Başını sokacak evi olmayan vatandaşa düşük faizli kredi verileceği, isteyenin ayda 28 bin TL taksitle konut sahibi olacağı duyurulmuştu bir iki hafta önce. Kiracı vatandaşların ayda 28 bin TL taksit ödeyebileceği var sayılarak.
Şimdi de inşaatını kendisi yapmak isteyenlere uzun vadeli ödeme imkanıyla İstanbul, Ankara gibi belirli büyük şehirlerde “devlet arazisi” verileceği açıklandı. Hatta bazı hazine arazileri üzerine 3-4 katlı binalar yapılmasına da emsal artışı gerçekleştirilerek izin verilecekmiş.
“Olur mu öyle şey… Ay başlarında kirasını ödemeye bile güç yetiremez haldeki insanlar inşaat yapacak parayı nereden bulacaklar?” demeyin hemen. Hükümet açıkladığına göre elbette doğrudur. Muhakkak ki bazı vatandaşlara devlet arazisi verilecektir, onlar da devletin vereceği arazi üzerinde konut inşaatı yapacaklardır. Ne var ki bu vatandaşlar kaç kişidir, burası sıkıntılı nokta. Yani ülke çoğunluğunun sahip olmadığı belirli imkanlara sahip olan kişilerin “ortalama vatandaş” sayılması olacak iş değil.
Zaten mevcut iktidarın problemi hali vakti yerinde olan az sayıdaki vatandaşın durumunu toplumun bütününe şamil kabul etmesi. Dahası, bu devirde birtakım kişiler imkân ve servet sahibi olabildiğine göre bizim de bundan memnun olmamızı, hatta şükretmemizi istemesi.
İyi ama bazı “vatandaş”lar parayı bulunca “halk” da zengin olmuş sayılır mı? Ya da birilerinin medarı maişet gemisi her şeye rağmen hâlâ yürüyebiliyor diye cebindeki para pul haline gelmiş olan büyük kitle de uygulanan ekonomi politikalarından memnun mu olmalı?
***
Bu ülkede neyin yaşandığı ortada. Yeni yönetim sistemiyle birlikte devletin yönetilmez hale gelmesinin neticesi olarak ekonomi krize girdi. Kötü yönetimin, liyakat eksikliğinin, nepotizmin ve yolsuzlukların yol açtığı işsizlik, yüksek enflasyon ve adı konulmamış devalüasyon tablosunda ülke kısa sürede büyük bir hızla yoksullaştı. Bu süreçte orta sınıf tamamen ortadan kalktı, yoksulluk ortak payda oldu. Üstelik süreç devam ediyor. Cebimizdeki üç beş kuruşun değeri her geçen gün daha da azalıyor. Hayat pahalılığı hangi boyuta kadar uzanacak, belli değil.
Buna mukabil, iktidar sözcülerinin dilinde (veya gönlünde) çoktandır “bir eli yağda bir eli balda” olan ve doğal olarak haline şükreden bir vatandaş profili var. İşte bu “iyi huylu vatandaş” kesimine referansla “halk”a işlerin iyi gittiği anlatılmaya çalışılıyor.
Ne yalan söylemeli, çok da ikna edici argümanlar kullanılıyor. Başka bir ülkede yaşıyor olsak kesinlikle ikna olabileceğimiz kadar inandırıcı. Zaten kimilerimiz ister istemez mukni durumdalar. Çünkü sorunlara çözüm bulması beklenenler tarafından yapılan her konuşmada ciddi ciddi ülkedeki gelişmelerin olumlu istikamette olduğu anlatılıyor. Memlekette kimsenin ekonomik sıkıntı falan çekmediği, ufak tefek sıkıntılar olsa bile bunların geçici ve aslında önemsiz olduğu söyleniyor. Ekonominin bilime uygun şekilde ve bu işlerden anlayan yetkin kadrolar eliyle yönetildiği anlatılıyor. Hatta dünyadaki en büyük on ekonomi arasına girmek üzere olduğumuz iddia ediliyor. Önümüzdeki yıl kendi doğalgazımızı kullanacağımız duyuruluyor. Uzaya gitmekten bile bahsediliyor.
O kadar büyük ciddiyetle, o kadar içtenlikle, o kadar kendileri de inanarak anlatıyorlar ki bütün bunları, insanın neredeyse inanacağı geliyor.
***
Ama tam en büyük on ekonomiden biri olduğumuza inanacakken, bu sefer “dış güçler”in nasıl oluyorsa cebimize “operasyon” yapıp paramızın değerini düşürebildiklerini öğreniyoruz. Demek ki hem çok güçlüyüz hem de çok zayıf… Beka mücadelesi veriyoruz bir yandan, yani var olma kavgası. Öbür yandan ise bizi yok etmek isteyen dış güçler ayağımıza geliyor, önümüzde diz çöküyorlar. Benzer şekilde üretim odaklı ekonomiye geçiyoruz denilirken üretim araçları sudan ucuza dış güçlere satılmaya uğraşılıyor.
“Enflasyon tek haneli rakamlara inecek” müjdesine sevinirken “sevimli canavar” rekor üstüne rekor kırmaya devam ediyor. Bu da yetmezmiş gibi, “Enflasyonla mücadele sadece devletin işi değil” gibi açıklamalar kafamızı karıştırıyor. “Başka kimin işi enflasyonla mücadele acaba?” diye düşünmeye başlıyoruz.
Elbette ilk akla gelenler bakkal, manav, market vs… Bunlar sattıkları ürünlere “fahiş zamlar” yapmasalar fiyatlar yükselmez. Ne var ki bu yol çoktan denendi, esnafın dükkanına “enflasyon timleri” gönderildi ama bir sonuç alınamadı. Maliyet enflasyonu diye bir şey vardı zamların arkasında.
Peki, bu durumda, “halk” olarak biz ne yapabiliriz enflasyonu önlemek için? Halkın yapabileceği tek şey tüketimini azaltıp talebi kısmak olabilir ki bunu da ister istemez yapıyor zaten. Demek ki endişe edilecek bir durum yok. Biz üzerimize düşeni yapıyoruz.