Vaktim yok, vaktim olmuyor, zamanım çok dolu…
Söz konusu kitaplar ve günlük eda edilmesi gereken ibadetler olunca bu kelimeleri kullananlardan olmadım hiçbir zaman. Ben söz konusu bunlar olunca bolca vakti olanlardanım.
Vaktin arasına sıkıştırdığım, vaktin arasından çıkarttığım zamanlarım var benim.
Yemek yerken bir gözüm kitapta kitap okuduğumu, iş yaparken bir gözüm sayfalarda cümleleri seçmeye çalıştığımı bilirim… Bu seçişler arasında akşam olduğunda, çekildiğimde köşeme ne kadar yol kat ettiğimi fark ettiğimde, şükrediyor olmanın ben de bıraktığı hazza bırakırım kendimi…
“Öyle okuduğundan ne anlar insan” diye ön yargıya varmadan önce deneyin. Onlarca kitap bitirdim ben bu şekilde, kitap okumadan geçen bir günüm dahi olmadı böylece.
Vaktim çoktu benim.
Arabayla bir yere giderken elimden kitap eksik olmazdı. Kitap olmasa bile telefondan okuduğum makalelerim vardı. Birini beklerken ya da en basit örneği markette kasalarda sıra gelmesini beklerken ve daha birçok iş ve eylemde sarıldığım şeyler var kitaplar, elimdeki telefondan açıp okuduğum makaleler, günlük zikirler…
Evimizin içerisinde bir televizyon var. Madem var, kendimi televizyonsuz odaya atmak ya da televizyonun tuşuna basıp kapattıktan sonra kitap okumak taraftarı olanlardanım.
Sonuçta zamanında alınmış ve bir kere televizyon bizim evimize de girmişti…
O bizim evimize girse de benim hayatıma hiçbir zaman tam anlamıyla el atamadı. Kirletemedi renkli şehirden şehre, ülkeden ülkeye, devrimden özgürlüğe, dışarıdan zindana, karanlıktan aydınlığa farklı mekânlara kitaplarla geçişimi…
Televizyonu evden çıkartıp internet aracılığıyla televizyonsuz bir evden farksız vaziyette bilgisayarı televizyon yapanlardan da değildim.
“Evimizde televizyon yok” edebiyatı yapıp bilgisayarın işgal ettiği evlerden olmadı bizim evimiz. Bizim evimizde televizyon vardı, varken sıklıkla kullanılmayan.
Filim, dizi izlemeye zaafı olanlardan ya da vakit öldürmek için filme dalanlardan değildik.
Haftada ve çoğunlukla ayda bir kendimize göre bir film seçip izleriz. Bu çoğunlukla çevremizdeki kişilerin önerdiği, mutlaka izlemelisin dediği filmlerdir. Dizilerden daha çok şey katar bize filmler. Bazı duyguları yakalamak, empati kurmak, görsel anlamda kendimize bir şeyler katabilmek adına önemserim bunu.
Roman okuduğunuzu düşünün, bazı filmler roman gibi…
Tabi film seçimi çok önemli. Filimin içeriği, hakkında emin ve size bir şey katabileceğine kanaat getirmiş olmalısınız. Gözleri haramdan korumak ilk kaidemiz. Sansür en önemli unsur, olmazsa olmazımız…
Yanı başımda televizyon olduğu halde aylarca izlemediğimin farkına varıyorum çoğu zaman…
Evimizde televizyon olduğu halde, akşama kadar onca yoğunluğun arasında eve döndüğümüzde televizyona gömülen, diziye odaklananlardan olmadık. Sorumluluklarımız vardı bizim. Bilincinde olduğumuz bazı kavramların bize yüklediği anlamların farkındaydık.
Ne evinde televizyon olup ibadetlerini aksatan, kitapları öteleyenler samimi geliyor ne de evinden televizyonu atıp bilgisayarı televizyon yapanlar…
Müslüman bulunduğu ortama ve çevreye uyan değil, bulunduğu ortamı ve çevreyi değişime uğratandır. Bir Müslüman istediği zaman bulunduğu ortamda gece karanlığındaki lamba gibi olabiliyor. Bulunduğunuz ortamı karartan televizyon mu var? Öyleyse siz lamba olun.
Müslümanların hayatında bazı şeyler “bahane” gibi geliyor bana. Yapmak istemediğimiz ya da yapmayı istediğimiz şeylerde bahanelerimiz çok...
Televizyon olan bir evde “insan kendini televizyona kaptırdığı an da zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor, vakit namazları bile aksatılabiliyor” diyor ev sahibi bir hanım.
Televizyon olmayan evlerde ise, “televizyonumuz yok olsa da internet yetiyor vakit kaybı için” diyor ev sahibi başka bir hanım. Televizyon olan evler de televizyonu haftada bir veya ayda bir filim izleme aracına indirgemek mümkün.
Televizyon olmayan evlerde bilgisayarı televizyona dönüştürmek ve internet başında saatler harcayarak zaman tüketmek mümkün. İki durumda da görüyoruz ki, mümkünleri belirlemek bizim elimizde!
Şimdi bu yazıdan “o zaman televizyonun evlerde durmasında sakınca yok” sonucunu çıkartan olacak olursa yanlış bir sonuç çıkartmış olur. Bu yazıdan çıkartılacak ve vurgu yapmak istediğim mevzu tam olarak şu: İki durumda da sonuç Müslümanların televizyonun varlığı ya da yokluğu altında vakit kaybını doğallaştırmış olması. Görüldüğü gibi iki durumda da Müslümanların zamanın değerini bilmediği gibi vakti ihmal ve boşa geçirilen onlarca zamanın doğuşu görülüyor. Bunun bahane adı ise televizyonun varlığı… Üstelik televizyon yokluğunun yanında başka bir şeylerin varlığıyla televizyon olan evleri aratmayan vakit kayıpları yaşanıyorken… Müslüman kendini bilecek!
Müslüman, Müslümanlığını bilecek!
Müslüman, “onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler” ayetini şiar edinecek. Velhasıl, biz yine de evlerimizden televizyonu mümkün mertebe uzak tutalım!
@selma_ulger
Islah Haber