İran bir tehdittir. Nükleer silah üretme kapasitesi elde etmek için çalışmakta ve zaman geçtikçe bu hedefine daha da yaklaşmaktadır. Ancak İsrail’in bu konudaki kırmızı çizgisi aradan geçen yıllarda sürekli değişti.
Mossad Şefi David Barnea, pazartesi gecesi İsrail’den havalanan bir uçakla ABD’ye gitti. Bu ziyaret, İsrail’in son dönemde 2015’teki nükleer anlaşmaya dönülmesi amacıyla yürüttüğü faaliyetlerin bir parçasıydı. Yanında İsrail devletinin güncel istihbarat değerlendirmelerini de götüren Barnea, bu verileri hükümet ve istihbarat yetkilileri ile Amerikan Kongresi üyeleri ile gerçekleştirdiği toplantılarda karşı tarafa iletti.
Barnea’nın uçağının Ben-Gurion Havaalanından ayrıldığı saatlere yakın bir vakitte tam on beş yıl önce başka bir grup İsrailli de yurt dışına gitmek üzere havalanmıştı. İsrail’in kuzeyindeki bir üsten havalanan F-16’lardaki dört İsrail Hava Kuvvetleri personeli (pilotlar ve navigatörler) Suriye’nin kuzeydoğusunda belirlenen hedeflerine doğru yola çıktı. 6 Eylül günü gece yarısından biraz sonra da Kuzey Kore’nin Beşar Esed için inşa ettiği bir nükleer santrali bombalayarak imha ettiler.
Bu olaydan sonra geçen 15 yıl içerisinde Orta Doğu büyük bir değişim yaşadı. Arap Baharı, Amerika’nın Irak ve Afganistan’dan çekilmesi ve İbrahim Anlaşmaları. Bu süreç içinde değişmeyen tek konu başlığı ise İsraillilerin ve uluslararası toplumun karşıt faaliyetlerine rağmen dün olduğu gibi bugün de nükleer silah üretme hedefini kovalamaya devam eden İran oldu.
Barnea büyük ihtimalle kendisini ABD’ye götürecek uçağın kalkış tarihi ve saatinin 15 yıl önceki saldırının yıl dönümüne denk gelmesini memnuniyetle karşılamıştır ancak Başbakan Yair Lapid tarafından kendisine verilen görev ile 2007 yılında havalanan dört pilot ve navigatörün görevi arasında dağlar kadar fark bulunmaktadır.
İran’ın İsrail’e yönelik nükleer tehdidinin tarihi
İran bir tehdittir. Nükleer silah üretme kapasitesi elde etmek için çalışmakta ve zaman geçtikçe bu hedefine daha da yaklaşmaktadır. Fakat bu durum, Barnea’nın Mossad’daki selefi ve İsrail’in İran’a yönelik gizli sabotaj operasyonunun mimarı olan Meir Dagan’ın geçmişte söylediği gibi “kılıcın İsrail’in boğazına dayandığı” anlamına gelmemektedir.
Bu şekilde düşünülmesinin sebebi, bugün nükleer programının bazı başlıkların da her ne kadar serbestçe hareket edebiliyorsa da İran’ın henüz bir atom bombası üretme seviyesine gelmemiş olmasıdır. Bu vaziyet devam ettiği sürece İsrail’in askeri müdahalesi de bekleyecektir.
Bu durum, hangi durumlarda harekete geçilmesinin gerekli olduğunu belirlemek için kullanılan kırmızı çizginin tanımının İsrail tarafından değiştirildiğini ispatlamaktadır. Netenyahu döneminde herkeste İsrail’in kırmızı çizgisinin uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin askeri düzeye çıkması olduğunu yönünde bir kanaat vardı. Netenyahu da 2012 yılında BM’de yaptığı ve bir bomba resminin üzerinde %90 seviyesine çizilen kırmızı çizgiyi gösterdiği meşhur konuşmasında bu noktayı vurguladı.
Dünyada o zaman hakim olan yaklaşım, İsrail ve diğer devletlerin İran’ın atom bombası için gerekli nükleer hammadde, ileri teknolojili sentrifüjler ve benzeri ekipmanları dahi ele geçirmesini durdurmasının elzem olduğu idi. Kırmızı çizgi, bomba için gerekli malzemelerin İran tarafından toplanmaya çalışılmasıydı.
Bu bakış açısı bir süreliğine işe yaradı. Sabotajlar, yaptırımlar ve 2015 İran nükleer anlaşması Tahran’ın nükleer programının yavaşlamasına katkıda bulundu. Fakat, 2012’deki meşhur konuşmanın ardından geçen on sene içinde İranlıların askeri seviyede uranyum elde edip etmediği hala belirsizliğini korumaktadır. Bundan dolayı bu yıllar boyunca kırmızı çizginin hala ‘zenginleştirme’ ve ‘atom bombası için gerekli malzemelerin toplanması’ seviyesinde tutulması mantıklıydı zira İran’ın %90 seviyesinde zengin uranyum elde etmesi bu malzemenin nükleer silah dışında herhangi bir amacının olmaması nedeniyle mantıken bir eşik değeriydi.
İran nükleer kırmızı çizgisi değişti
Ancak bu anlayış artık değişti. Bugün böyle bir gelişme İsrail tarafından bir savaş ilanı olarak algılanır ancak Tel Aviv karşılık olarak derhal askeri bir tepki göstermez. İsrail bunun yerine dünyanın geri kalanının mesele hakkında ne yapacağını görmek için beklemeyi ve hamlelerini daha sonra belirlemeyi tercih eder.
Bunun sebebi kırmızı çizgini değişmiş olmasıdır. Elinde askeri seviyede uranyum olsa dahi İran’ın bu malzemeyi gaz halden uranyum metaline dönüştürmesi gibi son derece karmaşık bir süreci başarıyla tamamlaması en az iki yıl sürer ki buna ilaveten İsrail topraklarına ulaşacak menzile sahip bir balistik füzeye monte edilebilecek türde bir savaş başlığının üretimi de yine zaman gerektirecek diğer bir konudur.
İsrail’in bakış açısındaki bu değişim doğaldır. İran aradan geçen zamanda İsrail’in yoluna koyduğu engelleri aşmayı başardı ve aynı zamanda ihtiyacı olan farklı bileşenlerin teknik aşinalığını da kazandı. Yani İran’ın bugün sahip olduğu kapasite geçmişe nazaran daha yüksektir ki savunma yetkilileri de uzun yıllardır devam eden müdahaleler olmasaydı İran’ın bugünkü seviyesine yıllar önce ulaşacağını açıkça itiraf etmektedir.
İsrail tarafından yükselen seslerin zamanlaması işte bu yüzden biraz şaşıdır.
Bir açıdan bakıldığında Lapid’in İran’ı açıktan tehdit ederek ortaya dikkate alınması gereken nitelikte bir askeri tehdit koyması haklıdır. Caydırıcılık hayati bir meseledir. Fakat İranlılar, İsrail’in kinetik bir askeri seçeneğe başvurmaya yakın olmadığını ve tüm bu yaygaranın arkasındaki nedenlerden birinin yaklaşmakta olan İsrail seçimleri olduğunu bilmektedir.
Geçen hafta Lapid ile Netenyahu arasında Twitter’da çıkan tartışmada Lapid’in Likud partisi liderine vereceği güvenlik brifinginin mahiyetinin gündeme gelmesinin ardından bu sonuca varmamak neredeyse imkansızdır. Lapid, yayınladığı mesajta brifingi Netenyahu seçim videosu çekerken ne konuştuğunu bilsin diye ayarladıklarını söyleyerek laf attı.
Sessiz kalmayan Netenyahu da başbakan ile buluşmak ve kendisine İran ile alakalı bir iki şey öğretmek için sabırsızlandığını söyledi.
Söz konusu brifingde Netenyahu’ya İsrail devletinin elindeki en güncel istihbarat raporları ile hükümetin kötü olarak tanımladığı nükleer anlaşmaya engel olunması için giriştiği faaliyetler hakkında bilgi verildi. Ancak toplantı biter bitmez iki taraf arasında İran hususundaki kutuplaşma kaldığı yerden devam etti.
Netenyahu’nun seçim ekibi, Netenyahu’nun Kudüs’teki başbakanlık ofisinden ayrılma anında kapıda televizyon muhabirleri tarafından karşılanmasını ayarladı. Netenyahu burada yaptığı açıklamada içeriye girip çıktıktan sonra daha da endişelendiğini söyledi.
Burada durup bir dakikalığına düşünelim: Gerçekten de Lapid, Gantz veya Netenyahu’nun İran’ın nükleer bir güç olmasını istediğini düşünen var mı? Bu insanlar arasında bu hususta herhangi bir fark olabilir mi? Lahav Harkov tarafından kaleme alınan ve perşembe günü Jerusalem Post tarafından yayımlanan habere göre İsrail tarafının ABD’ye uyguladığı baskı işe yaramaya başladı ve sonuç olarak Biden hükümeti İran nükleer anlaşması hususundaki tüm ilerlemeleri İsrail’de kasım ayında gerçekleştirilecek ara seçimler tamamlanana kadar ertelemeye karar vermeye çok yaklaştı.
Eğer durum gerçekten böyleyse, neden herkesin aynı fikirde olduğu ve İsrail’in milli güvenlik çıkarlarının merkezinde yer alan İran saldırılarının engellenmesi gibi hayati bir konu hakkında kavga ediliyor?
Her ne kadar üzücü olsa da hepimiz cevabı biliyoruz. İsrail’deki siyasi söylemlerde bugün İran gibi varoluşsal bir potansiyel tehdit dahil olmak üzere herşey ‘helal’ hale geldi.
Şimdi bu yaygara bir yalancı çoban misali ise gerçekten dikkate alınması gereken endişeler dile getirildiğinde nasıl bileceğiz? İsrailli yetkililer açık nitelikte bir kırmızı çizgi çizme hususunda ağır davranıyor. Eğer böyle bir çizgi varsa bu büyük ihtimalle İran’ın bir atom bombası üretme sürecinde aldığı yol ile paralel olarak belirlenmiştir.
15 yıl öncesinin İsrail’inde Suriye’deki el-Kibar santralinin faal hale gelmesi bir saldırı için gerekli kırmızı çizgi olarak belirlenmişti. Saldırının ifa emrinin santralin inşası sırasında verilmesinin arkasındaki neden tesisin aktif hale gelmesini bekledikten sonra gerçekleştirilecek bir saldırı neticesinde bölgeden geçen Fırat Nehri’ne radyoaktif madde sızacağı ve İsrail’in bu felaketin sorumlusu olacağı endişesiydi.
O günkü kırmızı çizgide bir ‘güncelleme’ yapılabilmesinin tek nedeni istihbaratın santralin varlığını faal hale geçmeden öğrenebilmiş olmasıydı. Peki İsrail bu santral faal hale geçtikten sonra durumu farketseydi saldırmayacak mıydı? Büyük ihtimalle yine de saldırırdı ancak elinde bir fırsat olduğu için kırmızı çizgisini ‘güncellemeye’ karar verdi.
İsrail’in İran hususundaki kırmızı çizgisinde bazen operasyonel başarı şartları bazen yaptırımlar bazen de diplomatik vaziyet sebebiyle sürekli dalgalanmalar yaşandı. 2000’li yılların ortalarında da Askeri İstihbarat her sene ‘geri dönüşü olmayan noktaya varıldığı’ açıklamaları yapıyordu ancak 20 yıl sonra bizler hala ne hikmetse buradayız.
Kırmızı çizgiler ile alakalı konuşurken zikredilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: IDF her ne kadar yaklaşık bir yıl içinde hazır olmasını umduğu askeri bir seçenek üzerinde çalıştığını açıkça ilan etmiş olsa da böylesi bir operasyonun iyi planlanıp, tatbikatlarının yapılması ve zamanı geldiğinde hassas ve doğru bir şekilde ifa edilmesi kafalardaki ideal senaryodur.
Şundan kimsenin şüphesi olmamalıdır: İsrail’de başbakanlık koltuğuna oturup da İran’ın bir nükleer bomba üretmeye başladığına dair istihbaratın kendine ulaştığı anda bedeli ve riski ne olursa olsun ve istediği kadar az tatbikat yapılmış olsun ivedi bir şekilde operasyon emri vermeyecek tek bir siyasetçi yoktur.
Bu İsrail için durdurulması gereken potansiyel bir varoluşsal tehdittir.
Jerusalem Post için kaleme alınan yazıdan çevrilmiştir