Orada olan daha ziyade bir iktidar mücadelesi ve bu mücadelede ordunun zaferi kaçınılmaz
Bölgemiz günden güne barıştan uzaklaşıyor ve savaşlara alışıyor.
Sanki şair el-Ahimer es-Saadi’nin şu mısralarına göre ilerliyor:
Kurt uludu, kurt uluduğunda yanına oturdum İnsan sesi duyduğumda neredeyse uçuyordum Allah biliyor yanına oturduğum şeyden nefret ettiğimi Zira tüm benliğimle ondan nefret ediyorum.
Ne yazık ki, Sudan vatandaşlarının karşılaştığı tüm zorluklara, devletin kendisine ve şu anda ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında silahlı çatışmaların yaşandığı diğer kurumlara yönelik tehdide rağmen, şu anda Sudan’da olan bir iktidar mücadelesidir.
Evet, herkesin sivil devlete barışçıl geçişi beklediği bir zamanda yaşananlar Sudan Egemenlik Konseyi Başkan Yardımcısı ve Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu’nun (Hamideti) silah zoruyla yönetimi ele geçirmek istediği bir iktidar mücadelesidir.
Elbette kimse bu mücadelenin devam etmesini istemiyor. Arap dünyasında tanıdığımız ‘Sudanlı kişiliğin’ doğası şiddet ve kışkırtıcılıkla karakterize edilmeyen barışçıl bir doğa olduğundan Sudan ve halkı bunu kesinlikle hak etmiyor. Ama bu bir mesele ve şu anda olan başka bir mesele.
Beş gün önce başlayan Hızlı Destek Kuvvetleri darbesinde ilk kurşunun atılmasından bu yana, haberlerin yayılma ivmesi bize yalan propagandayla karşı karşıya olduğumuzu açıkça gösteriyor.
Ne yazık ki Twitter’daki bazı medya profesyonelleri, özellikle de Hızlı Destek Kuvvetleri’nin propagandasını benimseyen medya mensupları, yanlış haberlerin yayılmasına katkıda bulundular.
Burada üzerinde durmamız gereken en önemli mesele, bu askeri çatışma ne kadar uzun sürerse asıl kaybedenin Sudan’ın kendisi ve halkının olacağıdır.
Özellikle siyasi arabuluculuk süreçlerinde ve özellikle de Avrupa ve ABD kaynaklı dış müdahale arttıkça kriz daha da şiddetlenecektir.
Bu nedenle, Sudan ve Sudanlıların çıkarları için en az zararlı olan ‘ordunun zaferinden’ kaçış yoktur. Ordunun zaferinin, askerin zafer duygusunu sürdüreceği doğrudur.
Diğer yandan yönetme arzusu ise ancak Hızlı Destek Kuvvetleri’nin zaferi, yani Sudan devletinin milis gücü lehine sonu anlamına geliyor.
Bölge gerçeği ve her şeyden önce kendi halkının eseri olan krizler, askeri darbelere ve güce başvurmanın reddini gerektirdiği gibi, dayanakları ve gerekçeleri her ne olursa olsun tüm milislerin reddini de zorunlu kılıyor.
Sudan’da ve başka yerlerde darbelere ve silaha başvurmaya artık yeter demenin, barış ve istikrar mantığını reddedenlere ‘evin onu koruyan bir sahibi olduğunu’ söylemenin zamanı gelmiştir.
Ülkelerimizin ister Sudan’da ister Suriye’de olsun, yeniden yapılanma veya yardım sağlamakla hiçbir ilgisi yok.
Dolayısıyla Sudan’daki hikâye, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin dediği gibi, devletin ve demokrasinin savunulması değildir.
Bu apaçık bir yalandır. Orada olan daha ziyade bir iktidar mücadelesidir ve bu mücadelede ordunun zaferi kaçınılmazdır. Ülkenin en az zarar göreceği seçenek de budur.
Çatışma hızlı bir şekilde çözülmediği takdirde bunun Sudan ve çevre ülkelere yansımaları büyük ve tehlikeli olacak, Sudan’ın haksız yere yaşadığı trajedinin boyutlarını büyütecektir.