Osman Kavala ve arkadaşlarına verilen akıl almaz cezalar, Türkiye’de yargı bağımsızlığı ve yargıda partili atamalar sorununu yeniden gündeme getirdi.
Hiçbir hukuki delile dayanmayan mahkûmiyet kararını veren hakimlerden biri 2018 yılında AK Parti’den milletvekili adayı olmuş, seçilememişti. Avukatlara hakimlik yolu açılınca hakim olarak atanmış, İstanbul gibi bir yerde Ağır Ceza Mahkemesi üyeliğine kadar terfi etmişti.
Türkiye’de ağır bir yargı bağımsızlığı sorunu olduğu gibi, bu örnekten bağımsız olarak Türkiye’de bir yargıda siyasi atamalar sorunu da vardır. Maalesef yüksek yargıda bile AK Partili siyasi geçmişe sahip üyelerin atandığı görülmektedir.
OHAL HUKUKU
15 Temmuz ihaneti ve yargıdan FETÖ unsurlarının bir yargı denetimi olmaksızın tasfiye edilmesini, hükümet hukuku güçlendirmek için değil, kamu kurumlarına ve yargıya “bizden” atamalar yapmak için değerlendirdi. CB hükümet sistemi de ülkeye böyle geldi.
Değerli anayasa hukukçusu Prof. Kemal Gözler, yargıda, 15 Temmuz’dan önce ve sonra, 2011-2017 yılları arasındaki 6 yılda çıkarılan dört kanunla, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin sayısını azaltarak, sonra artırarak, sonra tekrar azaltarak yüksek yargı üyelerinin “yüzde 50’sini geçen miktarlarda” değiştirildiğini yazıyor. “Yüksek mahkemelerin üye sayılarıyla siyasi nedenlerle böylesine kolayca oynanabildiği bir ülkede yargı bağımsızlığı olamaz” diye belirtiyor. (Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, 2018 basım, s. 992-996)
Bunun yapılabilmesinde OHAL şartları, KHK’lar ve hepsinden önemlisi atamaları yapan HSK’nın tamamen siyasetçe belirlenen bir organ olması en önemli faktörlerdir.
Anayasa Mahkemesi’nin maalesef KHK’ları yetki sınırı bakımından incelemeyi reddetmesi de hukukun üstünlüğü adına başlı başına bir talihsizlik oldu…
Ülke idarede, ekonomide, hukukta bugünkü duruma geriledi.
PARTİLİ ATAMALAR
Hakim ve savcı alımları için yapılan yazılı sınavlarda en az 70 puan zorunluluğu vardı. Bu zorunluluk 680 sayılı KHK ile kaldırıldı! (6 Ocak 2017)
Liyakatin ne kadar aşağıya çekildiğini görüyorsunuz. Abdülhamit Gül’ün gayretiyle 20 Şubat 2019’da 70 puan zorunluluğu tekrar getirilinceye kadar, hukukî liyakati “vasat” olan yeni mezunlar ve avukatlar “mülakat” yoluyla hakim ve savcı olarak atandı.
Nasıl bir “mülakat” yapıldığını tahmin etmek zor değildir. Bunlardan bir örnek, 24 Nisan 2017’de yapılan avukatlıktan hâkimliğe geçiş sınavında ataması yapılan 1.341 hâkim ve savcının yüzde 90’ının AKP’nin il ve ilçe teşkilatlarından veya cemaat vakıflarından seçildiği basına yansıdı; CHP’li Barış Yarkadaş uzun bir isim listesi de açıkladı. (4 Mayıs 2017)
O günlerde böyle başka “AK Partili yargıçlar” diye listeler de açıklandı, tekzip gelmedi.
AYM ve AİHM kararlarına uymayı reddeden yargıçlar bu dönemde çıktığı gibi bu tavrı alkışlayan Adalet Bakanı da bu dönemde görüldü. Açıkça iktidar partisini veya “reis”i öven, muhalefet liderlerini aşağılayan tweetler yargıda bu dönemde atıldı.
Hoşa gitmeyen kararları veren hakimlerin HSK tarafından bir gecede başka görevlere atandığı yahut yine sırf kararlarından dolayı haklarında soruşturma açılarak hakimlere baskı yapıldığı da bilinmektedir.
Kavala’ya beraat kararı veren yargıçlar hakkında HSK’nın soruşturma açması bunun bir örneğidir.
ÖLÇÜ: HUKUK
Bütün bunlara rağmen, gerek kıdemli hakim ve savcılar, gerek bu iktidar döneminde göreve başlamış kaliteli, onurlu hakim ve savcılarımız inanıyorum ki büyük çoğunluktur.
Ölçü nedir? Savcı veya hakimin “bizden-sizden” olması değildir. Kararlarının hukuk teorisine, yerleşik içtihatlara ve AİHM içtihatlarına uygun olup olmamasıdır.
İddianame veya kararlarında “somut, delillere dayalı, olgusal” gerekçe yazan savcı ve hakimler Türkiye’nin yüz akıdır.
Ama Abdülhamit Gül’ün haklı eleştirisinde belirttiği gibi “efsane ve anlatılanlara” dayalı iddianame veya karar yazılamaz. (4 Şubat 2020)
“Efsane ve anlatılanlara” dayalı iddianame veya karar yazan savcı veya hakim sadece kendi itibarına zarar vermekle kalmaz, adalete güveni sarsmak gibi ağır bir sorumluluğu da yüklenmiş olur.