diyor. Filistinlilerin sayısının azaltılması da bir yandan binaları içinde yaşayanların başına yıkmak, diğer yandan yaralıları ölüme terk etmekle oluyor.
İsrail sağı Filistin’de kendisinden başkasını görmek istemiyor!
Bazı gerçekleri hatırlamak için Raşid el-Halidi’nin “Filistin’e Karşı Yüz Yıllık Savaşlar” kitabını okumak en iyisidir.
Halidi kitabında var olan çatışmayı,1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşundan çok öncesine götürüyor.
Bu tarihten önceki yıllarda, Birinci Dünya Savaşı sırasında yerli halkın maruz kaldığı açlık, yoksulluk ve baskının ardından, İngiliz Mandası altında, Arap sakinler yaşadıkları şehirlerden sürülmüşlerdi.
Halidi, Yahudi göçüne karşı bir Filistin devrimi olan 1936-1939 devrimi nedeniyle Filistin’deki yetişkin Arap erkeklerin yüzde 10’unun öldürüldüğünü söylüyor.
1930 ile 1939 yılları arasındaki on yıl içinde İngiliz Mandası altındaki Filistin’e gelen Yahudi göçmenlerin sayısı ise yüzde 18’den yüzde 30’un üzerine çıktı.
Savaştan sonra düzenlenen uluslararası konferanslarda ne Araplar ne de Filistinliler temsil ediliyordu ve Halidi’nin ifadesiyle:
Bölgenin geleceğini belirleyen konferanslarda şapkaların arasında bir fes vardı!
Batı, Yahudi meselesinden kurtulmak için Filistin topraklarını Yahudilere vermeye karar verdi.
Batılı Yahudiler, özellikle de kapitalistler bu konuda organize ve sistemli bir şekilde titizlikle çalıştılar.
Halidi, 1905 yılında Britanya’da “Yabancılar Kanunu” adlı bir kanun çıkarıldığını ve bu kanunun, bilhassa Rus Çarının zulmünden kaçan Yahudileri Britanya’ya sığınmaktan mahrum etmek için (!) çıkarıldığını hatırlatıyor.
1948’den sonra Siyonist doktrin, sabit bir “toplum mühendisliği” ile temsil edilir hale geldi ve bu mühendislik de çeşitli sloganlar altında bir “etnik temizlik” idi.
Yerel halkın karşılaştığı engellerden biri, Filistin topraklarının geniş bir kısmının Beyrut veya Şam’da bulunan varlıklı insanlardan oluşan “bu topraklarda yaşamayan toprak ağalarına” ait olmasıydı.
Bu da Siyonist sermayenin bu toprakları satın almasını, onları “yeni gelenler için tarım kolonilerine” dönüştürmesini ve daha sonra tıpkı son yıllarda olduğu gibi onları silahlandırmasını kolaylaştırdı.
Ancak burada toprakların gasp edilmesi ve en vahşi insanların yaşadığı silahlı yerleşimlerin oluşturulması söz konusuydu.
Halidi, bu “yerleşimci sömürgeciliğe” karşı “Filistinli mücadele stratejisindeki eksikliğe” işaret etmekten çekinmiyor.
“Ataerkil ve hiyerarşik tarım” toplumunda “Filistinlilerin her zaman dağınık olduğunu ve ciddi bir liderliğe sahip olmadıklarını” belirtiyor.
Bu eksiklik, yaşadığımız döneme kadar da devam etti. Burada günümüzdeki aşılamayan “bölünmeyi” kastediyoruz.
Kibirli ve aşağılayıcı söylem Siyonist stratejinin bir parçası, her zaman vardı ve son zamanlarda duyduğumuz “Filistinliler hayvandır” ifadesi ile gördüğümüz gibi hâlâ da var.
Ne yazık ki, “kendini bilmez insanlardan” biri zekice olduğunu sandığı ama aptalca olan bir söylemle açıkça şunu söyledi: Evet, Filistinliler hayvandır!
Sağcı liderlerden biri de bu aşağılayıcı söylemi teyit edercesine “Onları nükleer silahla vuralım!” dedi.
Halidi’ye göre pek çok İsrailli kendilerinin “barbarlığa karşı savaşan medeniyetin ön safları” olduğuna inanıyor.
Bu durumda İsrail medyasının 7 Ekim olaylarının “IŞİD” eylemlerine benzediğini yaymasında şaşılacak bir şey yok!
Öte yandan bazı Araplar, geçmişte ve hatta bugün çatışmayı anlamaya yönelik araç ve yöntemleri yok etmekte çok ileri gidiyorlar.
İsrail’in bu küstahlığıyla mücadelede akılcı bilimsel yönteme güvenilmiyor.
Acılar birikti, Arap ülkelerinde istikrarsızlık yayıldı ve çok büyük bir insani bedel ödendi.
Ama bugün dahi bazıları bu çatışmayı açıklamak için “şarlatanlıklar” yaymaya başladılar ve modern sosyal medya da bu mantıksız eğilimi derinleştirme şansını artırdı.
Bu durum ise konunun daha net anlaşılmasına yönelik fırsatları boşa harcıyor, Arap kamuoyunu bir labirentin içine sürüklüyor ve öncelikler sıralamasını değiştiriyor.
Son haftalarda Arap gruplar arasında çıkan söz savaşı tatsız bir aşamaya ulaştı. Zehrini Mısırlı, Faslı ya da Körfezli öteki Arapların üzerine kustu.
Faslı ve Körfezli Araplar bu kızgınlığın önemli bir kısmının hedefi oldu. Kimileri onları şeytanlaştırma çabasıyla “Arap uçakları İsrail uçaklarının Gazze’yi bombalamasına yardım ediyor!” dediler.
Kimileri de bazı Arapların “İsrail’den (Hamas’ı) yok etmesini istediğini!” söylediler. Filistin Otoritesi bile karalama ve ihanet suçlamalarından kurtulamadı.
Bazıları ise bugünkü olayların, Arap askeri gruplarının kendi hükümetlerine karşı darbe düzenlediği 1948’deki olaylara benzediğini ve bunun tekrar yaşanabileceği tehdidinde bulundu!
Ama bunu söylerken, bu askeri yönetimlerin baskı ve yoksulluktan başka bir şey sunmadıklarının ve tüm bunlara ek olarak daha fazla Arap toprağının kaybedilmesine yol açtıklarının farkında değiller. Bütün bu açıklamalar şarlatanlıktan başka bir şey değil.
Siyasi olarak Gazze savaşı, vahşileşmiş çoğunluğun azınlığa dönüştüğü, siyasi araçların sağlanmaması halinde, bir Filistin devletiyle birlikte yaşamayı kabul eden İsrailli kesimin çoğunluk olabilmesine yardımcı olunduğu bir yere dönüştürülmeli.
Dolayısıyla Gazze halkının büyük fedakarlıkları, tıpkı 1936’da yaşanan ve sonuçsuz kalan yüzde 10’luk kayıp gibi tam bir kayıptır! Buna karşı çıkacak bir siyasi akıl yok mu?
Son söz; açık denizden gemi kaçırmak korsanlıktır ve Filistin davasına olumsuzluktan başka bir şey getirmez!